13 Ocak 2025 Pazartesi
İstanbul
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Mersin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Bilim insanımızın bilime yabancılaşma süreci

Bilimsel çalışmayı ve bilimsel başarıyı hâlâ yayın sayısına indirgeyerek açıklamaya çabalamak, eski çağın emperyalist Amerikancı tedrisatının neticesidir ve aynı zamanda da bilime yabancılaşmanın en belirgin alametidir.

Bilim insanımızın bilime yabancılaşma süreci
A+ A-
DR. UĞUR ADNAN SEVİL / Kimyager, Çorum Hitit Üniversitesi

Türk bilim insanları, koronavirüs salgını döneminde güvenlik sebepleri nedeniyle bilimden, bilimsel düşünüşten ve bilimsel eylemden hayli uzaklaştı. Okumayı, araştırmayı, bilimsel düşünmeyi, bilimsel tartışmayı ve felsefi düşünmeyi de pek değerlendirmeyen bilim insanlarımız, bu sıralar, malzemesi başkalarının bilgisi olan bilgi nakillerine yöneldiler, bolca konuştular.

Sürekli bilimden konuşuldu ama “bilim ve felsefe” konuşulmadı, tartışılmadı. Bilim nedir, felsefe nedir? Bilim insanı neyler, bilim insanı nasıl bir varlıktır, niye vardır, nelerden mesuldür, sorumlulukları var mıdır, milletine, ülkesine karşı, milletinin hayatı, ülkesinin geleceği için ne kadar tayin edici, ne kadar yol açıcıdırlar asla konuşulmadı, konuşulmuyor. Bu anlamda önemli bir gelenek ve kültür de oluşmamıştır.

Oysa bilim ve felsefe toplumların, milletlerin, devletlerin hülasa yeniden aydınlanma çağını başlatmak için çabalayan, medeniyet kurmak isteyenlerin günlük ve gelecek hayatları için çok kıymetlidir, yol göstericidir. Felsefesi olanın bilimi vardır; bilim varsa felsefe vardır. Rüzgâr ve yelkenli gibi, değilse, kürek çekerek denizde yol almaya devam edilmek zorunda kalınır.

Bununla birlikte, bu dönemde çok önemli bir çalışma yayınlandı, ülkemizin en güçlü bir üniversitesi tarafından. Adeta ufuklarımızı açtı. Bütün üniversitelerimiz o sıralamadaki yerlerini tartıştılar, övündüler ve yerindiler. İçeriği neydi o çalışmanın? O çalışmanın içeriği üniversitelerimizin başarı sıralaması idi.

ÖNEMLİ OLAN BİLİMSEL BULUŞ

Peki, üniversiteden ve bilim insanından beklenen hangi bilimsel çıktılar değerlendirilerek 180 küsur üniversitemizin başarısı sıralanmış idi? Yanıt: Tabii ki sadece yayın sayısı. Dikkat ederseniz değerlendirmenin bilimsel öğesi, üniversitelerden ve bilim insanlarından beklenen bilimsel buluş, ürün, teori, kitap, patent gibi nitelik ve nicelikler değil; sadece yayın sayısıdır. Sanırım üniversitelerde ürün, buluş, teori, kitap, patent gibi üretme biçimleri göz ardı edilmiş, sadece yayın sayısı değerli görülmüş. Oysa bilimsel buluş, ürün, fikir kavram üretilmeden yayın yapılamaz. Bunsuzluğa rağmen bizim ülkemizde nasıl yayın yapılabilmektedir onu da anlamak mümkün değildir.

Yukarıda sözü edilen değerlendirmeye bakılarak şunları söylemek yanlış olmaz sanırım; yine üniversitelerimizin ve bilimcilerimizin amaç ve ulaşlarının yanlış değerlendirmesi yapıldı. Yine bilimsel çalışmanın başarı değerlemesi yanlış kıyastan neşet ettirilmiş oldu. Yine bilim ve bilim insanı yayın cenderesine sıkıştırılmaya çalışıldı. Yine ürün, üretim, teori, fikir, tez ve patent göz ardı edilip, sahte şövalyelerin yel değirmeni ile savaşı olan yayıncılık övülmüş oldu.

