24 Kasım 2024 Pazar
İstanbul
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Behçet Necatigil'i kızından dinleyelim

Modern Türk şiirinin önde gelen şairlerinden Behçet Necatigil, 13 Aralık 1979 tarihinde aramızdan ayrıldı. Kızı Ayşe Sarısayın, “Şiirlerine, poetikasına baktığımızda dile getirmeye çalıştığı mesele, o sessiz isyan, insanın varoluşsal yalnızlığına, insanlık tarihinin dramına yönelikti.” diye konuştu.

Behçet Necatigil'i kızından dinleyelim

Behçet Necatigil, 13 Aralık 1979 tarihinde aramızdan ayrıldı. Modern Türk şiirinin önde gelen şairlerindendi. Herhangi bir edebi akıma katılmamış, şair ve fikir adamıydı.

Necatigil şiirlerinde evleri, en çok evleri yazdı. "Neden?" diye soranlara "Ev, yani aile, hayatımızdır. Bizi bir biçime, bir kalıba sokan ev ve ailedir" diyordu. "Merkezkaç bir kuvvet bizi uzaklara atsa bile, ince lastiğe takılı yoyo gibi, dar çevremizin yönetimine bağlıyız. Evler, eşler, çocuklar, yakın akrabalar. Çok şey evlerde olur. İnsanı saran her hacim, her mekân, her barınak bir evdir. Evsizler ev peşindedir, evliler evi ayakta tutabilme çabasında."

Çok Şey Yarım Hâlâ kitabınızda, lise döneminde babanızın şiirlerini okuduğunuzda günlüğünüze “Babam olağanüstü bir sanatçı, ama onu kimse anlamıyor, keşke ben anlayabilseydim” diye yazdığınızı belirtiyorsunuz. Bugün anladığınızı düşünüyor musunuz?

Behçet Necatigil'i kızından dinleyelim - Resim : 1

Lise döneminde döne döne babamın şiirlerini okuyor, kendimce yorumlamaya çalışıyordum. Yıllar yılı aynı evde yaşadığım babam ile hayranı olduğum şair Behçet Necatigil iki ayrı kimlikti adeta. Yaşadıkça ve okudukça, onun dünyasına biraz daha yaklaştıkça her şey yerli yerine oturdu elbette, en çok da söz ettiğiniz kitabın yazılma sürecinde, babamın ölümünden 20 yıl sonra onun yaşamını araştırırken, ardında bıraktıklarını, hakkında yazılanları yeniden okurken… Ama hiçbir insanı tümüyle anlayabilmek, çözebilmek mümkün değil sanırım. Attilâ İlhan’ın ünlü “Karantinalı Despina” şiirinde bir dizesi vardır: “Olmayacak şey bir insanın bir insanı anlaması.” Anlaşılmazlık bu boyutta olmasa da anlayabilmek kısa zamanlarla, kimi duygu ve düşünce ortaklıklarıyla sınırlı kalabiliyor çoğu kez.

Necatigil, “İnsan dünyaya başkalarını memnun etmeye gelmiş olmalıdır ve tabii sezdirmemelidir mümkün mertebe bu iş için geldiğini” diyor. Yaşadığı çevreden, insanlardan, kısacası toplumdan memnun muydu sizce?

AMANSIZ HASTALIK

Behçet Necatigil'i kızından dinleyelim - Resim : 2

Babamın ilk şiir kitabı Kapalı Çarşı’daki “Yel Değirmenleri” şiiri şu dizeyle başlar: “Yaşamak bir azaptır çok zaman.” Onu söz ettiği yaşama azabına getiren, varoluşsal bir yalnızlıkla beslenen içe dönük, çekingen mizacı -ki büyük ölçüde çocukluğuna uzanıyor. Çok erken yaşta anne kaybı, baba eviyle anneannesinin evi arasında geçen huzursuz ve güvensiz bir çocukluk, henüz ilkokul çağındayken başlayan ve neredeyse tek başına mücadele etmek zorunda kaldığı bir hastalık…

Aile içi kimi trajediler, gelgitli, fırtınalı ve kendisini hep yalnız hissettiği yıllar… Edebiyata sığınarak, kitaplarla teselli bularak ayakta kalmaya çalıştığını söylüyor. Dış dünyanın olumsuzluklarından uzaklaşmak için içeriye yönelip bu duyguyla kendi edebiyatını yaratırken dışarıdaki sorumluluklarını da ihmal etmeme, başkalarının hayatlarını mümkün mertebe kolaylaştırma çabası… Babamın kendi yaşamından, yaşam koşullarından şikâyetçi olduğunu hiç duymadım, aksine, şükretmeyi bilen biriydi ama, burada daha derin bir şey var bence. Şiirlerine, poetikasına baktığımızda dile getirmeye çalıştığı mesele, o sessiz isyan, insanın varoluşsal yalnızlığına, insanlık tarihinin dramına yönelik olmalı…

Siz kimya mühendisi, ablanız mimar. Babanız sizin şiirle ilgilenmenizi istedi mi?

Bu sorunun kesin bir yanıtı yok, ama edebiyatla ilgilenmemizi, okumamızı istemiştir mutlaka. Genel olarak seçimlerimizde bizi özgür bırakır, yönlendirmek için özel bir çaba göstermezdi. Konu edebiyat olduğunda da aynı yaklaşım: Bir kez söylemekle yetinmek, ısrar etmemek...

Çalışma odasının girişinde küçük bir etajer vardı, aylık edebiyat dergileri, yeni gelen kitaplar bir süreliğine orada dururdu hep. Odaya girdiğimde eliyle işaret eder, “Yeni bir şeyler geldi” derdi sadece. “Al, bunları oku!” dediğini pek hatırlamıyorum. İçeriği sıkça değişen “yeni gelenler” bir hazine gibiydi benim için. Belki de bu yaklaşımı ille de okumamı söylemesinden daha etkili oldu edebiyatı sevmemde.

