Bala pratiğinin gösterdikleri :Tarım işçileri hakkındaki genelge uygulanmalı
Bala’da sorunların çözümü için birçok kamu kuruluşu ile görüştük. Sorumluluğu üstlerinden atmaya çalışan anlayışlara da tanık olduk. 2017'de Mevsimlik Tarım İşçilerine dair 36 maddelik genelge yayınlanmıştı. Bu genelgenin uygulanmadığını gördük.
Vatan Partisi Ankara İl Başkanlığı olarak geçen hafta, Ankara’nın Bala-Köseli Köyü’ndeki mevsimlik tarım işçilerini davetleri üzere ziyaret ettik. Üretim ve yaşam koşullarına yerinde tanık olduk. Ülkemiz geniş üretim sahalarına sahip olması nedeniyle mevsimlik tarım işçiliği de doğal bir sonuç olarak karşımıza çıkıyor. Her sene sayısı on binleri bulan insan, çoluk çocuğuyla yaşadığı yeri bırakıyor ve başka şehirde çalışmak üzere göç ediyor. Göçler mart ayından kasım ayına kadar sürüyor.
40 DERECEDE ÜRETİM
Bala’da aktarılan sorunlar yalnızca burada çalışan tarım işçilerine özgü değil. Her yaz döneminde mevsimlik tarım işçileriyle ilgili basına yansıyan haberlere tanık oluyoruz. Örneğin; Adana’da çalışan tarım işçileri, yevmiyelerinin artmamasına rağmen seslerini çıkartmadıklarını söylüyorlar. İşçiler 100-150 TL günlük ile çalıştıklarını belirtiyor ve yemeklerini de kendilerinin karşıladığını söylüyor.
Bir başka örnek; Bitlis’te çalışan tarım işçileri, 35 dereceyi aşan boğucu sıcaklar altında çalıştıklarını belirtiyor. Ankara Polatlı’da çalışan tarım işçileri, “Çalışma aralarında gölgemiz dahi yok, içtiğimiz su kirli ve kimi zaman hastanelik oluyoruz.” diyorlar.
Bala’daki ziyaret ettiğimiz Köseli, Kerişli ve Süleymanlı köylerinde çalışan işçilerin ise kaldıkları yerlerde tuvalet ve banyoları çadırdan çevrilmiş bir yer ve tarla suladıkları suyu içme suyu olarak kullanmak zorundalar.
HALK SAĞLIĞI OLMADAN ÜRETİM OLUR MU?
Türkiye’nin her yerinde, mevsimlik tarım işçileri zor koşullar altında çalışıyor. Üretim yaptıkları arazilerin içindeki çalışma koşulları hem ağır hem de halk sağlığı açısından zararlı.
Üretimin yapılabilmesi için önce üretimi yapacak insan gücünün sağlığının ve yaşam koşullarının sağlıklı olması gerekiyor. Tuvaleti ve banyosu olmayan, tarla suladığı suyla içme su ihtiyacını karşılayan ve bundan dolayı her gün hastanelik olan insanların sağlıklı bir üretim yapmasının imkanı var mıdır?
Her şeyden önce bir insanın hayatına devam edebilmesi için barınma ortamının ve barınma koşullarının Türk çiftçisine yakışır bir durumda olması gerekirken mevcut durumda sağlıksız bir insanın sağlıklı bir üretim yapmasını bekliyoruz.
İKİ PROGRAM İKİ SONUÇ
Atatürk’ün, üreten çiftçinin memleketin efendisi olduğunu ilan etmesi vicdanları okşamak veya onlara bir jest yapmak için değildi. Atatürk, Türk devriminin hem dayanacağı sınıfını tayin ediyordu hem de Türkiye’nin kalkınacağı yeri işaret ediyordu. Çiftçiyi memleketin efendisi yapmak bir programın özet ifadesiydi. Bu söz bir işareti doğurdu ve Türkiye o efendiye dayanarak çok kısa bir zaman diliminde dünyanın en büyük ekonomilerinden birine ulaştı.