Başlayalım. Önce Marx’ın işçilerin kapitalist üretme sistem içerisinde “kendine yabancılaşması kavramını” biz, bilim insanlarımızın “bilime yabancılaşması” şeklinde sorgulayarak başlayalım işe. Bu tür bir eleştirinin hiçbir sakıncası yoktur; bilakis detayları görmemize katkı sağlayacaktır. Hangi bağlamda? Açıklayalım:

KENDİNE YABANCILAŞMA

Neydi kendine yabancılaşma? Endüstrileşme çağında, esasen tarihten beri kendini üretme becerisi gösteren köylü ve zanaatkârın, ürettiği ürüne sahiplik mevkiinden uzaklaşıp, ürettiği ürünün parçası haline gelmesidir, kendine yabancılaşma. Başka bir deyişle, ürettiği ürün kendisinin bir parçası olmaktan çıkmakta, bilakis kendisi ürünün bir parçasına dönüşmesi halidir, yabancılaşma.

Bilim ve bilimci içinde durum bu süreçte gelişmiştir. Modern çağı yaratan bilginler ki, sürekli kendilerini yenileyerek dev (makro) teoriler üreten bilginler; Kopernik, Newton, Galileo, Bacon, Locke, Hobbes, Montaigne, Marx, Spencer, Durkheim, Weber, Engels, Laplace, Darvin, Russou, Maxwell, Faraday, Planck gibi bilginler, çağın oluşumuna kendi güçlü silinmez damgalarını vurmuşlardır. Saf, bilimsel haz kavramı da en yoğun dönemindedir.

Bunu takip eden kapitalist-emperyalist endüstrileşme sürecinde ise artık büyük teoriler ve büyük bilginler ortaya çıkmamış; bilimler ve bilgiler dönemi başlamış ve küçük bilginler piyasa değeri olan bilgilerin üreteçleri olan mikro/nano varlıklara dönüşmüşlerdir. Bu dönemde küçük bilginler yel değirmenleri ile savaşan sempatik şövalyelere dönüşmüşlerdir. Felsefe zail olmuş ve bilime yabancılaşma en parlak düzeyine ulaşmıştır. Saf, bilimsel faydacılık/menfaatçilik de en yoğun dönemindedir.

YEL DEĞİRMENLERİ İLE SAVAŞAN ŞÖVALYELER

Buna göre, 1920-1945 döneminden sonra ABD emperyalizmine emilen Türk bilim insanı ve sistemi, dev yel değirmenleri olan küresel bilim sömürü sisteminin niteliksiz mikro/nano niceliklerine/şövalyelerine dönüşmekten kendini alamamıştır. O nedenle kendine yabancılaşmıştır.

İspatı ne olmuştur? Şu soru ile cevap verelim. Bize önerilen bilimsel metası nedir, küresel bilimin?

Ürün üretmek değil, teori üretmek değil, fikir üretmek değil, patent üretmek değil peki ya nedir? Yayın sayısı saymaktır. İşte Türk biliminde varılan “kendine yabancılaşmada” zirve yayın sayaçlığı yapmaktır. Yayıncılığa saplanan bilim insanları, bilime ve bilmeye yabancılaştılar.

Bilim insanlarımızın “bilime ve kendilerine yabancılaşmasını” önlemek için çare ve derman nedir? Derman; kendine derdine derman olmayı akletmektir, bilimsel ürün üreterek bilim yapmaktır.

Nasıl başarılır? Şunları söyleyerek devam edelim. Şu soruları soralım ve yanıtlayalım: 1-Bilim nedir? 2-Üniversite ne demektir, amacı nedir? 3-Bilim insanı nasıl kapsamlanır? 4- Kendine yabancılaşma nasıl engellenir?

