Bayram Salman Aydınlık'a konuştu - 2: Torosların halk sazları çeşitliliği çok fazla
‘Üç tellinin iki telli olanı, dört telli olanı da var. Değişik değişik. Hepsinin çalım tekniği farklı. Esas cura çeşitleri, Sipsi, tırnak kemane, hegit, Antalya bölgesinde de Fethiye bölgesinde de var.’
Bu hafta, TRT İzmir Radyosu saz sanatçısı Bayram Salman, bizlere Radyo’ya giriş sürecini, sınav tecrübelerini ve tırnak kemaneyle, kabak kemane arasındaki farkı, kemane çeşitlerini anlattı. Yaylaların güzelliğini ve Torosların huzurlu esintisiyle birlikte “Dön gel Hasan’ım” gurbet havasının hikayesini gelin birlikte dinleyelim.
- Radyoda enstrüman sınavına mı, ses sınavına mı girdiniz?
Enstrümanla girdim. 1981 yılında “Radyo’da yetiştirilmek üzere” başlığıyla sınav duyurusu yapıldı. Türkiye’de de siyasi olarak ortalığın karışık olduğu bir dönemdi. Sokaklar paylaşılmış, yürüyemiyorduk. Fethiye’de üç arkadaşız. Onlar da bağlama çalıyor, biri de söylüyor. Bize en yakın yer Antalya. “Nasıl gideceksiniz Antalya’ya” dediler. Antalya’da tanıdıklar vardı, on kişi gittik, bizi misafir ettiler ve bu sayede sınava girdik. Şahin Akay ile o sınavda tanıştım. Sınava giren üç kişiden sadece ben kazandım.
TIRNAK KEMANE İLE GİRDİM KABAK KEMANE ÇALDIM
Geri döndük, güvenlik soruşturması sürecini beklerken o arada İstanbul’da İTÜ’nün Konservatuvar sınavına girdim ve kazandım. Nida Tüfekçi yönetiyordu. Bize “hangi radyoda çalışmak istiyorsunuz” diye seçenek sunuyorlardı. İTÜ’yü kazanınca İstanbul Radyosu’nu istedim. İstanbul’a gittim ve on gün kaldım. Ahmet Yamacı, Hamdi Özbay, Mehmet Özbek, Tuncer İnan, başka hocalar da vardı. Gelmeme sevindiler, ege kemane olarak. Orada yoktu çünkü. “Senin burada tanıdığın var mı? Nerede kalacaksın?” dediler. O zaman maaş da yoktu. Çok az bir para veriliyordu. Mali durumum da belli. Dediler ki bu durumda sen okula devam edemezsin. Sabah 9.00’da başlayacaksın 17.00’ye kadar devam edecek. Konservatuvarı bitirenlerin çoğu dışarıda kaldı, giremediler. Uğraşma geri dön dediler. Aslında okul ertelenebilirmiş ama o zaman bunu düşünemedim.
Üç gün daha kaldım İstanbul’da. Ankara’yı aradılar, “Bayram Salman’ı İzmir’e gönderiyoruz” dediler. İzmir’e geldim. Mustafa Özcan, Hulki İpek, Makbule Kaya o dönemden arkadaşlarım. Sınava tırnak kemane ile girmiştim. Stajyerliğe kadar kabak kemane çalmadım. İzmir’de Salih Urhan “kabak kemane çal” dedi. “İyi” dedik yaptırdık bir kabak kemane ve çaldık.
HEGİT SAZI YÜRÜRKEN ÇALINABİLİR
Antalya’da amatör bir ses yarışmasına gittim. Bir adam yanıma geldi, “Sizi daha önceden de dinledim. Buraya geldiğinizi duydum, bu sazı size hediye edeceğim dedi. Sazın adı Hegit, Hegit, Türk halk müziğinde kullanılan ve yapımı yörelere göre değişiklik gösteren Orta Asya kökenli yaylı bir çalgının ortak adıdır. Aldım ben de. Çok ince tel takmışlar. Ona uygun tel taktım. Onu da zaman zaman çaldım. O üstten basmalı, kabak kemane gibi çalınıyordu.
İ. Can: Sazı yürürken çalabiliyor musunuz?
Hegit çalınır.
İ.C. Orta Asya’ya gittim. Türkçeyi çok güzel kullanıyorlar. Mesela lokanta yerine aşevi, eczane yerine dermanhane diyorlar. Hegit de sanki bizim kemençe, sizin tırnak kemane, tulum gibi yürüyerek çalınabilen sazsa ismi oradan gelmiş olabilir. Karadeniz’de yaylaya gidileceği zaman kemençe bulunamadığında kimse hareket etmez. Kemençeciyle birlikte yaylaya yürüyerek, oynayarak çıkılırdı. Göçebe bir toplum olduğumuz için o sazda göçe yardımcı oluyor, yolu kolaylıyordu.
Aynısı Teke yöresinde de var. Bizim Fethiye bölgesinin, Torosların halk sazları çeşitliliği çok fazla. Üçte telli parmak curamız var. Üç tellinin iki telli olanı, dört telli olanı da var. Değişik değişik.
