Batı Asya'da ezberler bozuluyor! Yeni düzende ‘Kutuplaştırma siyaseti’ yok
İsrail ile Suudi Arabistan arasındaki normalleşme adımlarını değerlendiren Tansi, ‘Arabistan bu süreçte kendi dış ilişkilerinde bir denge aramaya çalışıyor. Önümüzdeki dönem Çin’in daha fazla rol oynayacağı ve ABD’nin bölgede âtıl kalacağı bir süreç öngörüyorum.’ dedi
Suudi Arabistan ve İsrail arasında normalleşme görüşmeleri sürerken, İsrail'den ikinci kez bir bakan, uluslararası toplantı için Suudi Arabistan'a gitti. İsrail İletişim Bakanı Shlomo Karhi ve İsrail Meclisi Ekonomi Komitesi Başkanı Milletvekili David Bitan; İletişim Bakanlığı, Dışişleri Bakanlığı ve diğer kurumlardan yetkililerin yer aldığı 14 kişilik heyetle, Birleşmiş Milletler (BM) çatısı altında faaliyet gösteren Dünya Posta Birliği toplantısına katılmak üzere önceki gün Riyad'a ulaştı. Karhi'nin buradaki konferansta konuşma yapacağı ve temaslarda bulunacağı belirtildi. Bu, Tel Aviv'in diplomatik ilişkilerinin bulunmadığı Suudi Arabistan'a İsrail hükümetinden bir hafta içinde ikinci ziyaret oldu. İsrail Turizm Bakanı Haim Katz da geçen hafta BM çatısı altındaki Dünya Turizm Örgütünün toplantısına katılmak üzere Suudi Arabistan'a gitmişti. Katz'ın ziyareti ilk defa İsrail'den bir bakanın Suudi Arabistan'a ziyareti olarak kayıtlara geçmişti.
RİYAD- TEL AVİV NORMALLEŞMESİ
İsrail ile Suudi Arabistan'ın diplomatik ilişkisi bulunmuyor. Ancak ABD yönetimi Bahreyn, Birleşik Arap Emirlikleri (BAE), Fas ve Sudan ile İsrail arasında sağlanan normalleşme anlaşmalarında olduğu gibi Riyad ve Tel Aviv arasında da benzer anlaşma için arabuluculuk yürütüyor. İsrailli ikinci bakanın Suudi Arabistan'a ziyareti, Suudi Arabistan Veliaht Prensi Muhammed bin Selman ve İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu'nun iki ülke arasında normalleşme anlaşması için yapılan görüşmelere ilişkin verdikleri “olumlu mesajların” ardından gerçekleşti. Bin Selman, yakın zamanda Fox televizyonuna verdiği röportajda, İsrail ile normalleşme anlaşmasına “her geçen gün daha da yaklaştıklarını” söylemişti. Netanyahu da BM Genel Kurulundaki konuşmasında “Suudi Arabistan ile tarihi bir anlaşmanın eşiğinde olduklarını” dile getirmişti. Suudi Arabistan'ın Filistin'e atadığı ilk büyükelçi Nayif Bender es-Sudeyri de geçen hafta işgal altındaki Batı Şeria'nın Ramallah kentine gelerek Filistin Devlet Başkanı Mahmud Abbas'a güven mektubunu sundu. Büyükelçi'nin ziyareti Suudi Arabistan'dan Filistin yönetimine ilk resmi ziyaret olarak kayıtlara geçti. Yaşanan bu gelişmeleri Yeditepe Üniversitesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Deniz Tansi ile konuştuk.
-
Suudi Arabistan, ABD'nin bölgede önemli bir ortağıydı. Bugün baktığımızda ise Suudi Arabistan'ın Çin ile ilişkileri geliştirdiği ve ABD ile bağları gevşettiği görünüyor. Bunu nasıl okumalıyız?