1-Bilim: enerjinin maddenin doğanın evrenin ve nihayet Tanrının bilgisini anlama ve kavrama çabasıdır.

2-Üniversite: En temel anlamıyla, evrensel olan enerjinin bilgisini, enerjinin dili olan matematik dili ile açıklama ortaya çıkarma obalarıdır.

3-Bilimci: Bilme istenci ile enerjinin-maddenin-evrenin ve nihayet Tanrının bilgisini yöntemli çalışmalarla ortaya çıkarmaya çalışan fanidir.

4-Kendine yabancılaşmak: Enerjinin bilgisini, bilim etiği ve sistematiği içerisinde, matematik dili ile bilimsel bilgi, fikir, kavram ve ürün üretme aşamasına getirerek engellenir.

Demek ki, üniversite de bilim insanın yaptığı bilimde bir yüksek ideal vardır. Bu, enerjinin maddenin evrenin Tanrının bilgi kuramlarını bilme arzusudur.

Şimdi bilimsel çalışmayı bu esaslar üzerinden açıklayalım:

Bilgisine ulaşılmak istenilen soyut/somut olay: 1-Bilimsel yöntemlerle ele alınır, 2-Deneylerle sınanır, 3-Veriler bilgi kuramları ve bilgi terimleri ile dile dökülür, 4-Temel bilimler için fiziki ürüne dönüştürülür, sözsel bilimler için fikir ürünü seviyesine yükseltgenir, 5-Tezi yazılır, 6-Bilgi gizlenmesi saklanması gerekiyorsa saklanır gizlenir, 7-Patenti alınır, 8- Ticareti mümkünse hemen yapılır ve 9-Son aşamada ilgi ve odak oluşturmak için yani duyurmak için yayını yapılır, yayınlanır. Bu süreç içersinde ürünün sahibi olan bilim insanı ürününe ve bilimine yabancılaşamaz.

Soralım, ülkemizdeki 180 üniversitenin bilimsel başarısı sıralanırken, yukarıda 9 maddede verdiğimiz bilimsel araştırma süreçlerinden hangileri göz önüne alınmıştır? Yalnızca yayın/ makale sayma anlayışımı öne çıkarılmıştır? Sayılar önemlidir, nicelik niteliğe dönüşür ise sayılar önemlidir. Bizde böyle bir süreç yok maalesef ve bu yüzden sayınında önemi olmamaktadır.

Ürüne sahip olan bilim insanı bilime yabancılaşmaz; ama ürünü sadece sayı (yayın sayısı) olan insanda bilime yabancılaşma söz konusu olmaktadır.

YAYIN CENDERESİ

Bilim ve bilim insanı yine yayın cenderesinde ezilmeye çalışılmış ve yabancılaştırma gerçekleşmiştir.

Bu niteliği ile yayıncılık ve yayıncılığı merkez alan bilimsel değerlendirme anlayışı, maalesef eski bilimcilerimizin bize miras bıraktığı “emperyalist bilim sömürü sisteminin” bir aracı olmaktan başka bir şey değildir. Bilimsel başarı üretim esaslı olmalıdır. Bilimsel değerlendirmede üretime dayalı bilimsel çalışmalara göre yapılmalıdır; kâğıt parçalarının sayısına bakarak değil. Üniversitelerimizde akademik yükseltmeyi yayın sayısına bakarak yaparsanız, üretim esaslı bilimsel üretkenliğin önüne engel koymuş olursunuz. Bu akademiye/akademisyene yapılmış en büyük kötülük olur. Aksine doçent ya da profesör olacak kişide sağlam bilimsel bilgi, buluş, ürün, patent vb gibi somut donanım aranmalıdır. DEVAM EDECEK

Son Dakika Haberleri