Bilim üretmenin yolu ana dilini özümsemektir
Son dönemde en çok tartışılan konulardan biri yabancı dilde eğitim. Eğitim yabancı dilde mi, anadilinde mi olmalı? Yabancı dil öğretimi ile yabancı dilde eğitim arasındaki farklar neler? Çankaya Üniversitesi, Mütercim-Tercümanlık Bölümü Öğretim Üyesi Dr. Alev Yemenici ile konuştuk.
-Yabancı dil öğretimi ile yabancı dilde eğitim arasındaki fark nedir? Eğitimin ana dille yapılması mı yoksa yabancı dilde yapılması mı daha sağlıklı olur? Özellikle akademide derslerin Türkçe ile yapılması, bilimsel katkı açısından daha olumlu sonuçlar doğurmaz mı?
Ülkemizde uzun yıllardır süregelen, ancak olumlu sonuçlar doğurmayan bir tartışma yeniden alevlenmiş gibi görünüyor. Ben bu konuya farklı boyutlardan yaklaşmak istiyorum. Bunlardan biri beyin gelişimini destekleyen unsurlar ve beyin hücrelerinde zenginleşme; diğeri ise hızla değişen dünyamızda küresel sorumluluğuna sahip çıkan evrensel insan olma gerekliliği. Bu iki konuyu tam olarak algılayabilirsek bireysel ya da toplumsal düzeyde verilmesi gereken kararlar, geliştirilmesi gereken eğitim politikaları daha belirginleşir kanısındayım. Bu nedenle sorunuzu daha geniş bir açıdan değerlendirmek, konuya çağın gerekleriyle uyumlu bir eğitim tasarımı çerçevesinde ışık tutmak istiyorum. Ülkemizde en yaygın öğretilen yabancı dil İngilizce olduğundan konuyu zaman zaman İngilizce çerçevesinde ele alacağım.
Gelişmekte olan ülkemizin hedefini sorgulayarak başlayalım. Ülkemiz, gelecekte dünya ülkeleri arasında kendini nerede görmek istiyor? Eminim ki hiç kimse güçlü bir Türkiye hedefine, dünyanın önde gelen ülkelerinden biri olma hedefine karşı çıkmayacaktır. Bu hedefe giden yolda öz güvenli, kültürlü, uluslararası ilişkilerde ve iletişimde yetkin, sanattan, edebiyattan anlayan, bilim ve teknolojiyi kaynağından öğrenerek alanında uzmanlaşan gençlerin yetişmesi ve Türkiye'yi uluslararası ortamlarda temsil etmesi gereği yadsınamaz.
Günümüzde bilim ve teknoloji dünyayı geri dönüşü olmayan bir şekilde değiştirmektedir. Bu gelişmelere ayak uydurmak, etik değerler geliştirmeyi ve teknolojinin bilinçsiz ve denetimsiz kullanımının sonuçlarını kestirerek önlem almayı gerektirir. Sadece teknolojinin tüketicisi olmak ülkemizi teknoloji üreten gelişmiş ülkelere bağımlı kılacaktır. Bilgiyi ve kültürü kaynağından edinmek ise özgürleştiricidir; sadece bireysel değil toplumsal ölçekte büyük bir kazançtır. Günümüzde ana dil ve yabancı dil okur-yazarlığının, bir ülkenin yabancı uluslarla aynı gelişmişlik düzeyinde var olma çabasının en önemli bileşeni olduğunu belirtmek istiyorum. Özellikle bilim, sanat, edebiyat, hukuk, ticaret ve teknoloji alanlarında ulusal sınırların aşıldığı bir çağda yaşayıp da yabancı dil(ler) bilmeksizin, kültürlerini tanımaksızın, bilimsel ve teknolojik gelişmeleri ifade bulduğu dilde anlamaksızın, kaynağından izlemeksizin birey ya da ulus olarak var olmaya çalışmak hem anlamlı hem de olanaklı değildir. Çünkü bilimi ve teknolojiyi anlamayan, üretmeyen ve yönetmeyen toplumların özerk olamayacağı bir çağa girmiş bulunuyoruz.
Bu çağa ne kadar hazırız? Bilim ve teknolojiyi üreten kaynakları kendi dilinden anlayacak öğrencileri yetiştirebiliyor muyuz? Önceliğimiz eğitim midir? 2018'de Education First'ün yayınladığı İngilizce Yeterlilik Göstergesi'ne göre ülkemiz 88 ülke içinde İngilizce yeterlilik sıralamasında 73. sırada, 2017'de ise 62. sırada yer almıştır. 8. sırada yer alan Finlandiya'nın Fince ve İsveççe olmak üzere iki resmi dili vardır. 1. sırada yer alan İsveç'te ise en çok kullanılan yabancı dil İngilizcedir. Bu fark nereden doğmaktadır?
