Biden’ın Çin’e karşı koalisyon çabası
Biden yönetimi içte ve dışta yapısal sorunlar ile karşı karşıya. Üstelik bu sefer karşılarında dünyadan kısmen izole bir Sovyetler Birliği de yok.
“ABD geri döndü”, Biden seçildikten sonra yaptığı ilk açıklama buydu. Daha sonra şöyle devam etti: “21. yüzyılda esas meydan okuma, ABD ile Çin arasında olacak.” Biden’ın Trumpizm politikalarına devam edeceğini gösteren bu açıklamalarını, ABD yönetiminin ilk dış ziyaretlerini Japonya ve Güney Kore’ye yapması takip etti. Geçen hafta G7 ve NATO zirveleri ile de Atlantik ittifakını yeniden konsolide etme çabası bütün bunların üzerine geldi.
G7 zirvesine Avustralya, Hindistan, Güney Kore ve Güney Afrika Cumhuriyeti’nin davet edilmesi ise çok açık bir şekilde ABD’nin “Çin karşıtı koalisyonu” stratejisinin bir izdüşümüydü.
Ayrıca bu dönemde siyasi literatüre ABD’li uzmanların soktuğu bir kavrama tanık olduk: Hint-Pasifik.
ABD’nin yeni yönetiminin Rusya’ya karşı ABD-AB ittifakını canlandırma, Çin’e karşı da “Hint-Pasifik” ittifakını yeniden restore etme stratejisi, AB ve Asya ülkeleri tarafından nasıl karşılandı? Şimdi bunu inceleyelim:
JAPONYA VE GÜNEY KORE NEREYE KADAR ABD’Yİ DESTEKLER?
ABD Dışişleri Bakanı Blinken ve Savunma Bakanı Austin, Biden yönetiminin temsilcileri olarak ilk yurtdışı ziyaretlerini önce Japonya’ya sonra Güney Kore’ye yaptı. Çin’e karşı “güçlü bir caydırıcılık” politikasının ilk adımı olarak QUAD adı verilen ittifakı canlandırma ve hatta genişletme politikası ABD tarafından ilk hedef olarak belirlendi. Blinken, Japonya ziyaretinde ilk açıklamasını “Çin’in Doğu ve Güney Çin Denizi’nde, Tayvan’daki agresif politikalarına gerekirse karşı koyarız” şeklinde oldu. Ayrıca aynı dönemde ABD, Japonya, Hindistan ve Avustralya ülkeleri, QUAD grubunun ilk liderler zirvesini gerçekleştirdi. QUAD zirvesinin sonuç bildirgesinde “özgür ve açık Hint-Pasifik” vurguları dikkat çekti. Trump döneminde iyice gerileyen Amerikan hegemonyasını tazeleme açısından, Biden yönetiminin bu zirveye büyük önem atfettiği anlaşılıyor. Aynı zamanda zirve, Kuşak ve Yol Girişimi ile küresel etkisini artıran Çin’e karşı, ABD’nin çok taraflı bir cephe inşa etme arzusunu da benzer ölçüde yansıtıyor. Zirve sonrası bazı ABD’li uzmanlar “Asya’nın NATO’su oluşuyor” tarzı iddialı yorumlar yaptı.
Blinken ve Austin’in ikinci durağı Seul oldu. ABD’li yetkililer Güney Kore ile müttefiklik yeminlerini hatırlattılar fakat daha da önemlisi Güney Kore’yi Çin karşıtı ittifaka (QUAD’a) katma çabasıydı.
ABD’nin Japonya ve Güney Kore’yi Çin karşıtı politikasına alet etme çabası ise çok net bazı zorluklarla karşı karşıya. Japonya açısından bakacak olursak: Japonya, GSYİH’ya oranla ulusal borcu en yüksek olan ülke. Ayrıca Çin ve Japonya’nın karşılıklı ticaret hacmi 350 milyar ABD doları civarında. Benzer durum Güney Kore için de geçerli. Çin, Güney Kore’nin en büyük ticaret ortağı. Güney Kore’nin dış ticaret hacminin yüzde 25’ini Çin oluşturuyor. Kültürel açıdan büyük bir tarihi mirası bir kenara bırakırsak, ekonomik açıdan karşılıklı bu kadar bağımlı olan ülkeleri, birbirine karşı düşmanlığa sevk etmek oldukça zor görünüyor.
G7 VE NATO ZİRVELERİNDEN NE ÇIKTI?
11-13 Haziran tarihlerinde Britanya’nın Cornwall kasabasında yapılan G7 zirvesi, hem NATO zirvesine hazırlık amacını taşıdı hem de “Atlantik ittifakını canlandırmak” zirvenin esas konusuydu.
ABD’nin G7 zirvesinden istediğini aldığını söylemek ise pek gerçekçi değil. ABD’nin Çin’e karşı gittikçe sertleşen söylemleri, zirvenin sonuç bildirgesinde yer almadı. “Uygur soykırımı” ve “Uygurların zorunlu çalıştırılması” gibi akla hayale sığmayacak yalanlarını dillendiren ABD, G7 ülkelerine bu söylemlerini kabul ettirememiş görünüyor. Nitekim zirvenin sonuç bildirgesinin 49. ve 50. Maddelerinde Çin karşıtı iddialar, eskisinden daha farklı değildi: “Xinjiang ve Hong Kong’ta insan hakları ihlalleri”. Hatta Güney Çin Denizi ve Tayvan ile ilgili bölümlerde Çin’in adı bile geçmiyordu.
