Yandex
16 Ocak 2025 Perşembe
İstanbul
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Mersin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Batının finans sistemine çomak sokmak

Batı’nın hegemonyasını zayıflatmanın yolu ekonomik araçlarını etkisizleştirmekten geçiyor. Bunu hem Asya ülkelerinin hem de Ortadoğu’daki İslam ülkelerinin güvenini kazanmış Türkiye sağlayabilir. ..

Batının finans sistemine çomak sokmak
A+ A-
EYÜP DURSUN ERGÜR / Sosyolog - Mali Müşavir

20. yüzyılda gerçekleşen iki dünya savaşının da görünürdeki sebepleri her ne kadar siyasi olarak anlatılsa da bu sebepler aslında ekonomiktir. Bu sebeplerin geçmişini daha ayrıntılı bir şekilde incelediğimizde 17. yüzyılda emperyalist güçlerin Afrika ve Asya’daki doğal kaynakları ülkelerine transfer etmeleri ve köle ticaretiyle başlayan sürecin sonucunda bu ülkelerde oluşan ucuz işgücüyle birlikte sanayi dönemine geçişin ilk tohumları atılmıştır. Bununla bağlantılı olarak transfer edilen doğal kaynakların da neticesinde sermaye birikiminin gelişmesiyle bu durum Sanayi Devrimini doğurmuştur. Böylelikle gelişen sanayi sonucunda da günümüzdeki Batı uygarlığı oluşmuştur. Batı uygarlığı, aslına bakıldığında sermaye elitlerinden oluşan gelişmiş demokrasi, insan hakları gibi maskelerle gizlenmiş bir oluşumdan başka bir şey değildir. Bu kapsamda gelişmiş demokrasi ve insan hakları maskesinin batıya kazanımlarını ileride aktaracağız.

Bugün Ortadoğu’da birçok ülkede zenginlik; arsa ve bina gibi taşınmazlarla ölçülmektedir. Dolayısıyla Ortadoğu’da biriken sermayenin büyük bir bölümü gayrimenkule, yani taşınmaza yönelmektedir. Oysa Batı bu anlayışı geride bırakarak sermayenin hangi alanlara aktarılması gerektiğini çözmüş ve sermayenin bilgi ve teknoloji üreten alanlara akmasını sağlamıştır. Dünyanın en iyi gayrimenkulünü bile yapsanız onu ihraç etme imkânınız olmayacağı için bu gayrimenkulü değişik yöntemlerle yabancı yatırımcıya satmak için uğraşmak zorunda kalırsınız. Oysa bugün bilgi ve teknoloji üreten şirketlere baktığınızda bambaşka bir tabloyla karşılaşırsınız. Örneğin Volkswagen’in tek başına ulaştığı yıllık ihracatı 158 milyar avrodur. Apple ve Microsoft gibi şirketler, az emekle çok kazanç sağlayan iletişim ve bilgisayar sektöründeki üretimleri ile Ortadoğu, Afrika, hatta Asya’nın birçok kaynağını, kendi ülkelerine toplamaktadırlar.

CANKURTARAN MI, AVCI MI?

Bugün Batı, az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelere devamlı kaynak transferi yapacak kurumları (Dünya Bankası, IMF vb) oluşacak ekonomik problemlere karşı hazırda bulundurmaktadır. Bu ülkeler siyasi ve ekonomik problemlerle karşılaştıklarında söz konusu kredi kuruluşları, bu ülkelere ihtiyaç duydukları krediyi temin etmektedirler. Böylece istedikleri kişilere hem iktidarı teslim edebilmekte, hem de kendi elleriyle iktidara getirdikleri yönetimlere istediklerini yaptırabilmektedirler. Böylece IMF, Dünya Bankası, Avrupa Kalkınma Bankası vb kurumlar hem legal parayı takip etmekte, hem de bu legal para (ithalat-ihracat) dengeleri sayesinde ileride oluşabilecek krizleri öngörmekle beraber, kriz gerçekleştiğinde ise bu duruma hazırlıklı oldukları için adeta cankurtaran gibi yardıma gelerek ülkelerin kısa vadede rahatlamasını sağlamaktadırlar. Ancak kısa vadede rahatlayan bu ülkeler, aslında bu suretle boyunlarına bir tasma takıldığını anlayamamaktadırlar, durumun farkına varan kişilere karşı ise bu konuya ilişkin başka argümanlar sunulmaktadır. Örneğin böyle durumlarda paravan isimlerle dolaşan kredi kuruluşları devreye sokulmaktadırlar. Bu paravan kredi kuruluşları da IMF dışındaki bir organizasyonmuş gibi devreye girerek aslında IMF’nin sunacağı reçetenin aynısını hedef ülkeye sunarak kabul ettirmektedirler.