HER CURANIN ÇALMA TEKNİĞİ FARKLIDIR
- Hepsinin çalım tekniği farklı mıdır?
Evet farklı. İkitelli olanın bazılarına Dirmil Curası da deniliyor. Esas cura çeşitleri, Sipsi, tırnak kemane, hegit, Antalya bölgesinde de Fethiye bölgesinde de var. Zaten araştırmalarımıza göre Fethiye'nin genellikle halkı Toroslardan, Antalya üzerinden gelip, Fethiye'ye yerleşmişler.
- Dağlardan gelmişler.
Evet. Yaz olduğu zaman gene dağlara, yaylalara çekiliyorlar. Şu anda Fethiye yerlisinin neredeyse tamamının yaylada yayla evleri var.
GÖÇERLİKTEN KALAN YAYLA ÖZLEMİ
İ.C. İstanbul'dan giden Karadenizliler “bu yazın gid p oh denize girelim” diye memlekete gitmezler. Hepsinin bütün heyecanı, bütün enerjisi yayla içindir. Yaylaya gitmek diye memleketine giderler.
Aynen, aynen… Bizde de öyle. Bir anlamda da orada canlanıyorsunuz. Aşağıda kuruyorsunuz susuz ağaç gibi, güneşte kalmış bitki gibi. Şimdi Fethiye'nin içinde de biraz yaşı ileri olanlar, işlerini gençlere, oğullarına, çocuklarına teslim edebilen herkes yaylalara gidiyor. Fethiye’de evimi yeni yaptırmıştım. Bizim köy yaylaları çok olan bir köy. Hem antik hem de turistik bir köy. Günde bin beş yüz otobüs gelir. Altı yedi yüz metre yükseklikte. Bana, sen Fethiye'nin içinde yanıyorsun, ne işin var orada bu sıcaklarda diyorlardı. Sonra eve geldiler evin içi buz gibi. Menderes Dağı'ndan gelen esinti, bizim dairenin içinden girip çıkıyor.
Yirmi dört saat...
- Kışın da donuyorsunuzdur?
Hayır, denizden gelen rüzgar ile tam tersi, ılık oluyordu. Küçük bir soba yetiyor.
RAMAZAN GÜNGÖR’DEN ÇOK ŞEY ÖĞRENDİM
- Radyo yıllarında, sizinle birlikte saz ekibinizde kimler vardı?
Turan Özcan İstanbul'dan geldi. Hulki Rıza İpek, Güngör Akdeniz vardı. Güngör Akdeniz, Çanakkaleli ve uzun boylu. Şahin Akay, o da sipsiden girdi. Sonra kaval çaldı, kavalla devam etti.
- İlk çaldığınız soloyu hatırlıyor musunuz?
Gurbet. Uzun havalı gurbet atışlarımız, Türk Halk Müziği'nde çok önemlidir. Onu çalamazsan olmazdı...
- Hamdi Özbay, Ahmet Günbay’dan biraz bahsedebilir misiniz?
Hamdi Özbay ağabeyi ile çok beraber olamadık. Zaman zaman görüşebildik. Emekli olduktan sonra Fethiye'ye yerleşti. Belediyenin kültür sanat evi ve çok güzel de bir dernekleri vardı. Orada çalışıyorlardı. Hamdi Ağabey o derneğin Türk Halk Müziği Korosu'nu çalıştırdı. Hem ses hem saz olarak çok iyi gençler yetiştirdi. Zaman zaman gittiğimde görüşüyorduk. Bundan yirmi sene önce Fethiye türküleri diye bir kaset yaptık. Bu kasete buradaki çoğu arkadaşlarımız birer ikişer türkü okudu. Hamdi abi de Fethiye'den kalktı buraya geldi, Kadıoğlu Zeybek'i çalmak için. Onu misafir ettik. Çok severdi beni.
Ramazan Güngör, onun yanında çok kaldım öğrenciyken. Okuldan çıkınca hemen yanına gidiyordum. Mahalli sanatçı olarak Hisarlı Ahmet neyse, Ramazan Güngör de Fethiye'de oydu. Yöre ezgilerini ondan öğrendim. O sakat halinde sazın teknelerini oyardı. Buradan gider gelirken Yılmaz İpek'ten saz kapaklıkları, tel götürürdük. Onun cenazesine katıldım. Katılabildiğim için çok mutluyum.
Sonra Ahmet Günday, onun da cenazesinde bulundum. Çok renkli bir kişiliği vardı. Bir de tok sesiyle o “çekemedim Akça kızın göçünden” tutun da Denizli türkülerine kadar. Bozlakları mükemmel okurdu. Abdal kültürüne hakimdi. Ege semahlarını çok güzel okurdu. Yani hem abdal, hem semah hem de yerel kültüre hakim bir sanatçı üstattı.
- Sizin kaç derlemeniz var?