Türkiye’nin 1930’lu yıllarında devlet ile üretici arasındaki ilişkileri incelememiz bugün açısından fayda sağlayacaktır. Devlet üreten kesimlerin yanında oluyor, sorumluluğu öncelikle kendisine alıyor. Üreticilere; ucuz gübre veriyor, teknolojik aletlerin sağlanması konusunda yardımcı oluyor, ürünlerin alımında yardımcı oluyor, ürün alımlarını ve üreticiyi özel sektörün eline teslim etmiyor ve sorumluluk sahibi olduğunu her yerde dile getiriyor.
1980 darbesi ve beraberindeki 24 Ocak kararlarıyla, üretici devletin ve toplumun üstünde adeta bir yük ilan edildi. Üstümüzdeki yük olan üreticilerden kurtulmak için Cumhuriyet kazanımlarında vazgeçtik ve üreticiyi kimsesiz hale getirdik. Bu da başka bir programın ilanıydı. Efendi olan üretici köle ilan edilen programla karşı karşıya geldi. O program bugün Türkiye’nin ekonomik krizinin yaşanmasını sağladı.
Geldiğimiz noktada üretimin içinde bulunan her kesim kimsesizliğe terk edildi. Kimsesiz bırakıldı çünkü; hepsi kredi borçlarının altında eziliyor, bir sonraki seneye dair üretim yapmakta güvensizlik yaşıyor ve sorunlarını çözebilecek merkezlerden dayanak bulamıyor.
BAKIŞ AÇISINDAKİ HATALAR
Bala’daki sorunların çözümü için birçok kamu kuruluşu ile çok sayıda görüşme yaptık. Bu görüşmelerde sık sık kamu kuruluşlarının kendilerini sadaka dağıtan yardım kurumları gibi gördüklerine tanık olduk. Aynı zamanda bu kamu kuruluşlarında sorumluluğu kendi üstlerinden atmaya çalışan anlayışlara da tanık olduk.
Anlayışlara dair örnekler verelim:
- “Efendim tarım işçilerini kim getirdiyse onlar bu sorunları çözsün...”
- “Bizim ne kadar gelirimiz var ki bir de onlar yardımcı olalım...”
- “Onlar ektikleri yerlerden çok para kazanıyorlar. Bunlar hep bahane...”
- “Biz onlara zaten yiyecek ve kıyafet gönderiyoruz...”
“Devleti küçültme” programı ve kamu hizmetlerinin ortadan kaldırılmasının yansımaları bu şekilde yetkili ağızlarda ve bilinçlerde yer edinmiş.
Peki üretim kimin sorumluluğundadır? Üretim sadece üreticinin mi sorumluluğudur? Eğer öyleyse üreten çiftçi ‘’Ben karşılığımu alamıyorum o yüzden bu sene üretmiyorum’’ dediği takdirde ne yapacağız? Tarlada çalışan tarım işçisi “40 derece sıcakta 100-150 TL günlükle çalışmıyorum artık” dediği takdirde ne yapacağız? Tarlalarımızda kim çalışacak?
Türkiye bu ekonomik krizi herkesi kendi haline bırakarak aşabilir mi? Önümüzdeki dönem gıdamızda yaşanacak bir güvenlik sorununun sorumlusu üreticiler mi olacak?
Bu sorular sorumluluğu kendi üstünden atmaya çalışan kamu kuruluşları açısından cevaplanamaz ve çözülemez durumdadır.
KAMU SORUMLULUK
ALACAK ÜRETİCİ ÜRETECEK
Üretim, öncelikle devletin yönetim kurumlarından başlayarak, kamu kuruluşlarının tamamının ve tüm toplumumuzun sorumluluğudur. Cumhuriyet devrimi bunu başarılı örnekleriyle göstermiştir. Bu anlayış sayesinde Türkiye ekonomik olarak dünya ile yarışmaya başlamıştır.
Kamu kurumlarını üretim devrimi programında yeniden örgütleme gündemi devletin ve toplumumuzun önünde durmaktadır. Kamu kaynaklarını; sadakaya ve gereksiz israfa harcamak yerine üretimin artması, üreticinin sağlığı ve halkın refahı için seferber etmek önümüzde durmaktadır.