DAKTİLO TIKIRTILARI EŞLİĞİNDE DALINAN UYKULAR

Şair bir babanın kızı olmak, sizin de yazar olmanızda bir etkisi oldu mu?

Gençken farkında olmasam da yıllar içinde geldiğim yer bu etkinin uzantısı. Edebiyatın baş rolde olduğu bir evde doğup büyümek, bitmek bilmeyen daktilo tıkırtıları eşliğinde dalınan uykular, henüz okuma yazma bilmediğim çocukluk yıllarımda her akşam yemeğinde farklı bir serüvenini dinlediğim Cimbil fare masalları, çocuk hastalıkları geçirirken, yüksek ateşle yarı uyur yarı uyanık gözümü açtığımda başucumda bulduğum bir kitap, sevdiğim bir çizgi roman…

İyi bir okur olma çabasıyla çıktığım yolculuğun başlangıcında bu görüntüler var. Baba evimde hayal edebileceğimden çok daha fazla kitapla buluşabiliyordum. Televizyonun bile olmadığı o yıllarda büyük bir şanstı istediğim kitaba istediğim anda ulaşabilmek. Babamın şair, yazar ve öğretmen kimliğinin yanı sıra annemin de edebiyat öğretmeni olması, yakın çevrelerinin ağırlıklı olarak edebiyatçılardan oluşması vb etkenler de var tabii. Sofralarda edebiyat konuşuluyor, edebiyatçıların adı geçiyor… Bu konuşmalara, edebiyat tartışmalarına kulak misafiri olmak bir tür eğitim niteliğindeydi.

Fen ağırlıklı bir lisede okumamın ve o yıllardaki arkadaş çevremin de etkisiyle farklı bir alan seçsem de edebiyattan hiç kopmadım. Yıllarca sürdürdüğüm okuma yolculuğu, bu yolculuğun sağladığı birikim gün geldi, yazmaya evrildi.

ÇOCUKLUĞUMDA

KALAN DUYGU: GÜVEN

Behçet Necatigil, şiirlerinden, yaşamından anladığımız kadarıyla nahif bir insan. Baba olarak anlatmanızı istesek neler söylersiniz?

İlişkimiz çok yakın değildi, evdeki vaktinin çoğunu çalışarak geçirdiği için, az önce de değindiğim dar zamanlarda sınırlı paylaşımlar… Çocukluğumdan hatırladığım en belirgin duygu, güven. Babamın yetişme koşulları, yalnızca karakterinin şekillenmesinde değil hem bize yaklaşımında hem de şiir yolculuğunda belirleyici olmuştu: “Benim de arkamda / Renkli taşlar olsaydı / Çocukluğuma giden yolu / Bulmam kolay olurdu” diye yazıyordu bir şiirinde. Ablama yazdığı “Mavi Işık” şiirinde ise şöyle sesleniyordu ona: “Bizim çocukluğumuz / Karanlık paslı / Sen güneşlerde yaşa / Altın saçlı…”

TÜM EV İŞLERİNİ YAPARDI

Sorumluluk ve görev bilinci gelişmiş, emeğe büyük saygısı olan, vicdanlı ve merhametli bir insandı. Arada bir mutfağa girip yemek yapması, bazen annemi güçlükle ikna ederek bulaşığa girişmesi, annem olmadığında tüm ev işlerini, alışverişi üstlenmesi; özellikle kadın-erkek rollerinin kesin çizgilerle belirlendiği 1970’li yıllarda pek rastlanmayan, sıra dışı bir durumdu. Bu yaklaşımında annemin üzerindeki yükü biraz olsun azaltma ve kimseye yük olmama çabasının belirleyici olduğunu çok sonraları anladım. Neredeyse tüm yaşamını sorumluluklarına ve kimseye yük olmama çabasına göre yönlendirmiş olduğu hem davranışlarında hem de şiirlerinde açıkça görülüyor. Dolayısıyla ablam da ben de eşitlik, adalet, vicdan ve merhamet kavramlarıyla farkında olmadan çocuk yaşta tanıştık, davranış biçimlerini bu kavramların şekillendirdiği bir ortamda büyüdük.

“Hayatı onun şiirleriyle paralel yaşadım ve bir gün onu yazmayı deneyebileceğimi hissettim” diyorsunuz. Bu durum sizi nasıl etkiledi? Bir yazar olarak böyle bir babanın kızı olmak nasıl bir duyguydu?

Babam öldüğünde yirmi bir yaşındaydım, yolun çok başındaydım henüz. Daha öncesinde de şiirlerini anlamaya, kendimce yorumlamaya çalışmış olsam da yaşayarak ve deneyimleyerek gelinen yer çok farklı. “Evler şairi” olarak bilinen Necatigil’in ev şiirleri çok açık, anlaşılır şiirlerdir örneğin, ne var ki bir evin, ailenin, çocuğun sorumluluğunu üstlenip sınırlı imkânlarla bir yaşamı sürdürmeye çalışırken, o şiirlerin de anlamı farklılaşıyor, derinleşiyor gitgide. “Hayatı onun şiirleriyle paralel yaşadım” derken kastettiğim buydu. Babamın yıllar önce şiirlerinde dile getirdiklerini kendi deneyimlerimle yüreğimde tenimde hissetmek, onun bir dizesinden alıntıyla Çok Şey Yarım Hâlâ adını verdiğim anı-biyografi kitabını yazmak için cesaret verdi bana. Yazı yolculuğumun başlangıcı olan bu kitabın yeri çok farklı, varlığını babama borçlu olduğum ilk göz ağrım…

Son Dakika Haberleri