Ölüdeniz ve Yayla oyun havası var. Kendi söz ve müziğini yaktığımız türküler var. “Mendos Dağı”, “Beşkaza” var. “Döngel Hasanım” var.
PAŞA OLUNCA KÖYÜNE KÖPRÜ YAPTIRAN KEL HASAN!
- Döngel Hasanım’ın (Gurbet Havası) hikayesinden bahsedebilir misiniz?
Döngel Hasan’ım Cezayirli Kel Hasan Paşa. Bizim köylü, akrabamız Cezayirli kel Hasan Paşa. Benim kelliğim de oradan geliyor herhalde...
1800’lü yıllarda Fethiye’nin Yaka Köyü’nde çiftçi bir ailenin çocuğu olarak doğmuş. Hasan annesiyle ve iki kardeşiyle birlikte yaşıyormuş. Babası çok küçük yaşta savaşta şehit olmuş. Tarlalarının suyu çok uzaktan, batı Torosların zirvesinden geliyormuş. Yazın komşu köylüler sık sık suyun yönünü değiştiriyorlarmış. Bu durumdan çok usanan Hasan köyden gidip denizci olmayı kafasına koyar. Yine bir gün tarlasını sularken suyunu keserler. Suyu tekrar salmak için tam iki saat dağlardan aşarak yürümesi gerekmektedir. Suyu açmaya gitmez,
Hasan belindeki ekmek yağlığını ve çarığını çıkartarak tarlasının başındaki meşe ağacına asar ve arkasına bakmadan Fethiye’nin yollarını tutar. Ancak Kemer’e geldiğinde, Eşen Çayı’nı büyük zorlukla geçen Hasan, içinden “keşke zengin olsam da buraya bir köprü yaptırsam” der ve yoluna devam eder. O zaman köyden Fethiye’ye yaya üç günde gidiliyormuş. Fethiye'ye vardığında çok yorulmuş, dinlenecek yer aramış. Yine içinden geçirmiş “param olsa da buraya bir han yaptırsam” diye. Karamersin’e geldiğinde epey yorulur, yürümekten ayakları şişer. Bir çam ağacına yaslanır, yine içinden der ki; “tüm köylüler çarşısına pazarına gidebilmek için bu yolu kullanır, keşke zengin olsam da buraya bir han yaptırsam” der ve yoluna devam eder. Fethiye’ye gelir, yolculuğu bir buçuk gün sürmüş. İskeleye geldiğinde bakar ki kocaman bir askeri gemi. Hemen gemiye yaklaşıp komutanıyla görüşmek ister. Hasan komutanın karşısına çıkartılır. Hasan komutana derdini anlatır ve gemici olmak istediğini söyler. Hasan uzun boylu, yiğit, çalışkan ve gözü pekmiş. Bu durumu beğenen komutan Hasan’ı gemiye alır. Artık Hasan bir gemici ve bir asker olmuştur.
Uzun yıllar Ege ve Akdeniz'de savaşlara katılır büyük başarı gösterir daha sonra Mısır’a gelerek Paşa’nın Konağında görev alır. Burada da kendini gösterir, her dalda başarılıdır ve kendini sevdirir. Bir gün Paşa ölür ve Hasan, Paşa’nın eşiyle evlenir. Artık Hasan Paşa olmuştur ve bütün ganimetler de Hasan’a kalmıştır.
Bir gün köyündeki ve Fethiye’de ki durumları eşine anlatır. Bunun üzerine eşiyle birlikte, işçisi ve ustasıyla malzeme dolu bir gemiyle Fethiye’ye gelir. Aradan yıllar geçmiş, Fethiye çok değişmiş, annesi ölmüştür. Hasan, suyun kesildiği Torosların zirvesinde, tamamen kayalık, sarp dağlardan oluşan yere bent yaptırmış. Bent ile suyun yarısı diğer köylere, yarısı da Hasan’ın köyü olan Yaka’ya akacaktır. Daha sonra Kemer’de ki Eşen Çayı üzerine bir köprü yaptırır. Fethiye’nin içindeki eski caminin temelini de atmıştır. Hasan bir daha Fethiye’ye tekrar gelememiştir, nerede öldüğü de kesin olarak bilinmemektedir.
Hasan’ın 1800’lü yıllarda yaptırdığı Eski Cami, Kemer Köprüsü ve Paşa Bent’i günümüzde hala ayakta. Muğla Makası’ndan çarşıya giden caddenin adına da Hasan Paşa Caddesi adı verilmiş.
Hasan, köyünü ilk terk edip gittiğinde arkasından annesinin yaktığı bu gurbet havası dilden dile dolaşmaya başlamış. Daha sonra bu gurbet havasını tırnak kemaneleriyle Salih Salman, Cemal Yağmur, Konyalı Mehmet ve Kör Yusuf çalıp okumuşlar. Bu sanatçılar şu anda hayatta değiller.
- Siz mi derleyip notaya aldınız?
Evet. Hikayesini de yazdık. Notasını da Nihat Kaya ağabeyimize yazdırdık. Nota konusunda o daha titizdir.