Bugün yabancı dille eğitim nedeniyle ana dilimizin körelmesinden korkuyorsak bunun nedeni büyük ölçüde ana dil ve yabancı dil edinimine yönelik geliştirilmiş olan eğitim anlayışı, kullanılan yöntemler çerçevesinde çağa ayak uyduramıyor olmak, dil öğretmenlerine gereken yeterliliklerin kazandırılamaması, altyapının ve parasal kaynak aktarımının yetersizliği ve eğitim politikalarımızın hedef koyma ve uygulamada yetersiz kalmasıdır. Bazı görüşler derslerin ana dilde yapılmasını, İngilizcenin ise yabancı bir dil olarak öğretilmesini desteklemektedir, çünkü alan derslerini yabancı dille yapmak, bu görüşü savunanlara göre, Türkçenin yozlaşması ve kültür emperyalizmine yenik düşmek anlamına gelmektedir. Bu görüşlere göre alan derslerinin yabancı dilde yapılması eğitim kalitesini olumsuz yönde etkilemektedir. Peki, ülkemizin yabancı dil edindirme yoluyla ulaşmayı hedeflediği nokta nedir?
Astrofizik alanında bilime sağladığı katkıyla dikkatleri üzerinde toplayan Feryal Özel'in eğitimine baktığımızda önce Üsküdar Amerikan Lisesi'ni bitirdiğini, sonrasında ise bilimsel donanımını ABD'de oluşturduğunu görüyoruz. Küçük bir çocukken ailesinin, merakını destekleyerek onu ilgi duyduğu alana yöneltmesi sonucunda dünyanın kara deliklere bakışını zenginleştirme yolunda emin adımlarla ilerlemektedir. Acaba ülkemizdeki eğitim felsefesi, nitelikli ulusal eğitim tasarımıyla, teknoloji ve yapay zekâ çağının belirlediği bir gelecekte, bu tür başarılara imza atacak çok sayıda bilim insanının ülkemizde yetişmesini sağlamayı hedeflemekte midir? Bu hedef belirlenmediğinde bilim sahnesinde sergilenen oyunun sadece izleyeni, alkışlayanı olur, sahnede önemli roller üstlenemeyiz.
Kapsamlı biçimde öğretildiğinde yabancı bir dil, bilimsel ve kültürel açıdan donanımlı ve küresel sorunlara çok daha duyarlı insanların küresel sorumluluklarına sahip çıkmaları yolunda farklı ulusları, farklı kültürleri tüm zenginlikleriyle tanıyıp anlamalarını ve bilimi-teknolojiyi kaynağından izleyebilecek bilimsel yeterlilik geliştirmelerini sağlar. Böylece kültür emperyalizmi tehlikesi, kültürel ve bilimsel donanım yoluyla kolayca savuşturulabilir. Her gün teknolojik bir yeniliğin yaşanmakta olduğu ve hızla küreselleşen bir dünyada bu donanımı sağlamak için ülkemizde yabancı dil eğitimine çok daha fazla bütçenin ve kaynağın ayrılması gereklidir. Geleceğe yönelik çok yönlü eğitim yatırımları yapılmalı, değişen dünyayla uyumlu yeni hedefler belirlenmelidir. Seçilen hedeflere nasıl ulaşılacağının saptanması, yöntem, kaynak ve altyapı geliştirerek öğretmen yetiştirme programlarının hedef doğrultusunda hızla iyileştirilmesi acil çıkış noktası olmalıdır.
Ülkemizin gelecekte uluslararası düzlemde söz sahibi olabilmesi için ana dil yetkinliğinin sağlanması tartışılamaz. Çünkü öğrenci ana dilinde bilimi anlayabilmeli, kültür birikimi oluşturabilmeli, yorum yapıp tartışabilmeli, eleştirel bakış geliştirip fikir üretebilmeli, fikirlerini akıcı biçimde sunabilmelidir. Kapsamlı edebiyat, bilim ve kültür eğitimi çerçevesinde nitelikli ana dil donanımının geliştirilmesi eşliğinde verilen yabancı dil eğitimi ve yabancı dille eğitim, ana dil gelişimini olumsuz yönde etkilemez. Çünkü çocuğun beyni her an yeni şeyler öğrenip zenginleşmek üzere hazır beklemektedir. Nitelikli olmayan ana dil eğitimi ise dil bilincini oluşturamadığından edinilen bilgi kavram karmaşasından öteye gidemez, çünkü öğrenci dil yoluyla fikirlerini bütünsel bir çerçevede düzenlemeyi, bunu temel alarak birikim oluşturmayı öğrenmemiştir. Yani öğrenmeyi yönetmeyi öğrenmemiştir. Bu sırada İngilizce öğrenmek ya da üniversiteye geldiğinde birden yabancı dille öğretime ayak uydurmak onun için hem çok zorlayıcı olur hem de ortaya kavram karmaşasıyla dolu ne Türkçe ne de İngilizce olan tuhaf bir dil çıkar.