Suudi Arabistan sadece ABD bağlamında değil, İngiltere döneminden beri batının bölgedeki sadık müttefiki. Aslında daha da geriye gidecek olursak, Osmanlı devletine karşı gerçekleştirilen “Suud ayaklanmalarına” bakmak lazım. Dolayısıyla Batı’nın sadık müttefiki desek daha doğru olur. Ancak gelecek perspektifinde değerlendirdiğimizde, fosil yakıtların belli bir zaman sonra sona tükeneceği herkes tarafından biliniyor. Öte yandan Çin’in bu bölgeye ciddi anlamda yeni bir bakış açısı geliştirdiğini de görüyoruz. Yani nasıl Batı son dönemlerde Pasifik'e yönelik bir takım açılımlar yapma peşindeyse, Çin’de bir politik güç olarak davranmaya çalışıyor. Çin tabi bölgede daha pragmatik bir yol izliyor. Özellikle, Çin’in Suudi Arabistan ile İran arasındaki arabuluculuk ilişkilerinin onarılması bağlamın da ortaya koyduğu işlev özellikle çok önemli. ABD meselelere daha dogmatik bakıyor. Yani daha ideolojik bir perspektif ile yaklaşıyor. Bir taraftan ABD içinde nihilist liberaller var diğer taraftan neoconlar var ve ABD sözde ılımlı siyaseti çerçevesinde bir ortak zemin yakalayamıyor. Bu da tabi Suudi Arabistan açısından ABD’nin politikaları ile ilgili soru işaretleri yaratıyor. Bununla birlikte Suudi Arabistan’ın tamamıyla eksen kaydırdığını da düşünmemek lazım. Suudi Arabistan ile İsrail arasında da “De Facto” bir süreç işliyor. (Gerçekliği tanınan ancak söz konusu gerçeklik hukuki açıdan tanınmıyor.) ABD teşviği ile bu süreç “De Jure” yani resmi bir tanımaya dönüşebilir. Suudi Arabistan bu süreçte kendi dış ilişkilerinde bir denge aramaya çalışıyor fakat burada vurgulanması gereken Çin’in dünya siyasetinde artık daha fazla rol oynayacağı ve ABD’nin ise yukarıda bahsettiğimiz dogmatik politikaları çerçevesinde bölgede âtıl kalacağı bir çerçeve öngörüyorum.
ABD KUTUPLAŞTIRIYOR
-
Suudi-İran normalleşmesinin etkileri nelerdir, iki ülke arasındaki yakınlaşmanın bölgede etkisi ne olur?
Batı ülkelerinin başta ABD olmak üzere Orta Doğu'da kurmaya çalıştığı dengeler hep Körfez siyaseti üzerine olmuştur. Körfez ülkelerinin gerek petrol zenginliği gerekse bu ülkelerin Batı ile olan çok sıkı ilişkileri hatta Batı ile iç içe monarşik yapıları da örnek verebiliriz. Diğer yandan, Suudi Arabistan ile İran arasındaki ilişkilerin gelişmesinde Çin’in rolüne değinmiştik. İran’ı yok sayarak bu bölgede siyaset yapmak ya da İran'ı tamamen düşmanlaştırarak bir Orta Doğu siyaseti gütmek, ABD açısından kutuplaştırma siyaseti zemininde bir anlam ifade edebilir.
Bu noktada da daha pragmatik olan güce dikkat çekmek lazım. Bu pragmatik güçte benim biraz önce işaret ettiğim, Çin Halk Cumhuriyeti. Mesela, Çin'in, Barzani'yle çok yakın ilişkileri var, öte yandan İsrail ile ilişkileri var. Hatta Yunanistan'a kadar baktığımızda hem Türkiye ile çok iyi ilişkileri var hem de Yunanistan ile iyi ilişkileri var. Çin bu noktada bir ayrım gözetmeksizin bölgede Doğu Akdeniz'de, Orta Doğu'da bir siyaset ortaya koymaya çalışıyor. Dolayısıyla İran’ı şeytanlaştırma ABD’nin siyaseti olarak görülebilir. Ama Suudi Arabistan – İran diyaloğunda ya da yakınlaşmasında da görüldüğü gibi İran'da her konuda olmasa bile anlaşabilen konularda belli bir zeminde diyalog çerçevesi ortaya konulması ve işbirliği geliştirmesi, Çin'in politikası olarak ortaya konuluyor. Dikkat çekelim bu bir yöntemsel farklılıklardan dolayı değil, yapısal farklara işaret eden bir durum var.
-
İsrail, Filistin'deki işgalini her geçen gün daha da artırıyor. Öte yandan İsrail'in Suriye saldırıları da bitmiyor. Suudi Arabistan bu koşullarda, İsrail ile neden bir normalleşme adımı atıyor?
