11 Ocak 2025 Cumartesi
İstanbul
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Mersin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Bir lisan muhafızı: Nihad Sami Banarlı ve kadim Türkçemiz

Sami Banarlı’nın özelde Türk diline verdiği ehemmiyeti anlamak için onun 1972 yılında yayımlanan “Türkçenin Sırları” isimli kıymetli eserine göz atmamız gerekiyor. Banarlı’nın dil üzerinde ortaya koyduğu şey, özellikle de dilin keyfi uygulamalardaki kullanımından kaynaklanan tenkitte yatar.

Bir lisan muhafızı: Nihad Sami Banarlı ve kadim Türkçemiz
A+ A-
ÖMER ÖZBEY

Medeniyetlerin varlık gayesini belirleyen amillerin başında toplum ve o toplumun varlık gayesini de fertlerinin cemiyet içerisinde kullandığı dil belirler. Bir iletişim aracı ve nesilden nesile aktarılan bir kültür görevi üstlenen dile gereken ehemmiyeti göstermeyen bir medeniyet ve toplumun yaşadığı varsayılamaz. O millet ve medeniyet ancak biyolojik bir vakıa olmaktan öteye geçemeyecektir.

Dil de insan gibi tarihsel bir düzlemde doğar, yaşar, değişime uğrar veya tamamen ortadan kalkar. Elbette yazılı kültürün egemen olduğu toplumlarda dilin gerek yazın alanında gerekse de aktüel hayat içerisindeki kullanımı dolayısıyla tamamen ortadan kalkması düşünülemez. Bu biraz da o toplumun dile verdiği önem ile alakadardır. Dolayısıyla da dil, topluma yön veren müellifler, edipler, aydınların omuzlarında çok ağır bir yük, bir mesuliyet taşır. O mesuliyet zaman zaman Eski Yunan’ın kadim Homeros’unun destansı mitologyasında, bazen İngilizlerin allamesi Shakespear’in şairane piyeslerinde bazen de Almanların dahi müellifi, münevver Goethe’nin karanlık gotizminde, Fransızların melankolik çehresi Beaudelaire’nin sembolik ironizminde; bizde ise dağ gibi Yunus’un, Yahya Kemal’in, Mehmet Akif’in, Arif Nihat Asya’nın ve Ahmet Hamdi Tanpınar’ların omuzlarında müşahhaslaşacaktır.

İşte, bizde o dilin mesuliyetini bütünüyle benliğinde hisseden, fildişi kulesinden haykıran bir edip: Nihad Sami Banarlı…

Sami Banarlı’nın özelde Türk diline verdiği ehemmiyeti anlamak için onun 1972 ylında yayımlanan “Türkçenin Sırları” isimli kıymetli eserine göz atmamız gerekiyor. Zira Türkçenin Sırları’nda, Banarlı’nın dil üzerinde ortaya koyduğu şey, özellikle de dilin keyfi uygulamalardaki kullanımından kaynaklanan tenkitte yatar. Çünkü Banarlı, dili, “Bir milletin varlık gayesi” olarak görür ve “dili milli mâziden ayrı bir varlık olarak görmenin mümkün olmadığını” söyler. Ve çünkü ona göre “milletlerin tarihi olduğu gibi kelimelerin de tarihi vardır”.

20. yüzyılın büyük dilbilimcisi ve aynı zamanda göstergebilimin müdavimlerinden Ferdinand de Saussere’nin dil üzerine yaptığı incelemeler edibimizin görüşlerini kanıtlar niteliktedir. Saussere’ye göre; “Dil yetisinin hem bireysel hem de toplumsal bir yapısı vardır. Bunlardan biri olmadan öbürü düşünülemez”. İkinci bir husus da; “dil yetisi her an yerleşik bir dizgeyle bir evrim içerir, hem çoğalan bir kurumdur hem de geçmişin ürnünüdür her an”.

Bu bakımdan Sami Banarlı’nın tenkidinin odak noktasında, bir zamanlar öz Türkçe olarak dayatılan ve adına sadeleştirme denilen, dilin varolan doğasını deforme eden, onun varlık gayesini ortadan kaldıran militanca dayatmalara bir meydan okuyuş vardır. O, elbette kesinkes sadeleştirmeye karşı değildir. Fakat Banarlı’ya göre eğer dilde zorunluluktan kaynaklı muayyen bir sadeleştirme yapılacaksa kelimeler a’nanelerini kaybetmeden, o “Milletin sesi ve sözüyle birleşerek” yapılmalıdır. Ve edibimiz bu türden olan sadeleştirmeleri çok güzel mana ile ifadelendirir: “Kelimelerin İzdivacı”…

Gelin, Banarlı’nın bu hoş ifadelendirmesini dinleyelim:

“Öteden beri olduğu gibi, bundan sonra da Türkçede yeni kelime icad edilecekse mutlaka Türk halkının seçtiği yolda olmalı, yâni yeni kelimeler ya halkın sesi ve zevkiyle birleşmeli veya birbirine çok yakışan iki kelimenin izdivacından doğmalıdır.

“Aygıt, yapıt, azıksal, koşul, yaşantı, görüt… gibi kelimeler, zevki ve şuuru olan hiçbir Türkün güzel bulamayacağı böyle yaratılış garibeleridir. Bunları ancak milletlerin yarımın yarısı bile olmayan sözde münevverleri beğenir. Halkın kelime yaratma dehası asla bu yollarda işlemez. “O, eğer yaratacaksa öteden beri kullandığı iki güzel kelimeyi bir araya getirerek bunlardan yeni ve ‘nur topu’ gibi üçüncü bir kelime yaratır. Akarsu, ana dil, hanım eli, kasımpatı, ateş böceği, ayşegül, yazgülü”...

Görüldüğü üzere Banarlı, lisandaki sadeleşmeyi uydurmaca bir lisanla değil, bizzat halkın duygu, düşünce ve sezgisinden doğan kullanımıyla meşru bir zemine oturtur. Ona göre dil ancak bu şekilde hayatiyet kazanır.

Bu hayatiyet, hem Yunus’un dağ gibi imanıyla yükselen bir dil, hem altı asırlık bir medeniyetin kucağında bir lisan, hem de Cumhuriyet devrinin inkılabıyla müetemmim olmuş bir orkestrasyona eşlik ediyor.

Azizim ve Azizem! “Türkçenin Sırları”nı okuyunuz. Ondaki sır, çöküş devirlerimizdeki sırlara tekabül ediyor.

Son Dakika Haberleri