Yabancı dilde temel becerilerin yanında akıcı konuşma, etkili iletişim kurma, sorgulama, analitik düşünme, yorum yapabilme ve öğrenme sürecini yönetme gibi önemli becerilerin geliştirilmesi ana dilde bu becerilerin geliştirilmesi kadar gereklidir. Ama değişen çağımızda bunlar da artık yeterli değildir. Öğrenciler yabancı dili, o dili konuşan toplulukların kültürel özellikleriyle tanışarak edindiklerinde hem kendi kültürlerini yabancı kültürlerle harmanlayarak özgün sentezlere ulaşabilirler hem de dilin farklı bilimsel ve kültürel bağlamlardaki kullanımını öğrenmiş olurlar. Bu çerçevede yeni bakış açıları geliştirecek şekilde bilgiyi kaynağından okuyup araştırabilir ve kendilerine özgü sentezlerle yabancı dilde, akıcı biçimde çeşitli uluslararası tartışma ortamlarında fikirlerini ifade edebilirler. Ayrıca dünya ve ülke barışını, gezegenimizdeki yaşam çeşitliliğini ve yaşamın sürdürülebilirliğini destekleyecek görüşler geliştirebilirler. Tıp ve teknoloji alanlarında buluşlara imza atmaları, buluşlarını yabancı dillerde tanıtabilmeleri de yine dil yetkinliğiyle doğru orantılıdır. Bu yeterlilikleri sağlayan bir eğitim ulusal bir eğitim felsefesine dönüştüğünde bilim ve teknoloji terimleri eşliğinde alana özel dil yetkinliği de gelişir. Bu anlamda bir yetkinlik, sanal dünyanın dikkat dağıtıcı büyüsünü de hesaba katarsak, doğal olarak haftada birkaç saat yabancı dil dersiyle kalabalık sınıflarda geliştirilemez. Ülkeler arası dil yeterlilik sıralaması da bunu göstermektedir.
Ülkemizin bilim, teknoloji ve edebiyat alanlarında gelişmiş ülkeler düzeyinde söz sahibi olabilmesi ve bunu bir var oluş felsefesine dönüştürmesi için çok iyi düzeyde dil bilen gençlerin yetişmesine gereksinimi vardır. Yabancı dilleri bilip konuşmak ve farklı kültürel zenginliklere kapı açmak ülkemizi her tür iletişim ortamında yüceltir ve yetkinleştirir. Yabancı dil eğitiminin nitelikli ve kapsamlı olması; bilimin ve edebiyatın kaynağından okunup, kavranıp, tartışılması amacıyla tasarlanması çocuğun beynini zenginleştirir. Böylece, eğer gerçekten istiyorsak, yapay zekâ ve uzay çağına gelişmeleri kaynağından izleyerek ayak uydurabiliriz.
Peki, bu yetkinlikleri çocuklarımıza nasıl kazandıracağız? Türkiye çapında ana okulundan başlamak üzere lise son sınıfa kadar uzanacak bir eğitim planlaması yapılarak seçilen deneme okullarında gönüllü öğrenci ve velilerden oluşan denek gruplarıyla yıllar sürecek kapsamlı ve birbiriyle ilişkili araştırmaların yapılmasının gerektiği kanısındayım. Araştırmalarda yer alan öğrencilere ilk yıllar beyni zenginleştirici ve nitelikli dil eğitimi (ana dil ve İngilizce) verilmelidir. Ancak ilerleyen yıllarda (özellikle İngilizce yeterliliği uluslararası geçerliği olan sınavlarla saptandığında) bir gruba İngilizce "yabancı dil dersi" çerçevesinde öğretilmeye devam ederken bir diğer grupta alan dersleri (fen, edebiyat, vb.) İngilizce olarak öğretilmelidir. Hem ara yıllarda hem de lise bitiminde kapsamlı ve gerçek yaşamla uyumlu bir dizi ölçme-değerlendirme sonucunda elde edilecek verilere ve gelinen yetkinlik düzeyine göre eğitim politikaları saptanıp uygulamaya konmalıdır.
Ana dilde ve yabancı dillerde yetkinlik kazanmak beyni zenginleştirir. Beynin zenginleşmesi, beyindeki yaklaşık yüz milyar sinir hücresinin çevresel uyaranlara bağlı olarak birbiriyle güçlü ve çok sayıda bağ kurması demektir. Dünyayı algılama ve öğrenme sonucunda nitelikli ürünler ortaya koyabilme, beyin hücreleri arasında kurulan bağlantıların zenginleşmesine bağlıdır. Araştırmacılar, kurulabilecek bağlantıların bir sınırı olmadığını, yaşadığımız ortamın koşul ve gereklerinin bağlantı sayısını ve niteliğini belirlediğini vurgulamaktadır. Araştırmalara göre, ortam zenginleştirildiğinde beyin hücreleri zenginleşir. Sıkıcı ve yoksullaştırılmış ortamlarda ise beyin hücreleri ve hücre bağlantıları yitip gitmektedir. Buna “budanma” adı verilmiştir.