Zirvenin sonunda “Çin’in Kuşak-Yol Girişimine” alternatif bir altyapı planı oluşturulduğu açıklandı. Bu da beraberinde birçok soru işaretini getirdi. “Gelişmekte olan ve fakir ülkelere yardım” amacıyla açıklanan plan için Merkel “finansmanı henüz belli değil” açıklaması yaptı. “Dünya için daha iyisini inşa et” adıyla açıklan projenin hangi ülkeleri kapsayacağı belirsiz, finansmanı belirsiz, ama açıklama sonrası Batı medyası bunu öne çıkarmaya devam ediyor.
Oysa Xi Jinping 2013’te “Kuşak Yol Girişimi”ni açıkladığında “Yüzyılın Projesi” demişti ve finansmanının ne olacağından hangi ülke ve yolları kapsayacağı açıkça belirtilmişti. 5 kıtada 120’den fazla ülke şu anda Kuşak ve Yol girişiminin bir parçası ve finansmanı ise 4 trilyon dolara dayanmış durumda. G7’nin Çin’i taklit etmesi, yeni uluslararası düzenin nasıl şekillendiğini göstermesi bakımından ayrıca önemli.
NATO ZİRVESİ VE PUTİN-BİDEN GÖRÜŞMESİ
Sovyetlerin dağılmasından sonra 30 yıldır NATO’nun varlık sebebi tartışılıyor. ABD, uzunca bir zamandır birlik üyelerini “Uluslararası terörizme karşı mücadele” söylemi ile bir arada tutmaya çalıştı. Biden yönetimi ile NATO’nun yeni bir motivasyona ihtiyacı olduğu tespiti yapıldı ve esas strateji, Trump döneminden miras kalan “Özgür dünya ve Komünist Çin” arasındaki çelişkiye dayandırılıyor. Fakat son NATO zirvesinde ABD’nin bu planının da NATO üyelerine kabul ettiremediği görülüyor.
NATO Genel Sekreteri Jens Stoltenberg NATO zirvesinin açılışında, “NATO yükselen Çin ile yüzleşmeli” dedi. Fakat sonuç bildirgesinde NATO’nun 2030 konsepti kabul edildi ve Çin yerine esas tehdit olarak “Rusya” nitelemesi devam etti. Zirve öncesi Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Erdoğan, Türkiye ile Çin arasında yeni bir SWAP açıklaması duyurdu. Almanya Başbakanı Merkel ise, zirve sonrası yaptığı açıklamada “Çin ile Soğuk Savaş çok yanlış olur. İş birliği yapacağımız alanlar çok daha fazla” dedi. Sonuçta, Çin “esas düşman” olarak ilan edilemedi. Sonuç bildirgesindeki Çin, “uluslararası düzene tehdit” ifadesi ABD’nin esas hedefi değildi elbette.
Zirve sonrası önemli bir görüşme daha oldu. Putin’e birkaç ay önce katil diyen Biden, geri adım attı ve Cenevre’de Putin ile görüştü. Görüşme sonrası ayrı ayrı basın açıklaması yapan liderler, “birliktelik” mesajı verdi. New York Times, Putin’in Biden’a göre çok daha hazırlıklı olduğunu yazdı. Biden, basın açıklamasında Trump’a çok benzeyen bir hareket yaptı ve “Putin’e nasıl güveniyorsunuz?” diye soran bir muhabiri azarladı. Putin ise çok daha rahat görünüyordu, gazecilere yaptığı açıklamada Tolstoy’dan alıntı yaparak cevaplar verdi.
NE DÜNYA ESKİ DÜNYA NE ABD ESKİ ABD
Bütün bunlara önemli bir not daha eklemek gerekiyor: AB liderler zirvesi. Zirve’de Rusya’ya karşı tutumla ilgili bir ihtilaf yaşandı. Alman ve Fransız liderlerinin “Rusya ile diyalog çağrısı” AB üyesi diğer ülkeler tarafından tepkiyle karşılandı. Almanya’nın ABD’nin yaptırım tehdidine rağmen Rusya ile Kuzey Akımı-2 projesini sürdürmesi de ayrıca önemli. Yine Rusya’nın “dış ticarette ABD doları kullanmak istemiyoruz ve rezervlerimizdeki doları bozduruyoruz” açıklamalarına Avusturya Başbakanı Sebastian Kurz, “Rusya'ya enerji kaynakları alımından doğan ödemeleri euro ile yapabiliriz” şeklindeki olumlu açıklaması ile destek verdi.
Biden yönetimi içte ve dışta yapısal sorunlar ile karşı karşıya. Üstelik bu sefer karşılarında dünyadan kısmen izole bir Sovyetler Birliği de yok. Dünya ekonomisi ile entegre olan ve dünyanın üretim üssü haline gelen bir Çin, ve yüzlerce gelişen dünya ülkesi, ABD’nin önümüzdeki dönem dış siyasetindeki üstesinden gelmekte zorlanacağı politikasını nasıl şekillendirecek hep birlikte göreceğiz. Evet “ABD geri döndü”, ama dünya o eski tek kutuplu yapısında değil.