Bilim insanımızın bilime yabancılaşma süreci-2
Yayın sayaçlığı ile değil üretenlerle ülke kalkınır!
Bilime yabancılaşmanın en önemli göstergesi yayın gruplarına entegre olmak ve ‘kırkayak’ üretimi.
Türk bilim dünyasında “kırkayak” olarak sembolize edeceğimiz, bilimler arası işbirliğini gerektiren bütüncül büyük bilimsel projeler yapıl(a)mamaktadır (Toros sıra dağları benzeşmesi). Ancak, emperyalist ülkelerin çok sayıda “kırkayak” projeleri vardır. Türkiye’de bunlar Türkiye’deki uzantıları aracılığı ile sürdürülmektedir. Bu uzantılar master, doktora ve misafir hoca vb adlarla oralarda eğitim görmüş, gidip gelmiş birçok bilim insanlarımızdır. Master ve doktora çalışmaları sırasında kırkayak projelerinde kısmi olarak yaptıkları çalışmaları daha sonra Türkiye de sürdürerek kırkayak projesine katkıyı sürdürürler. Kırkayak projesi sömürgeci ülkelerde sayısız şekilde üretilir. Örneğin kimya, elektronik, sağlık, savunma, havacılık nükleer vb gibi bilimin her alanında bu tür projeler çokça vardır.
Ne anlatmak istiyorum: Bu alanlardan birinde çalışma yapmak isteyen doktora öğrencisi ilgili ülkenin üniversitesinin bir hocası ile tez çalışması yaparken, cesametini kavrayamadığı bu kırkayak projesinde görev alır. Görevi/çalışması projenin büyüklüğüne zıtlık teşkil edercesine küçüktür. Örneğin, büyük ve cesametli kırkayak projesinin 38. ayağının üçüncü ekleminin ikinci boğumunda cereyan eden kimyasal, elektronikyada mekanik süreçleri inceler ve bu onun doktora tezi olur.
Birinci boğum üzerindeki çalışmalarını, daha sonra ülkesine geri döndüğünde de sürdürür, çokça yayın yaparak. Tenakus; hem kavrayamadığı kırkayak projesinin bir mikro/nano unsuru olmaktan daha fazla bir şey değildir. Hem de onun Türkiye ayağı olmayı memnuniyetle sürdürür ve bu proje yayınlarından doçent/profesör olur. Yabancılaşma işte burada çok yoğundur.
İlgili bilim insanı, kavrayamadığı ve üretimine bütüncül bir katkı sağlayamadığı kırkayak projesinin içinde, yel değirmeni ile savaşan şövalye misali çabalarken, bilimsel bir hazda alamaz. Ama ilgili projenin yayınlarında adının bulunmasından yüksek bir menfaat sağlar. Yabancılaşmadır bu.
Bu arada, kırkayak zaten üretilmiş bilgisi patentle muhafaza altına alınmış, ticari olarak piyasaya sürülmüş harıl-harıl kullanılmaktadır ve para kazandırmaktadır. Fakat bizim doktora öğrencimiz (sonra doçent/profesör de olan) hâlâ o birinci boğumla profesörlük yapmaya devam etmektedir. Ve hâlâ kırkayak projesini kavramış ve bilmiş değildir. Uzun süreli yabancılaşma; yabancılaşmada süreklilik.
Yeni bir soru: Biz kırkayak evsafında büyük projeler yapamıyoruz. Peki, küçük projelerde mi yapamıyoruz? Örneğin; 3-5 ayaklı eklem bacaklılar gibi. Hedef yayıncılık değil de bilimsel üretim olursa, çok mümkün.
BİLİMSEL YABANCILAŞMA
Üniversitelerimizdeki bilimsel yabancılaşmayı engellemek için akademik yükseltmede değerlendirme nasıl olmalıdır.
Üniversitelerimizde çalışan bilimcilerimiz, akademik çalışmalarını aşağıdaki adımlar çerçevesinde yapmalıdırlar. Ayrıca akademik yükseltmelerde de bu süreçlerin ürünleri değerlendirilmelidir. Bunlar: 1- Çözüm bekleyen problemin projesini satın almak, 2- Deneysel araştırma ile çözüm üretme, 3- Tezini yazma, 4- Patentini alma, 5- Ürününü üretme, 6- Yayın yapmak.