Beynin gelişim sürecinde, çocuğun görme-işitme duyularını kullanabilmesi, birkaç dil öğrenebilmesi, sanatsal beceriler edinebilmesi için çok önemli evreler vardır. Bunlar belli yaşlara özgü öğrenmeyi destekleyen "şans pencereleri"dir. Ancak dil yetisinin gelişimini destekleyen bu evreler ergenliğin bitiminde sona ermektedir. Bu da dil öğrenmenin ergenlik sonrasında çok daha zor olması demektir. Genetik yapımız, yaşam boyu sahip olacağımız yetenek ve becerilerin ortaya çıkması için belli bir temel oluşturur; ancak çevresel uyaranlar tüm yetenek ve becerilerin alacağı şekli belirler. Gelişen beyin yetkinleşirken körelen beyin gelişip yetkinleştiğinde neler başarabileceğini asla bilemez.
Dil derslerinin güdüleyici ve geleceğe yönelik sağlam hedefler çerçevesinde çocuğun ilgisini uyandırarak ona anlamlı gelmesi, beyninin zenginleşmesini sağlar. Bu koşul sağlandığında beyin hücrelerinde başlayan fiziksel zenginleşme sonucu çocuklar daha zeki bireylere dönüşür; ürettikleri düşünceler toplumlara katkı sağlar. Fare deneylerinde, hamile farelerin bulunduğu ortamın zenginleştirilmesinin, yavru farelerin daha kalın bir korteksle doğmasına yol açtığı, yoksul ortamlarda tutulan yavrulara oranla beyin kortekslerinde bir haftada %7 ile %11 arasında bir kalınlaşma olduğu saptanmıştır.
Araştırmalar bebek beyninin çok erken dönemde dil öğrenmeye hazır duruma geldiğine dikkat çekmektedir. Erkenden ana dil ve yabancı dil ile uyarılan bebek beyni çok kısa sürede duymakta olduğu dillere yatkınlık edinir. Yeni doğan bebekler; sözcükleri sağ kulakları ve beyinlerinin sol yarım küresiyle; müzikal sesleri ise sol kulakları ve beyinlerinin sağ yarım küresiyle algılar. Araştırmacılar bebeklerin, farklı dilleri ritim farklarından yararlanarak birbirinden ayırdıklarını saptamıştır. Hamileliğin altıncı ayından itibaren bebeğiyle iletişim kurmaya başlayan annelerin bebeklerinin beyinlerindeki dilden sorumlu bölgelerde hücresel zenginleşmenin ortaya çıktığı belirlenmiştir. Bebeğiyle konuşan, ona kitap okuyan annelerin bebeklerinin büyüdüklerinde daha zeki olduğunu gösteren araştırmalar vardır. Bu çocukların okuma, yazma ve karar oluşturma yetilerinin diğerlerine göre daha gelişmiş olduğu görülmüştür.
Dört yaş çocuğu, beynindeki dil merkezleri geliştiğinden, uyaran zenginliğine bağlı olarak hem ana dilde hem de yabancı dil(ler)de kapsamlı bir dil bilgisine sahip olabilir. Sözcükler tümceler içinde yerli yerine bu evrede oturur. Dil merkezlerinin gelişimi boyunca çocuğun dil açısından zenginleştirilmiş ortamlarda büyümesi sonucu doğal olarak dil zekâsı gelişir, zengin sözcük dağarcığına sahip olur ve büyüdüğünde dili etkili biçimde kullanabilir.
Çocuğun ikinci bir dili öğrenme yetkinliği ergenlikle birlikte azalmaya başlar; çünkü beynin esnekliği azalmaktadır. Bunun en önemli nedeni, beynin ergenlik sonrasında kullanılmayan hücre bağlantılarını köreltmesidir. National Institute of Mental Health’de yapılan araştırmalar, çocuklukta başlayıp ergenliğin sonuna kadar devam eden evrede beynin ön bölgesinden başlayarak arkaya doğru genişleyen alanda, beynin beyaz maddesinde bir artış olduğunu vurgulamaktadır. On üç yaş civarında bu gelişmenin durmasıyla yeni bir dil edinme yetisinin zayıfladığı düşünülmektedir. Çocuk erken yaşlarda yabancı dilin seslerini, bağlam içindeki kullanımını, kendine özgü yapısal özelliklerini algılarsa kısa sürede ana dil konuşucuları kadar akıcı bir dil yetisine sahip olur. Araştırma sonuçlarına baktığımızda eş zamanlı olarak ana dili ve yabancı dil(ler)i öğrenmenin çocuğun doğal gelişim sürecinin bir parçası olduğunu görüyoruz. Beyin ölünceye kadar öğrenmeyi sürdürür; ama yaş ilerledikçe, özellikle yabancı dil öğrenmek, daha fazla çaba gerektirmektedir.