IMF genelde ithalat-ihracat dengesizliği durumlarında ülkelerin borçlanma hareketlerini izlemektedir. Yani bu durumda ithalat-ihracat verilerine dayanarak kayıt içi para izlenmektedir, diyebiliriz. Keza dünyada bir de kayıt dışı paranın varlığı göz önünde bulundurulduğunda, kara para olarak adlandırılan ve gayrimeşru kazançlardan oluşan bu paranın da ayrıca incelenmesi gerekmektedir.

DÜNYADAKİ KARA PARA TRAFİĞİ

Bizim konumuz birtakım vergi yasalarındaki boşluklardan faydalanarak belgesiz ticaretle sağlanan para ve bununla beraber az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde yaşayan orta gelirli serbest meslek sahibi (doktor, avukat, noter, mali müşavir, kamu yöneticileri, özel sektör yöneticileri vb) kişilerin oluşturduğu tasarruflardır. Dünyadaki kara para trafiği dikkate alındığında, batı tarafından bu kayıt dışı paranın (bağımsız ve bağlantısız, nasıl kurulduğu ve nasıl işlediği belli olmayan, aslında mafya devleti olan, dünyanın yaşam standardı en yüksek, demokrasi ve insan haklarında kendisine rakip tanımayan ülke: İsviçre) İsviçre bankaları üzerinden stoklandığı sonucuna ulaşırız. Her isteyen bu ülkede kendi adına veya paravan adlarla hesap açabilmektedir. Bu toplanan para kayıt dışı olduğundan, kişi kendi ülkesinde bir soruşturma veya kovuşturmaya konu olmamak için paranın saklanmasını sağlamak amacıyla bu parayı İsviçre bankalarına yatırmaktadır. Gelişmişlik düzeyi düşük olan ülkelerde yaşayan ve kayıt dışı parayı bir şekilde muhafaza etmek isteyen bireyler, elde ettikleri bu kayıt dışı paranın kendi ülkelerinde ortaya çıkması durumunda, hukuki ve demokratik düzenden kaynaklanan yaptırımlara maruz kalmamak ve aniden bir kayba uğramamak için İsviçre bankalarına başvurmaktadırlar. Bu yöntemle stoklanan sermaye birikiminin geri gitme riski, kendi ülkelerindeki şartlarla kıyaslandığında oldukça düşüktür. İsviçre bankalarının, depoladığı bu paraları balyalar halinde kasalarda sakladığını düşünmek ise çok iyimser bir yaklaşım olacaktır, biriktirdiği bu parayı nasıl değerlendirdiği noktasında İsviçre bankaları adına ciddi bir veri bulunmamakla birlikte, düşük maliyetli bu parayı yine batıdaki bankalara kredi olarak verdiklerini düşünmek ise yersiz olmaz. Ayrıca İsviçre bankaları gelen mevduatları saklamak için negatif faiz uygulamaktadır, yani bu bankalar kişilerin parasını tutmak için bir bedel ödemek yerine bunun tersine bir bedel istemektedirler, böylece paranın bu yöntemle de değerlendirildiğini söyleyebiliriz.

Ayrıca emperyalizm, günümüzde dünyadaki orta gelirli kişilerin tasarruflarını son zamanlarda da oldukça gündemi meşgul eden bitcoin (kripto para) vb argümanlar aracılığıyla da kontrol ederek değerlendirebilmektedir.

ÜRETİM EKONOMİSİ

Asıl konumuza dönecek olursak, Batı’nın piyasayı ve sistemi kontrol ettiği tüm yöntemler araştırıp tespit edildiğinde, bu yöntemlere karşı Batı’nın ekonomik düzenine üretim ekonomisi ile çomak sokmak, başka bir ifadeyle bu sistemi bozmak elbette mümkündür. Fakat üretim ekonomisi bu durumda nasıl oluşacaktır? Bunun için sermaye birikimi ya da yabancı sermaye yatırımının elde edilmesi gerekmektedir. Yabancı sermaye ise üretim amaçlı gelmemekle beraber paradan para kazanmak amacıyla gelir ve kısa vadeli yatırım yapar. Ne zaman gideceği belli olmamakla birlikte giderken de yatırımın boyutuna bağlı olarak ülkede ekonomik sarsıntı yaratması kuvvetle muhtemeldir. Bu yüzden uzun vadeli ve üretim amaçlı gelen yatırımcılara ciddi kolaylık sağlanması gerekmektedir.

Türkiye’de yatırım için çeşitli alanlarda oldukça cazip fırsatlar vardır. Özellikle doğal güzellikleri ve derin tarihi birikimiyle ülkemiz Ortadoğu ve Asya’nın dikkatini ve ilgisini çekmektedir. Ülkemize sadece yılda beş milyona yakın İranlı turist gelmektedir. Diğer Ortadoğu ülkelerinden gelenler ve Orta Asya ülkelerinden gelenlerle birlikte düşündüğümüzde bu kitle büyük bir potansiyel oluşturmaktadır. Ancak geçmişten bugüne sürekli ve dönemsel olarak siyasi ve ekonomik krizlerin çıkması (çıkarılması) sebebiyle bu potansiyele ulaşmak mümkün gözükmemektedir.

