Bilim kongrelerinin umut veremeyişi
Ağrı dağı gibi bencil olmayı kaldırmaz kimya bilimi, tam aksine Toros sıra dağları gibi omuz omuza dayanışmacı olmayı özünde barındırır. Kütlenin korunumu yasası nasıl temel bir fizik yasası ise, bilimcilerin dayanışması da bilimsel gelişme, işleyiş ve uygulama açısından o kadar temel bir yasadır.
Haberiniz var mı? Geçen hafta içinde 31. Ulusal Kimya Kongresi toplandı. Ne ulusal basında ne de herhangi bir yerde, küçücük de olsa tek bir haber olmadı. Oysa yapılan toplantı, dünyada ve ülkemizde en temel bilim-sanayi-teknoloji alanı olan kimya bilimi kongresi idi.
Bu ilgisizliğin ve bilgisizliğin birçok sebebi var elbette:
Bunlardan en birincisi: bizim sahada olmayışımızdır elbette. Genelde bütün bilim sanat ve teknoloji alanlarında ve özelde de kimya bilimi ile ilgili tüm sektörlerde petrokimya, gıda, tarım, ilaç, savunma denizcilik, havacılık, enerji, iletişim vb. aklınıza gelen gelmeyen her sektörde biz üretici değil tam tersine tüketiciyiz. Üreten etkin; tüketen edilgendir.
Üretim insanlığın en büyük erdemidir. Bilgi üretmek, sanat üretmek, teknoloji üretmek insanın ileri vasıflarıdır. Üretim aynı zamanda sınıf çelişkilerinin de ortaya çıkmasına neden olmuştur ve bu olumlu sayılmaz. Emperyalizmin esas dayanağı, hayat bulduğu mevzi de üretim mevziidir.
Tüketim ise insanlığın vardığı en zayıf noktadır, zafiyettir ve köleleşmedir.
ÜRETİMİ İSTİSMAR EDEN EMPERYALİZM
İlginçtir ve bir o kadar acıdır ki; her türden üretim, emperyalizmin temel dayanağı olmuştur, onun istismarına maruz kalmıştır. Ve bu 500 yıllık bilinçli bir bilgi üretme süreciyle ortaya çıkmıştır. Yani bilgi-üretim ikiliği maalesef ki emperyalizmi üretmiştir. Ama üretileni, üleşmek yani bilgi-üretim-paylaşma üçlüsü barışizmi ortaya çıkaracaktır. Barışizim: yurtta sulh ve dünyada sulh demektir.
Bir başka husus; üretimde ideoloji yoktur; binanelyh üretim masumdur. İdeoloji tüketimde vardır ve tüketim bu nedenle masum değildir. İdeolojiler tüketimde ortaya çıkmaktadır: emperyalist ya da toplumcu/halkçı tüketim modeli olarak çok belirgindir.
Emperyalist ülkeler üretimde ve tükettirmede en az 300 yıllık birikimleri ile fersah fersah yol almışlar, gelecek yüzyılların planları yapılmış ve hatta uzayda kimya sektörünün geleceği öngörülmüş bile ve biz onların arasında elbette ki yokuz.
İkincisi: bilim ve felsefe alanında bu denli var olmayışımız, insan kaynaklarımızı da coşkusuz ve bir o kadar da üretimsiz kılıyor. Zeki ve yaratıcı güldürü üreticimiz rahmetli Levent Kırca’nın güldürülerinde sık sık vurguladığı gibi işi İsviçreli bilim adamlarına havale ederek, tembelliği ve tüketiciliği seçmişiz yıllardır.
YARATICILIK AZ
Yapılan Kimya kongresinin bu kadar coşkusuz oluşunun bilim insanı temelli sebeplerinden biri de, bu alanda çalışan bilim insanlarının kendi yetersizliklerinden, yaratıcılıklarının azlığından, yaptıkları çalışmalardan heyecan duymadıklarından, bilimsel değil olaylara yayıncılık/makalecilik ve çıkar esaslı yani doçent/profesör olma çerçevesinden bakmalarından kaynaklanmaktadır.
Doçent veya profesör olanlar da ise durum daha vahim; doçent veya profesör kadrosunu aldıktan sonra işi sağlama almış olmanın dayanılmaz huzuru ile bilimsel heyecanlarını yitiriyorlar ve mutlu uğraşılarını sadece maddi getirilerini göz önüne alarak sürdürüyorlar.
Bütün bu olumsuzluklar kimya biliminde, ülkemizde heyecanlı, tartışmalı, gelecek vadeden ve geleceğimizi belirleyen çalışmaların hayat geçirilemeyişine neden olmaktadır. Kamuoyu, ister sanat/spor/müzik alanında isterse bilim alanında, heyecan veren tartışmalı süreçleri takip eder. Kendi özünde yenilik, tartışma, sorgulama, iddia, mücadele, heyecan içermeyen; adet yerini bulsun diye yapılan bir döngüsel uygulamanın elbette etkisi olmaz. Beklemiyorduk da zaten.
Çağın kimyasında veya geleceğin kimyasında oyuncu olmayışımızı/olamayışımızı nasıl tedavi edeceğiz peki? Yani nasıl ve ne yaparak asıl oyuncu olacağız?