Beyinde dil yatkınlığının körelmediği evrede çocuğa yabancı dil(ler)in yaşam başarısındaki öneminin kavratılması, hedef belirleme açısından çok önemlidir. Çok dilli olarak yetişmesi sonucunda ortaya çıkacak kazanımların toplumsal ve bireysel farkındalığına uyanırsa okulu bilim yuvası olarak görür. Bu ortamda yaratıcılığını ve yeteneklerini tanımak, becerilerini geliştirmek ister. Öğrenmenin anlamını kavrayan ve hazzını deneyimleyen çocuk, bilgi arayışına yönelir; öğrendiklerini deneyimlemek için fırsat yaratır. Farklı dil ve kültürlerin dünyayı anlama ve tanıma noktasında kendisine birikim sağlayacağını, bilim insanları arasında saygın bir yer edinebileceğini algılar. Hem ana dilde hem de yabancı dil(ler)de sahip olacağı ifade yetkinliğinin öz güven yaratacağını anlar. Seçtiği meslek alanında bilgiye kaynağından ulaşmanın sağlam bir donanım oluşturmada işlevsel olduğunu kavrar. Bu da öğrenme sürecini yönetebilen özerk bir gençlik demektir.
Dil farkındalığına ulaşamayan çocukların derslerde konuları anlamadığını, derste öğretilenleri pekiştirme alışkanlığı edinemediğini, dil farkındalığı ve soyut düşünce yetkinliği geliştiremediğini, buna bağlı olarak da okulu sevmediğini görüyoruz. Bu doğrultuda bilinçlenmeyen çocuklar derslerde başarısız olmaya başladığında okulu bir yük olarak algılar, okuduğunu anlamaz, sadece eğlenmek ister ve bilinçsiz seçimlerin vereceği zararı kestiremez. Şiddet içerikli filmlerin ve bilgisayar oyunlarının, internetin ve sosyal medyanın bilinçsiz kullanımının tehlikeli sonuçlarını kestiremez. Fare deneylerinde, beyin korteksinin sıkıcı ortamlarda yoğun biçimde hücre bağlantılarını kaybediyor olduğu ortaya çıkmıştır. Beynin verimli olabilmesi için yeniliklerle dolu, anlamlı, araştırmayı ve öğrenmeyi yüreklendirici ortamlara gereksinimi vardır. İçsel olarak güdülenemeyen, eğitim sürecinde anlam bulamayan çocuklar ve gençler, amaçsızca bilgisayarda oyun oynarken, sosyal medyada zaman öldürürken beyinlerindeki bağlantıların hızla çözülmesine neden olduklarını bilemezler. Böylece karmaşık dilsel yapıları çözümleme ve düşüncelerini düzenleme becerisinden de yoksun kalmaktadırlar.
Ana dilini özümsemiş ve sağlam bir temel üzerine kurmuş, yabancı dilde ve yabancı dille yapılan nitelikli eğitim sonucunda da çok iyi düzeye ulaşmış bir İngilizce ile üniversiteye gelmiş olan öğrenciler; bilimi, sanatı, edebiyatı, teknolojiyi uluslararası düzlemde tartışabilir ve bilim üretebilir. Ancak öğrencinin okuma, anlama, yabancı dilde fikir ileri sürme, tartışma, eleştirel düşünme ve sorgulama gibi dil becerileri sınırlıysa, alanda bilgi kaybını engellemek adına, üniversitede derslerin ana dilde yapılması bir gereklilik olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu da başta koyduğumuz hedefe ters düşmektedir.
O zaman tartışma, "İngilizce-Türkçe" değil, etkili öğretim yöntemleri yoluyla kültürlü, yetkin, küresel bilinçle dünyaya katkı sağlama isteği duyan çok dilli insanlar yetiştirmek olmalıdır. Bu seçimi yapmadığımızda teknoloji ve uzay çağında, çağa ayak uyduramayan çocukların beyinleri ya körelecek ya da yanlış yönde şekil alacaktır. Yaşayacakları başarısızlıklar, düş kırıklıkları öz güven yitimine yol açacaktır. Hedefimiz uluslararası düzlemde güçlü ve söz sahibi bir Türkiye ise öz güven kaybı ve yetersizlik kaygısı ile yetişen bir gençlik ülkemizi bu hedefe taşıyamaz.
-Birçok okul İngilizceyi temel alarak eğitim veriyor. Öğretmen atamalarında ilk üç sırada Din Kültürü ve Ahlâk Bilgisi, Sınıf ve İngilizce öğretmenlikleri yer alıyor. Türkçe veya Türk Dili ve Edebiyatı öğretmenleri daha az sayıda atama alıyor. Sizce yabancı dilde eğitimin bu kadar çok yaygınlaşmasının Türkçeye, öğrenci gelişimine ve bilimsel çalışmalara etkisi nedir?