Burada bir konuyu daha zikretmeyi uygun buluyorum ki, aslında bu konunun başka bir yazıda anlatılması gerekmektedir. Yıllarca ABD’de yüksek lisans yapmış bir Maliye Bakanlığı bürokratıyla IMF konusunu tartışırken bu şahıs açıklamasında aslında IMF’nin verdiği paranın önemli olmadığını ve sadece IMF, bu parayı verince istikrarlı bir kuruluşla anlaşma imzalandığı için diğer kredi kuruluşlarının da o ülkeye kredi vermesiyle bu sürecin devam ettiğini belirtti. Zihni iğdiş edilmiş bu kişiye şu cevabı vererek konuşmamı bitirdim: “Yani IMF, istikrarsız olan bir ülkeye onu disipline edeceğini kabul ettiriyor ve bu ülke bu şekilde disipline oluyor. Diğer ülkeler veya kredi kuruluşları da böylece kredi vermeye başlıyorlar.”

Daha önce Maliye Bakanlığı ve Hazine Müsteşarlığında görev yapan tüm bürokratların ABD ya da ABD bağlantılı bir İngiliz üniversitesinde yüksek lisans yaptıklarını bilmenizde özellikle fayda var. Türkiye’nin ekonomi politikalarını belirleyen bu bürokratlar ülkeyi batırıyorlar ve sonra aynı bürokratlar, eğitim aldıkları ülkeden öğrendikleriyle batırdıkları ülkeyi düzlüğe çıkarıyorlar ki, bu konuya ayrıca tekrardan değineceğiz.

Ülkemiz, gelişmiş demokrasi ve insanlara sağladığı güven sayesinde Ortadoğu’nun gözde bir ülkesidir. Ancak hukuki düzenlemeler gereğince ülkemizde yabancı birinin hesap açtırması oldukça zordur. Çünkü bunun için ikamet iznine ihtiyaç duyulmakta veya bir tebligat adresi gerekmektedir. Ülkemize gelip de otelde konaklayan herhangi birinin bunları yapması çok güçtür. Güvenlik endişeleri göz önünde bulundurulduğunda zaten hâlihazırda suç işleyen kişiler INTERPOL tarafından bilindiği ve takip edildiği için hem ülkelerinden çıkamamakta hem de Türkiye’ye girerken sistemde görünmektedirler. Bugün bizzat görüştüğüm birçok İran vatandaşı aslında Türkiye’de mevduatlarını yatırmak istediklerini ancak yasalar gereği hesap açtıramadıklarını ifade ettiler.

NASIL OLACAK

Burada batının kullandığı ekonomik yöntemlere karşı üzerinde duracağımız en önemli husus, batının en güçlü argümanı olan finans sistemine çomak sokmak olacaktır. Bu çomağı da ancak hem Asya ülkelerinin hem de Ortadoğu’daki İslam ülkelerinin halklarının güvenini kazanmış Türkiye sağlayabilir. Bu bağlamda yapılacak ilk çalışmalardan biri Türkiye’ye pasaportuyla giriş yapan her yabancı ülke vatandaşına hesap açabilmesi konusuna ilişkin bir düzenleme yapılarak bu konudaki şartların yumuşatılması ve bu çalışmaların reklam, tanıtım vb unsurlarla Türkiye’ye giriş yapan her yabancıya duyurulması gerekmektedir.

Son yıllarda medya kuruluşlarında sıkça ismini duyduğumuz Davos Zirvesinde konuşulanları biz her ne kadar bilmesek de İsviçre hükümeti ve İsviçre’nin hamilerinin bunları bilmemesi elbette mümkün değildir. Bu toplantılar neden gizlidir, neden alınan kararlar açıklanmaz, bu durum hepimiz için bir muammadır.

Çağımızda askeri ve siyasi hangi zaferi kazanırsanız kazanın, ekonomik zaferle taçlandıramadığınız müddetçe kazandığınız zaferler yetersiz kalacaktır. Bu anlayış değiştirilmediği sürece doğu her ne kadar üretse bile bu üretimden sağladığı kazançlar birtakım siyasi ve sinsi operasyonlarla batıya akmaya devam edecektir. Batı’ya karşı kazanılacak en büyük zafer, kurmuş oldukları ekonomik sisteme çomak sokmaktır. Bunun için de yapılacak ilk işlerden biri; Türkiye’de ikameti olmayan, turizm amacıyla ülkemize gelen her yabancıya banka hesabı açtırılmasına ilişkin mevzuatı düzenleyerek bu kişilere kolaylık sağlamak olacaktır.

Unutmayalım, damlaya damlaya göl olur.

Son Dakika Haberleri