İsrail ile Arabistan yakınlaşması bugün ortaya çıkan bir şey değil. Donald Trump döneminde atılan adımları hatırlamak lazım. İsrail’den Arabistan’a doğrudan uçuşlar başlatılmıştı, o dönem “De Facto” tanımayla ilgili önemli adımlardı. Hatta Trump, İsrail ve Filistin barışı ile ilgili “çılgın projeler” ortaya koymaya çalışmıştı. İsrail ile Suudi Arabistan’ın yakınlaşması belli bir birikimin sonucu. Yani yakınlaşma artık güncel değil aslında. Resmi tanıma esas mesele. Çünkü Mısır ve Ürdün başta olmak üzere özellikle BAE, Umman gibi birçok ülke tarafından tanındı. Arabistan’ın tabii ki de Arap dünyasında Körfez’deki konumu açısından başat bir rolü var. Suudi Arabistan bir yandan İran ile ilişki geliştirirken diğer yandan İsrail ile de ilişkileri farklı bir zemine taşımaya çalışıyor. Tekrar vurgulayalım, bölgede fosil yakıtlar tükendikten sonra Suudi Arabistan artık eskisi gibi enerji kartını kullanarak Batıyla ilişkilerini tanzim etme konusunda çok zorlanacak. Onun için yeni işbirliklerine geliştirmesi lazım. Bu adımlar da onun işareti.
-
İsrail’den bir haftada iki bakan Riyad’a ziyarete gitti. Bu resmi tanıma anlamına gelmez mi?
Uluslararası hukuk açısından bu çok tartışılan bir konu. “De Jure” mu yoksa yoksa “De Facto” mu? Bakan düzeyinde bir iletişim varsa, aslında bu bir “De Jure” yani resmi tanımadır. Devlet düzeyinde ilişki kurmuş oluyorsun. Fakat ilan edilmemiş bir “De Jure” durumu var.
ÇİN, İÇ SİYASETE KARIŞMIYOR
-
Suudi Arabistan'ın İsrail ile yakınlaşma adımları, Çin ile ilişkilerini etkiler mi?
Çin’in İsrail'le ilgili, ilişkilerde bir bagajının olduğunu düşünmüyorum. Yani Çin’in İsrail ile özellikle teknoloji bağlamında ilişkileri var. Çin, İsrail’i tamamen dışlayan ya da ona benzer ötekileştiren bir siyaset ortaya koymaya çalışmıyor. Gelecek dönemde Çin’in bu yaklaşımları sayesinde Orta Doğu’daki konumunun da geliştiğini somut bir şekilde göreceğiz. Çin’in İran’la daha önce yaptığı doğal gaz anlaşmaları vardı. Özellikle ABD gibi başka ülkeler aracılığıyla Orta Doğu’ya etki etmeye ya da nüfus etmeye çalışmıyor. Çin’in Irak içinde değişik gruplar arasındaki ilişkileri, Suriye’de Esad’la ilişkileri, Mısır ile ilişkileri… Çin kompartıman siyaseti uyguluyor ve pragmatik bir siyaset ifade ediyor. Bu da Çin’in ABD ile arasındaki en büyük fark. Çin, ABD gibi iç siyasete karışmıyor. ABD’nin de bu politikalar sonucunda bugün nüfuz etkisinin azaldığını da somut olarak görmekteyiz. Çin, ABD gibi ideolojik angajmanlar olmadan ilişki kuruyor. ABD artık dogmaları olan köhneleşmiş bir güç. Çin’in Afrika kıtasında artan etkisi de aslında Çin’in nasıl bir politika ortaya koyduğunu göstermektedir.
HAMANEY: KAYBEDEN ATA OYNUYORLAR
İran dini lideri Ayetullah Ali Hamaney isim vermeden Suudi Arabistan'a atıfla, İsrail ile ilişkileri geliştirmek isteyen ülkelere yönelik eleştirilerde bulundu. “Siyonist rejimle bahsini sürdüren hükümetlerin büyük zarar göreceğine inandığını” söyleyen dini lider, şu ifadeleri kullandı:
“Yenilgi onları bekliyor, hata yapıyorlar. Avrupalıların da dediği gibi, Kaybedecek bir at üzerine bahis oynuyorlar.” “Bugün Siyonist rejimin içinde bulunduğu durum ona yakınlaşmayı teşvik edecek bir durum değil” diyen İran dini lideri, İsrail devletinin yakında ortadan kalkacağını ifade etti. Ayetullah Hamaney konuşmasının devamında “Siyonist rejimin sadece İran'a karşı değil Mısır, Irak ve Suriye dahil diğer bölge ülkelerine karşı da kin ve öfke dolu olduğunu zira amaçlarının Nil'den Fırat'a kadar olan toprakları işgal etmek olduğunu ancak bunun gerçekleşmediğini” belirtti.