Ülkemizde İngilizce eğitimi yaygınlaşmış gibi görünse de nitelikli değildir. Nitelikli programlar çerçevesinde eğitilmeyen öğrenciler İngilizce düşünememekte, konuşup yazamamaktadırlar. Ülkemizde ne yazık ki ana dil öğretimi de nitelikli değildir. Bunun İngilizce öğretiminin yaygınlaşmasıyla bir ilgisi olduğunu düşünmüyorum. Hatta İngilizcedeki yetersizlik Türkçeyi son derece olumsuz etkilemektedir. Ana dil ya da İngilizce eğitimimizdeki sorunların bir nedeni, ülkemizdeki dil eğitiminin dünyada yaşanan sorunları bilmek isteyen ve bu sorunların çözümüne duyarlı, yetkin iletişim becerisiyle sorun çözümüne yönelen bireylerin yetiştirilmesini destekler nitelikte olmamasıdır. Bu nedenle dil öğretim yöntemleri ve öğretmen yeterlilikleri bu hedefin gereklerini karşılayamamaktadır. Dil bilincinin geliştirilmesi küresel düzeyde iletişim, bilim ve teknoloji ortak paydasında buluşmaya yönelik bir hedeftir. Dil bilincinin geliştirilmesi düşünce cambazlığı becerisini edindirmektir. Bu hedef belirlenmediğinde insanların bilimi-sanatı anlaması, kültürlenmesi, dünya sorunlarına karşı duyarlı olması, düşünce ve çözüm üretmesi, buluş yapması beklenemez. Çünkü öğrencilerin bilimsel ya da toplumsal sorunlara dil yoluyla etkili çözümler üretmesini sağlamak için bu doğrultuda büyük ölçekli izlence ve ders tasarımları gereklidir. Hedefe yönelik çalışmalar yapılmadığında küresel ölçekte var olan sorunların çözümü insanları ilgilendirmez, çünkü ulusal sınırların ötesi ilgilerinin dışında kalır. Dünyada başka topluluklar olduğunu, onların da insani gereksinimleri olduğunu; başka canlılar olduğunu, onların da yaşam hakkının bulunduğunu düşünmezler.
Küresel sorumluluk bilinci ile ne demek istediğimi anlatmak için İsveçli bir kız çocuğunu örnek vermek istiyorum. 16 yaşındaki Greta Thunberg şu anda tüm insanları iklim değişiminin önümüzdeki on bir yıl içinde yol açacağı tehlikelere karşı uyarmaktadır. Greta, Asperger sendromu nedeniyle öğrenme zorluğu olmasına karşın yapmış olduğu kapsamlı bilimsel araştırmalara dayanarak, yetkin bir bilim insanı duyarlılığıyla, ülke liderlerinden iklim değişikliğine yol açan unsurlara karşı önlem almalarını istemektedir. Avrupa Birliği kapsamında düzenlenen toplantılarda, Davos'ta, çeşitli Avrupa ülkelerinin parlementolarında konuşmalar yaparak insanları, sera gazları salınımına ve fosil yakıtların kullanılmasına devam edilmesi durumunda on bir yıl sonra başlayacak olan zincirleme tepkilerin engellenemez sonuçlar doğuracağı konusunda, bir bilim insanı titizliğiyle bilgilendirmektedir. 2030 yılından sonra çocuklarımıza bırakacağımız bir dünya olmayacağı konusunda bizi uyaran ve küresel sorumluluğa bizi davet eden bu küçük kız Nobel'e aday gösterilmiş, Altın Kamera Ödül'üne layık görülmüş ve Time tarafından 2019'un en etkili 100 kişisinden biri seçilmiştir. Ağustos'tan bu yana Cuma günleri okula gitmeyerek İsveç Parlementosu'nun önünde eylem yapmakta olan Greta, şu anda 128 ülkeden 1.4 milyon kişi tarafından desteklenmektedir. Küresel çevre bilinciyle tüm dünyada kanunların değiştirilmesi ve gezegenimizin korunması amacıyla kamuoyu oluşturmakta ve konuşmalarını son derece akıcı bir İngilizceyle yapmaktadır. Ana dilinde yapsa yaratmakta olduğu etkiyi, belki de dünyamızı kurtaracak bilinci asla oluşturamaz; İsveç sınırlarının çok ötesinde bir farkındalık yaratamaz. Yabancı dil(ler)i incelikleriyle bilmiyorsak eğer, bu denli önemli konularda sadece dil bilen yetkililerin uygun gördüğü bilginin aktarımıyla sınırlı kalırız. Bilgi vardır, ama dil bilmiyorsak onu algılayacak kulağımız ve gözümüz olmayacaktır.
