29 Mart 2024 Cuma
İstanbul 18°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Biden, Oscar, TRT

Gaffar Yakınca

Gaffar Yakınca

Gazete Yazarı

Dünya film endüstrisinin büyüklüğü 40 milyar Dolar’ı buluyor. Bu rakamda aslan payı ABD’ye ve tabii ki Hollywood’a ait. Ancak, Hollywood’un ABD’ye parasal kazançtan çok daha büyük bir getirisi var: Propaganda.

Amerikan film endüstrisi, ABD dış politikasının ve Amerikan yaşam tarzının propagandasını yapıyor. Filmlerin senaryoları, ana karakterlerin seçimi ve hatta zamanlaması bile ABD çıkarlarına göre planlanıyor. Amerika’nın ihraç edeceği fikir her ne ise Hollywood ona uygun filmler üretiyor. Ana tema hemen her zaman aynı oluyor: ABD’nin hedefe koyduğu kişi, ülke veya düşünce şeytanlaştırılıyor, “insanlığın düşmanı” olarak paketleniyor. Bu düşmanların karşısında ise insanlık adına savaşan iyi yürekli Amerikalı kahramanlar oluyor.

Şablon aynı olmakla beraber, ABD siyaseti ne yanı gösteriyorsa gündem öyle belirleniyor: Amerikalı kahramanlar, 90’lara kadar komünizme karşı savaşmışlardı, sonra diktatörlere, sonra “Müslüman teröristlere” karşı savaştılar. Şimdilerde ise çevreyi kirletenlere ve cinsiyet ayrımcılığı yapanlara karşı mücadele ediyorlar.

Hollywood’un ABD’nin dış politikasına verdiği destek kadar önemli olan işlevi ise Amerikan ideolojisinin ve yaşam tarzının ihraç edilmesi ile ilgili. Tüm dünya, en az yetmiş yıldır ABD yapımı filmlerin ideolojik bombardımanı altında. Milyarlarca insan kendi kimliklerinin dışındaki bir kalıba adeta gönüllü olarak giriyor. Kot pantolonun giyilmediği, hamburgerin yenilmediği bir ülke yok. Çok uzağa gitmenize gerek yok, Türkiye’deki ana okullarında bile Noel kutlanıyor, Cadılar Bayramı etkinlikleri yapılıyor.

HOLLYWOOD, ABD DEVLETİDİR

Amerikan Sinema Derneği, en büyük beş yapım şirketini ve Netflix’i temsil ediyor. Derneğin eski başkanı Jack Valenti ABD devleti ile Amerikan film endüstrisinin ilişkisi üzerine bakın ne diyor: “Hollywood ve Washington aynı DNA’dan doğmuştur.”

Texas Üniversitesi’nden Tricia Jenkins’in 2013 tarihli kitabının adı “Hollywood’daki CIA”. Jenkins’in yazdıkları “bu kadar da olmaz artık” dedirtecek cinsten. Kitapta, CIA’nın uzun yıllardır Amerikan filmlerini denetlediğini, yapımlardan önce senaryonun CIA’ya gönderildiğini, hatta bu iş için Hollywood’da çalışan özel bir CIA biriminin olduğunu öğreniyoruz. Nasıl “fikir özgürlüğü”, nasıl “demokrasi” ama!

Ama tabii, ilişkiler karşılıklı. Londra’daki Brunel Üniversitesi’nden Paul Moody, 250 binden fazla Wikileaks belgesini analiz ederek şu sonuca varmış: ABD dış işleri bakanlığı Hollywood’u savunmak için özel bir çaba harcıyor. Tüm dünyadaki ABD elçilikleri Hollywood filmlerinin yaygınlaşması için çalışıyor. Moody’nin bulguları arasında belki de en dikkat çekici olanı, ABD’li diplomatların bulundukları ülkenin yerli sinema sektörünü korumak için aldığı tedbirlerle de aktif olarak mücadele etmeleri. ABD, hiçbir ülkede yerli film şirketlerinin gelişmesini istemiyor, Hollywood filmlerini kendisi için bir milli dava olarak görüyor.

İÇ CEPHEDE NE DURUMDAYIZ?

Öte yandan dünyanın her yerinde Amerikan propaganda makinesine karşı direnenler de var. Emperyalizmin ideolojik hegemonyasına karşı yazıp çiziyoruz, Batı’nın ihraç ettiği yoz kültürü elimizden geldiğince teşhir etmeye çalışıyoruz. Ne kadar başarılı olduğumuz ise hayli tartışmalı. Çünkü bırakın dış surları, iç kalelerimiz bile fethedilmiş gibi duruyor.

ABD film endüstrisinin en önemli olayı Oscar ödül töreni. Bu tören, ABD’nin -bu alanda da- her zaman en büyük olduğunu ve asla bileğinin bükülemeyeceğini göstermenin bir aracı olarak kullanılıyor. Bir yıl boyunca beyinleri Amerikan ideolojisi ile yıkanan izleyiciler ekran karşısına geçip ağızlarını bir karış açarak beyinlerini yıkayan “deterjanı” alkışlıyorlar. Ve tabii, yeni deterjanlara da daha “hazır” hale geliyorlar.

Törenler ve ödüller, Hollywood’un ideolojik konumlanışından bağımsız değil. Propaganda makinesi ne yöne dönmüşse Oscar da ona göre şekilleniyor. Mesela bu yıl ilk kez törenlerin tanıtım görsellerinde Oscar heykelciği orijinal rengi olan altın sarısı ile temsil edilmedi. Bunun yerine, LGBT bayrağını çağrıştıran rengarenk bir görüntü tercih edildi. Zaten kısa süre önce de Akademi, aday olacak filmlerin “toplumda dışlanan kesimlere karşı pozitif ayrımcılık yapması” ön şartını koymuştu. Bir yarışma için böylesi sanat dışı bir kural getirilmesi sinema tarihinde belki de ilk kez yaşanıyordu ama, Akademi eleştirilmedi, aksine övgüler aldı. Toplumda pek çok insanı mağdur eden bir soruna karşı açıkça tavır aldığı için alkışlandı. Kimselerin de aklına mesela, “uyuşturucu da milyonlarca insanı mağdur ediyor, neden uyuşturucuyu özendiren filmlere yasak gelmiyor” diye sormak gelmedi!

Yerimiz dar, bağlayalım: ABD Başkanının Türkiye’ye soykırımcı, Türklere katil deyip ahlaksızca saldırmasının üzerinden henüz 48 saat geçmemişken, Oscar törenleri Türkiye’de de canlı olarak yayınladı. Nerede biliyor musunuz? Devlet kanalımız TRT 2’de! Gece saatinde yayınlamak yetmemiş olmalı ki ertesi gün bir kez daha yayınladı. Kim bilir belki de hala yayınlanmaya devam ediyor… Akademi, ödül töreninin yayın haklarını bedavaya vermediğine göre, dallı güllü afişlerle pazarlanan bu “muhteşem iş” bizlerin vergisi ile yapılmış oldu. Hem de bizler soykırım yalanı ile boğuştuğumuz bir sırada. Emperyalistler nasıl bu kadar pervasız ve küstah olabiliyorlar, anlıyorsunuz değil mi?