2017 yılında Başkanlık imzasıyla Mevsimlik Tarım İşçilerine dair 36 madde içeren bir genelge yayınlandı. Genelge Mevsimlik Tarım İşçisi olarak çalışmak amacıyla, başka bir ilden başka bir ile göç eden vatandaşlarımızın yaşadıkları sorunların giderilmesi amacıyla ilgili kurum ve kuruluşların işbirliği ile çalışması gerektiğini belirten bir ön cümle ile başlıyor.
Bu genelgenin 1. maddesinde şöyle yazıyor: “Valiliklerce, mevsimlik tarım işçilerinin yoğun olarak çalıştığı yerlerde; eğitim ve sosyal faaliyetleri ile işçilerin temel ihtiyaçlarını giderebilecekleri ortak kullanım alanları olan, iklim şartlarına uyumlu, emniyetli, ekonomik, estetik ve fonksiyonel, prefabrike, betonarme ya da çelik iskeletli, yeterli büyüklükte bir bina ile elektrik, su ve kanalizasyon alt ve üst yapısı bulunan geçici yerleşim alanları oluşturulması sağlanacaktır.”
Karşılaştığımız sorunları ve basına yansıyanları görünce bu genelgenin uygulanmadığına şahit oluyoruz. Genelgenin 1. maddesinden başka diğer maddeleri de yine tarım işçilerine yönelik hayat imkanlarını kolaylaştırmaya dayalı.
VATAN PARTİSİ SORUMLULUK ALIYOR
Vatan Partisi olarak Türkiye'nin geleceğine dair ne sorun varsa kendi üstümüzde bir sorumluluk hissediyoruz. Vatan Partisi’nin tarihi, sorun çözme tarihi diyebiliriz. Türkiye’nin önüne Ermeni Soykırımı yalanı çıkartılıyor, Vatan Partisi hemen görevi kabul ediyor ve sorunu çözmek için mücadeleye başlatıyor ve çözüyor. Türk Ordusu ve vatansever kuvvetlere FETÖ operasyon çekiyor, Vatan Partisi mücadelenin başına geçiyor ve tertibi yerle bir ediyor. Adana’da vatandaşın içme suyu sıkıntısı oluyor, Vatan Partisi herkesi ayağa kaldırıyor ve sorunu çözüyor. Ağrı Dağının eteklerinde bir kişinin koyunları kayboluyor. Onu dahi Vatan Partisi çözüyor. Bu durum toplumumuz açısından Vatan Partisi çözer düşüncesini oluşturdu. Bala’daki üreticiler son 3 yıldır gitmedik kimse, görüşmedik kimse bırakmıyor. Sorun, çözülmüyor. En son çare Vatan Partisi’ni arıyor ve tüm sorunları iki hafta içinde çözülüyor.
Vatan Partisi, sorunları çözme gücünü öncelikle üreten üreticinin çalışma isteğinden, onun alın terinden ve kendi programına güveninden alıyor. Vatan Partisi’nin tecrübesi, dinamizmi ve cesareti sorunları çözmede anahtar kavramlar.
'FAKİRLERİN PARTİSİ VATAN PARTİSİ'
Türkiye’nin geleceğini üretim yaparak ve üretimin önündeki sorunları çözerek güvenceye alacağız. Vatan Partisi’nin Türkiye’yi yönettiği günlerde, vatandaşımız tekrardan kimsesizlikten kurtulacak.
Bala Köseli Köyü’nde üretim yapan Şehmus Dağlı Ulusal Kanal ekranlarından şu demeci verdi: “Ben bugün bu elbiseyi giydim ve buradayım yarın gerekirse meclisteyim. Buraya ne Ak Parti geldi ne de CHP bir tek Vatan Partisi geldi. Vatan Partisi fakirlerin partisidir.”
Şehmus Dağlıların yönettiği Türkiye’de üreticiler efendi olurlar. Vatan Partisi olarak dağlarımızda ovalarımızda kendi kendine açıp solan tek çiçek bırakmayacağız.
Görev başındayız!