Greta'nın bu başarısının ardında İsveç'teki nitelikli yabancı dil eğitiminin ve yaşam biçiminin izleri yadsınamaz. İsveç'te İngilizce yabancı dil dersi kapsamında öğretiliyor olsa da halk Avrupa Birliği çerçevesinde İngilizceyi iletişim dili olarak birçok alanda sıklıkla kullanmakta, televizyon ve radyolarda İngilizce olan programlar ana dilde seslendirilmeyip İngilizce olarak sunulmakta, öğrenciler istediklerinde tez ya da makalelerini İngilizce olarak hazırlayabilmektedir. Bu tür toplumsal gerekler ülkede İngilizce eğitiminin güçlü bir zemine oturmasını zorunlu kılmaktadır.
Greta örneğinde de görüldüğü gibi, yabancı bir dilin günümüzde bilim ve siyaset alanındaki etkileri tartışılamaz. Küresel sorunların çözümü dil bilen, yaratıcı düşünce üretip akıcı biçimde bu düşünceleri farklı dillerde ifade edebilen küresel insan olmakta yatmaktadır. Hiçbir şey bundan on yıl, yirmi yıl önceki gibi değildir. Güçlü Türkiye hedefimiz varsa değişime ayak uydurmak zorundayız; dil bilincimiz ise ne kadar esnek olduğumuzun ve yeniliklere ayak uydurma düzeyimizin bir göstergesidir.
Hasan Ali Yücel, "Bence Atatürk dil değişiminin anlattığı en büyük gerçeklik işte budur: Kafayı işletmek, düşünmek. Atam oğlu düşündü mü kımıldamaksızın duramaz. Her düşünce, bir kımıldamadır. Öz Türkçe, Türk beynindeki kımıldamanın sesidir." derken öz Türkçenin düşünce ve fikir üretmek, yaratıcı olmak, değişime açık olmak anlamına geldiğini vurgulamaktadır. Öz Türkçe, yeniliklere kanat açmanın, yaratıcı ifadenin ve değişimin korkusuzca kucaklayıcısı olmanın simgesel anlatımıdır. Arapçadan, Farsçadan dilimize geçmiş ve anlam derinlikleriyle dilimizi güçlendiren sözcüklerin anlatım zenginliğinden yararlanmayı, ancak yeni sözcükler türetip dilimizi daha da zenginleştirmeyi hedeflemeliyiz. Söz gelimi, Arapça bir sözcük olan "Hakikat" değişmez olanı nitelerken "gerçek" kişiye göre değişen bir gerçekliğin anlatımı için kullanılabilir. Güçlü ve zengin bir ana dil ve yabancı dil donanımı, ülkemizi yenilikçi ve çözümcü yaklaşımlarla yüceltmenin en önemli aracıdır. İlköğrenim düzeyinde (ana) dil bilinci edinen, dili anlam derinlikleriyle anlayıp yorumlayan hiçbir çocuk daha sonraki eğitim basamaklarında, özellikle de yabancı bir dil öğrenirken, ana dilinden, ana dilinin zenginleşmesi fikrinden ödün vermez. Tersine, diline, edebiyatına, kültürüne sahip çıkar. Kendini farklı dillerde yetkin biçimde ifade etmenin keyfini öz güvene dönüştürür. Dilleri kültürleriyle, farklı yaşayış biçimleriyle tanıyıp kendini zenginleştirirken ve kendine özgü sentezlere ulaşırken ülkesinin eşsiz bir temsilcisi olur.
Bu çerçevede kitap çevirisi yapmanın, yabancı eserlerden çeviri yoluyla üretilen derleme makale yayımlamanın, film ya da dizi çevirisi yapmanın toplumsal sorumluluk projesi kapsamında değerlendirilmesi gerektiğini düşünüyorum. Ülkemizde dil bilinci yüksek, her iki dilde de son derecede yetkin olan çevirmenler; bilim, kültür, edebiyat ve teknoloji birikimimizin zenginleşmesine önemli katkılar sağlamaktadır. Birçok alanda toplumumuza kaynak eser niteliğinde olan bu tür çalışmalarda kullanılan Türkçe, özellikle gençler ve çocuklar için örnek oluşturmaktadır. Ancak ne yazık ki ülkemizde çeviri ile uğraşan bazı kişiler ana dilini ve çeviri yaptığı kaynak dili tam olarak özümsememiş kişiler olabilmektedir. Dili kültürel özellikleri ve terimleriyle özümseyememiş bir çevirmen, kullandığı bozuk anlatımlar, seçtiği gelişigüzel sözcükler ve başı sonu belli olmayan tümce yapıları sonucunda Türkçenin tuhaf bir ara dil olarak televizyonda ve çeviri eserlerde izleyenlerin ve okurların karşısına çıkmasına yol açmaktadır. Bu kapsamda çok sayıda çeviri eser bulunmaktadır. Özensiz bir yaklaşımla yazılmış çeviri eserler, özellikle çocuklar için çevrilmiş eserler; yanlış dolu bozuk anlatımların çocuklar tarafından ana dil olarak benimsenmesine yol açmaktadır. Çünkü çocuklar kullanılan dilin İngilizceden Türkçeye başarısız bir aktarım sonucunda ortaya çıktığının farkında olamazlar. Öğrenme yoluyla değişmeye hazır olan esnek beyinleri, duydukları ya da okudukları bozuk Türkçeyi ana dil olarak kabul etmektedir. Bu nedenle eğitimlerinin sonraki basamaklarında bilimsel makale, deneme ya da öykü yazmaları, sunum yapmaları istendiğinde kullandıkları Türkçe hatalı anlatımlar içermektedir. Çeviri eserler açısından bakıldığında Türkçenin bozulmasının temel nedenlerinden biri ana dil bilincinin yerleşemiyor olması, bir diğeri ise İngilizce donanımının yetersizliğidir.