Şayet akademik çalışmalar bu içerikte yapılır ise üretilen sonuçların akademik yükseltmelerde kullanılmasında güvenilir bir standart oluşturulmuş olur.
Açıklayalım: Proje Çalışma Obası (PÇO): Türkiye’nin çözüm bekleyen sorunlarının projelendirildiği çalışma obası.
Çözüm bekleyen sorunun projesini satın almak: Bu açımlamada bilgin kişi ilgi alanına giren bir projeyi, Proje Çalışma Obası (PÇO) kurumundan satın alır. Projenin amacı, süresi, bütçesi, çalışma takvimi, imkân ve kabiliyetleri açık seçik verilmelidir. Projeler için mutlak somut ürün taahhüt edilmelidir.
2- Bilimsel/deneysel araştırma-çözüm aşaması:
Bu aşamada şu iki husus dikkate alınmalıdır:
Türkiye’de maalesef bilimsel bilgi üretme ve araştırma rastgele yapılmakta, denetlenebilir bir bilimsel araştırma yöntem ve geleneği oluşturulmamaktadır. Herkes kendine göre bir yöntem ile bilgi üretmektedir. Bilgilerin sınanabilirliği, tekrarlanabilirliği ve uygulanabilirliği yoktur. Güvenilmezdir. Behamahal bu sorunları bertaraf edecek bilgi denetçileri oluşturulmalıdır.
Deneysel çalışmalar ikinci kişilere yaptırılmamalıdır. Projeyi kim satın almış ve kim sorumlu ise o kişi bizzat deneyleri yapmalıdır. Doktor, doçent ya da profesör satın aldığı projenin deneylerini kendisi yapmalıdır, asistanına yaptırmamalıdır. Neden? Bunun sayısız sakınca ve yararları vardır. Deneyi profesör bizzat kendisi yaparsa deney süreçlerinin tamamına hâkim olduğu için aksaklıkları ya da fırsatları deney anında gözlemler. Deneysel sonuçların tümünü gözlemler, çok az kayıpla deneyden alınması gereken tüm verileri alır. Şayet projenin deneyini profesör kendisi değil de asistanına yaptırırsa, o zaman deneyden elde edilecek bilgi asistanın bilgisi, gözlemi, tecrübesi, derinliği, zekâsı ve anlatım gücü kadar olacaktır.
Deneysel veri kaybını şu şekilde açıklayalım: Bir profesör deneyi kendisi yaparsa veri kaybı yüzde 10, kazancı ise sınırsız olur. Aynı deneyi asistanın yaptığını düşünelim, şu sorunlarla yüz yüze kalınacaktır: 1- Asistanın bilgisel ve deneysel kusurları, 2- Gözlem duyarlılığı/kayıpları, 3- Gözlemlerini ve verileri dile getirirken ortaya çıkan kayıplar, 4- Asistanın profesöre bilgi aktarması yaparken meydana gelen kayıplar ve 5- Profesörün ne kadarını anladığı. Korkunç bir ziyan, bilgi kaybı kaçınılmazdır. Bu tür kayıp ve ziyanlara tahammülümüz yoktur. Hz. Mevlana der ki…
Şunu da belirtiyim ki, profesör hoca asistanın satın aldığı projeye danışmanlık ve denetçilik yapmalıdır...
Yukarıda izah ettiğim koşullara titizlikle uyularak bilimsel deneyler tekrar tekrar en yüksek güvenle yapılmalı ve en güvenilir ve sağlam bilgiler elde edilerek amaca nail olunmalıdır.