Birincisi bu sorunun bu eksikliğin bilincine varmalı, bu işin erbabı olanlar. Yani mevcut bilim insanları: bilim alanında yedek oyuncu bile olmadığımızı bilince çıkarıp öz tartışmalarını yapmalı, tamamlamalı. Kimseyi tuhaf gerekçelerle oyalamamalı.
İkincisi yine bu meslekle iştigal edenler, ruhen kalben ve ilmen yetersizliklerini kendilerine devamlı ihbar etmeliler. Yetersizliğinin farkına, bilincine varan her insan bunu telafi etme yoluna hemen koyulmalıdır. Yani çalışkan olmak işin ilk adımıdır.
Diğer bir husus dışsal imkân ve olanaklar; başka bir deyişle kişisel yeterliği iyi olan bir erbabı kimya, artık imkânları sorgulama safhasına geçebilir. Araştırma imkânlarının yeterince varit olduğu aşamada da yine iki basit durum söz konusu olmakta; ortaklaşımcı, paylaşımcı, üretimci erbabı kimya ve bencil ve çıkarcı olan zevat. Ağrı dağı gibi bencil olmayı kaldırmaz kimya bilimi; tam aksine Toros sıra dağları gibi omuz omuza dayanışmacı olmayı özünde barındırır. Yani kütlenin korunumu yasası nasıl temel bir fizik yasası ise; bilimcilerin dayanışması ve ortaklaşması da bilimsel gelişme, işleyiş ve uygulama açısından o kadar temel bir yasadır.
PLANLI ÇALIŞMALIYIZ
Kimya biliminin geleceğinde söz sahibi olmak istiyor ve bu işi İsviçreli bilim adamlarına bırakmak istemiyorsak artık planlı çalışma dönemine geçmemiz gerekmektedir.
Bu amaçla; ortaklaşa çalışma yapılacak belli başlı konular (on başlık) belirlenmelidir. YÖK, TÜBİTAK, ÜNİVERSİTE işbirliği ile kimya alanında planlı araştırma dönemi başlatılmalı ve derhal bir yıllık, 3 yıllık ve 5 yıllık çalışma planları yapılmalıdır.
Yine üzülerek belirtmeliyim ki bu kongrede de yaklaşık 150 sunum ve bir o kadarda poster takdim edildi ve görüldü ki her biri başka başka konularda ve içeriklerdedir. Bu enerji, para, zaman ve insan kaybıdır.
Şu unutulmamalıdır ki: kongreler çalıştaylar çözüm üretme toplantılarıdır. Bu toplantılarda meseleler yetkin, fedakâr, azimli, öncü lider kişiler önderliğinde masaya yatırılır en akılcı ve geçerli çözümler üretilir. Hemen örgütlenilir, zaman-çalışma takvimleri belirlenir ve gelecek kongrede tartışılmak üzere çalışmaya başlanır.
Yine bu kongrede gördük ki tartışmanın sorgulamanın en küçük kırıntısı bile yok. "Gel sun git" akidesine uygun davranılmıştır. Yani ne yapılmıştır? Evvelki senelerden Hocanın geleneksel olarak yaptırdığı çalışmalardan elde edilen sonuçlar 15 dakikada olanca hızıyla çarçabuk sunulmuş ve işlem tamamlanmıştır. Soru sormak yok, tartışma yok, o yok bu yok. Her şey ışık hızı ile anlaşılmadan, geçip gitmiştir. Buna biz, "gel sun git" modeli diyoruz ve pek tehlikeli görüyoruz.
Bu sistem bizi oyun dışına iter; hemen ve mutlaka vazgeçilmelidir, devrimci, sorgucu ve denetçi bir düzenek oluşturmalıyız.
PEKİ ÖNERİMİZ NEDİR?
Önerimiz: Kongrelerde YÖK-TÜBİTAK-ÜNİVERSİTE BİRLİĞİNİN seçtiği, önerdiği, tavsiye ettiği "on bilimsel başlık" üzerinde yapılmış, sonuç odaklı, çalışmalar sunulmalıdır ve tartışılmalıdır saatlerce günlerce...
Bu on temel bilimsel konu, yukarıda belirttiğimiz gibi YÖK, TÜBİTAK ve Üniversite tarafından belirlenen, Türkiye’nin ihtiyacı olan alanlara dönük olmalıdır. Bu alanlarda yapılacak çalışmalar kesinlikle sorun çözme/sonuç odaklı olmalıdır; asla yayıncılık/makale yazmak amacıyla olmamalıdır.
Belirlenen hedef çalışmaları gerçekleştirmek için hemen Kongre içerisinde, bu alanlarda ortaklaşa çalışacak başta üniversiteler, uzman kurumlar ve bilim insanları belirlenerek "bilim boyları" ve onlara bağlı "bilim oymakları" kurulmalıdır. Seçilecek oymakbaşı nezdinde, maddi ve manevi imkânlar konu ve zaman çerçevesinde belirlenir, görev tanzimleri yapılır ve derhal çalışmalara başlanır.
Sonuçlar bir sonraki kongrede takdim edilmek üzere.
Gelecek kongrede Ağrı dağının soğuk bencilliği yerine; Toros sıra dağlarının dayanışma bereketini paylaşmak üzere.