-Son dönemde Türkçe yerine İngilizce yazan yazarlar var. Soyadını İngilizceye çevirenler var. Sokaktaki tabelalarda Türkçe isim bulmak bile zor. Yazarlar ve edebiyatçılar ana dilde üretimin yaratıcılığı daha fazla geliştirdiğini söylüyorlar. Siz bu konuda ne düşünüyorsunuz?
Bu soruyu yanıtlamak için yaratıcılığın ortaya çıkışını destekleyen unsurlara bir göz atalım. Macar kökenli Amerikalı araştırmacı Mihaly Csikszentmihalyi'e göre yapmakta olduğumuz işe tüm dikkatimizi odakladığımızda, dikkatimizi dağıtabilecek hiçbir duyguya, düşünceye zihnimizde yer vermediğimizde bir "akış" içine gireriz. Sporcular için "mutlak konsantrasyon anı" anlamına gelen, müzisyenler ve sanatçılar için "kendinden geçme" ile özdeş olan bu deneyim, her şeyin son derece berrak algılandığı, kişinin "hedeflerinin tam bilincinde" olduğu, "çabasızca" akışta kaldığı bir süreci tanımlamaktadır. Csíkszentmihályi, yetkin bir kişinin sahip olduğu becerilerin zorlanması durumunda "akış" deneyiminin yaşanacağını belirtir. Zaman kavramının yitirildiği böylesi deneyimlerde ünlü yazarlar, şairler, müzisyenler, ressamlar eserlerini ilhamla yarattıklarını belirtmektedir.
Bu noktadan baktığımızda ana dilin ya da yabancı dilin, yaratıcı akışın ifade bulmasını sağlayan bir araç olduğunu görürüz. Yetkinleşmiş olduğumuz ifade aracı dans, müzik ya da resim-heykel de olabilir. Hangi dillerde yetkinsek, hangi becerileri geliştirdiysek ve eğer bir hedef belirlemişsek, dikkatimizi tam olarak odakladığımızda "akış" başlar ve yaratıcılığımız bu alanda kendini, bize özgü biçimde ifade eder.
Bu nedenle yabancı dilde yapılan bilimsel ya da sanatsal üretim ana dilimize, kültürümüze, edebiyatımıza zarar vermez; tersine yazarlarımızı ve onlar kanalıyla kültürel zenginliklerimizi dünyanın tanımasına olanak verir; onları evrensel kılar. Dil yetkinliği, anlatımda zenginlik yoluyla kitleleri etkilemeyi, eş duyum yoluyla zihinlere anlayışın ve kavrayışın doğmasını sağlar. Eğer yazarlarımızın sadece ana dil becerileri gelişmişse doğal olarak ana dilde etkileyici eserler verirler; başka dillerde de yetkinleştilerse o dillerdeki etkileri de bir o kadar güçlü olacaktır.
Sokaktaki tabelalara baktığımızda ise farklı bir durumla karşılaşıyoruz. Tabelaların yabancı dilde olması özentidir. Özellikle dilin inceliklerini bilmeyen kişiler tarafından turistlerin ilgisini çekmek amacıyla ya da yabancı kültürlere öykünerek seçilen yabancı sözcükler çoğu kez yanlış olarak kullanılmakta ya da Türkçe anlatılabilecek bir kavramın yerini almaktadır. "Loft" sözcüğünü ele alalım. "Loft" tavan arası ya da çatı katı demektir; Amerika'da eski endüstriyel yapıların ve fabrikaların konut ve çalışma alanlarına dönüştürülmesine verilen addır. Dilimizde ise üst sınıfa yönelik tasarlanan yüksek tavanlı, geniş yaşam alanları anlamında kullanılmaktadır. "Loft" yerine "geniş yaşam alanları" ifadesi kullanıldığında Türkçenin içine yeni yabancı sözcük yerleştirme çabası içine girmemiş oluruz. "Tanıtım" dururken neden "lansman"? "Ancak" dururken neden "lakin"? Ana dilimiz son derece zengindir, zenginleşmeye açıktır. Yaratıcılıkla ana dilimizde ifade edemeyeceğimiz hiçbir kavramın olmadığı kanısındayım.