3-Tez:
Her düzeydeki araştırmacı -yüksek lisans, doktor, doçent ve profesör- satın aldığı projenin bilgilerini bilim kitabına (tez) dönüştürmelidir. Asla yayın/makale yazmamalıdır. Bu şekilde çok yüksek değerde ve detayda bilgi kitaplarının kazanılması mümkün olur. Şöyle bir düşünme yapalım: Bir profesör, yüksek lisanstan başlayarak doktor doçent ve profesör olana kadar her akademik yükselmesinde, satın aldığı her proje kapsamında bir kitap/tez yazmış olsa üretmiş olduğu eser sayısı en az dört adet olur. Bu gerçekten çok muazzam ve geniş bir bilgi kaynağı demektir. Her bir profesörün en az dört bilim kitabı olması gerçekten bir hazinedir. Oysa yayıncılıkta bütün detaylar ve bilgiler basit yayınlarda ziyan edilmektedir. Tez yazmak/kitap yazmak bilime yabancılaşmayı önleyecek yegâne mutluluk verici çözümdür. Yayın yazmak bilim insanını soyutçu ve menfaatçi kılar.
4-Patent:
Çağımız patent mücadelesi çağıdır. Emperyalist ülke bilginleri, mutlak kesinlikle ifade ederim ki, yayın için değil, sorunların çözümü için bilim yapmaktadırlar (biz de ise doçent/ profesör olmak için bilim yapılmaktadır). Ve ürettikleri bilgilerin en özellerini ilk etapta gizlemektedirler. Ardından da patent ile güvence altına almaktadırlar. Bilim üretmek için kurdukları bilim obalarında önce bilgiyi üretip patentini almaktalar. Ardından ürünü üretmekteler ve gerekirse yayın yapmaktadırlar. Değilse, gereksiz yere bedavadan bilgi yayınlamamaktadırlar.
Ayrıca gelecekte kıta sahanlığı gibi paten sahanlıklarından dolayı bilgi denizlerinde adım atacak yer kalmayacak. Yediğimiz yemeklerin bile patentleri alınırken, bilgilerimizi çok iyi korumalıyız; hemen yayınlamamalıyız.
5-Ürün:
Proje satın almaktaki birinci amaç soruna bilimsel yöntemle bir çözüm üretmek, bulunan çözümün ürün boyutunu ortaya koymaktır. Bütün bilimsel çalışmaların sonuçları fikri ya da fiziki ürünlere vardırılmalıdır. Fiziki ya da fikri ürün patent vb gibi yöntemlerle korunup tescillendikten sonra somut ürüne dönüştürülüp, tüketime sunulmalıdır. Bilimsel çalışmadan alınacak haz üründe kaimdir.
6-Yayın yapmak:
Bütün aşamalar tamamlanıp çözüm ve ürün tescillendikten ve piyasaya sunulduktan sonra, yani murat edilene ulaştıktan sonra, ürünle ilgili detaylar yayınlar vasıtasıyla açıklanmalıdır. Hem bilimsel reklam, hem de bilgilendirmek amaçlı…
ÜTOPYA DEĞİL GERÇEK
Buraya kadar anlattıklarım ütopya değil, emperyalist ülke bilginlerinin ve bilim obalarının mutat günlük davranışlarıdır. Bilimsel alışkanlıklarıdır. Artık gözümüzü açalım, sömürge döneminin sömürü esaslı uyduruk ölçü/değer araçları ile kendimiz değerlendirmekten vazgeçelim. Bilim insanına yakışan, bilim obalarına yakışan doğal değerlendirme ölçütlerine değer verelim. Ayinesi iştir kişinin yayına bakılmaz. Kıymetli olan, bilimcinin ve bilim obasının ürettiği iş, güç, ürün, verim, ülke ekonomisine yarattığı katma değerdir.
Son olarak, bütün bunları gerçekleştiren bilginlerin üniversiteleri birbirleri ile kıyaslanmalıdır. Mümkünse! Yayın sayaçlığı yapanlarla ülke kalkınmaz, üretenlerle ülke kalkınır.
Sonsöz: Ağrı dağı gibi yalnız, başı dumanlı, buzlu, heybetli; ama verimsiz değil. Tam aksine, Toros sıra dağları gibi omuz omuza dayanışma ve birlik beraberlik içinde bereketli can ve hayat dolu olmalıyız. Mükemmel solo keman iyidir, ama daha iyisi senfoni orkestrasında bir keman olmadır. Kusurumuz var ise bağışlana, amacımız kırmak değil onarmaktır… BİTTİ