Bir yaşam öyküsü: Cılgalar
'Cılgalar' okuyucuyu 65 yıl öncesine götürüyor. Çok yönlü değerlendirmeye açık bir çalışma. Son derece akıcı, yer yer hüzünlendiren ve gülümseten bir eser. Yaşanılan gerilim ve yorgunluğa karşı bir bardak soğuk su gibi.
Okurken hüzünlendiren, esprili anlatımıyla, içten gülümseten, “Anadolu Bozkırından Bir Yaşam Öyküsü; Cılgalar” okuyucuyu 65 yıl öncesine götürüyor. 1950’li yılları yaşamış köy çocukları, çocukluk anılarından kesitler bulabilecekleri bir eser.
Süleyman Kılıç, doğup büyüdüğü, çocukluk dönemini yaşadığı Arguvan-İsaköyü’nün çok yönlü ilişkilerini tiyatro diline benzer bir dille yazmış. Doğrudan ve dolaylı anılar, köylülerle yapılan görüşmeler, “yârenlikler,” okuyanı sarmalıyor. Geleneksel değerlerin etkili olduğu, kapalı köy toplumunun yaşam öyküsüdür Cılgalar. İsaköyü, büyük toprak mülkiyetinin olmadığı, daha çok orta ve küçük ölçekli toprak mülkiyetinin yaygın olduğu bir yöre. Süleyman Kılıç “Çocukluk anılarım” dediği Cılgalar’da “Kendimi yazdım… yazın dünyası "otobiyografi" diyor. Ben ise "heybemde biriktirdiklerim" diyorum” sözleriyle “aklının erdiği” bir dönemin öyküsünü yazmış.
“Anadolu Bozkırından Bir Yaşam Öyküsü; Cılgalar” önsözünde Süleyman Kılıç, “Edebi, ebedi kaygısı, satış... iddiası olmayan bir kitap… fakir fukara bir ailenin, çocuklarına adanmış yaşam hikâyesi… Yoksul bir Anadolu çocuğunun iç çatışmaları, gelgitleri, utangaçlıkları, sevinçleri, gözyaşları… Hepsi "essahtan", hepsi sahici…” bir öykü. Yöresel dile özgü sözcük ve deyimler ve resimlerin kullanıldığı oldukça akıcı bir kitap.
DEĞİŞİME YOL AÇAN ETKENLER
“Cılgalar” son yıllarda Arguvan üzerine yapılan inceleme ve araştırmalardan oldukça farklı. Yöreyle ilgili yapılan araştırmalar genellikle Arguvan ağzı ve türküleri üzerine. Türküleriyle tanınan Arguvan, tarım üretimi ve üretim çeşitliliğiyle önemli bir yöre.
Süleyman Kılıç anılarında toplumsal değişime yol açan etkenleri çok somut bir biçimde anlatır. Eğitim ve gelişme, eğitim ve refah arası ilişkileri dönemin öğretmeni şu sözlerle açıklar; “1940 doğumluyum... Akçadağ Köy Enstitüsü mezunu” (S.24) olduğunu belirtir ve devam eder. “Çok zor şartlarımız vardı. Kış aylarında okulda ısınmak için her evden odun ve tezek isterdik. Öğrenci okula gelirken tezek ve odunuyla gelirdi. "Daha sonra bu sistemi kaldırdım... 17-18 römork odun aldım... Ansiklopedi, pergel, cetvel, harita vb. okul malzemelerini kendi imkânlarımla şehirden alıyordum... Elimdeki yüklerle yürümem zor...bir çıplak eşeğe bindim...Özellikle Kız Öğrencilerin Okutulması İçin... ailelerle tek tek” (s.25) görüştüğünü anlatır. Çocukların eğitimi için çaba harcayan öğretmen, köylülerin temel ihtiyaçlarını çözümlemeyi eğitimin bir parçası görür. Okula “Atatürk büstü” yaptırma, "Okulun önüne su getirme...” köyde tuvaletlerin yapılması gibi temel sorunların giderilmesine öğretmenler öncülük eder. Öğretmen, çocukları eğitmekle kalmaz, bütün toplumu eğitmeye çalışırdı.
Kitabın yazarı Süleyman Kılıç ailesiyle.
Eğitimin önem kazanmasıyla, köyün öğrenci sayısı hızla artar. Yeni bir okul yapımı ve okulun ihtiyaçlarının karşılanması için gerekli başvuruların yapılması, kaymakamlık ve valiliğe “istidalar” yazılması, yetkili makamlarla görüşmeler, köy öğretmenlerinin gönüllü işleriydi. Bütün bu işler için eşek vazgeçilmez ulaşım aracıydı. Eşeğin önemini Kılıç mizahi bir dille “Eşek deyip geçmeyin, bizim buralarda canımızı satın alır, her işimize eşek koşar. Yükümüzü eşek taşır, bir yere gideceğimiz zaman eşek bizim arabamızdır, biner gideriz.” (s. 57) sözleriyle eşeğin işlevsel önemini anlatır.
Eğitimin giderek saygınlık kazanmasını Cılgalar, "Bir gün Ali Ekber öğretmen ders anlatırken kapı çalındı. Ebem Safiya kapıda ayakkabısını çıkardı, sınıfa daldı. Öğretmen sordu: 'Niçin ayakkabını çıkardın?' 'Burası sınıf kurban, onun için.” (s.42) çok hoş bir örnekle gelişmeyi vurgular.
Süleyman Kılıç “bizim ailenin beyni anamdır. Yönlendirir, öncülük eder. Kendisinin okutulmamasının hırsını bizlerden alırdı. İyi ki de öyle yapmış. "Okuyacaksınız, okuyacaksınız, biz sizler için varız, bizim çocuklarımızdan başka neyimiz var.” (s.116) değini nakleder.
EĞİTİMİN DEĞİŞİME ETKİLERİ
Ünlü yazar Kemal Tahir “Bozkırdaki Çekirdek” romanında Köy enstitülerini anlatır. Köy toplumuna egemen olan feodal güçler Köy enstitülerine karşı kampanyalar yürütür. İkinci Dünya savaşının bitimi sonrası enstitüler gericiliğin dilinde “ensdidü” olur! Enstitülerden yetişen öğretmenler kuşağı, bilgi ve deneyimlerini bir parçası oldukları toplum ile paylaşmaya devam eder. Cılgalar da Süleyman Kılıç tarih vermese de 1950’lerin sonunda pek çok yönden birikimli, eğitimli ve deneyimli bir kuşak ortaya çıkar. Arguvan genelinde başlayan hızlı değişime “ensdidü’lerden” yetişen öğretmenler ve onların eğittiği kuşaklar damga vurur. Bu gelişmeyi İsaköy öğretmeni, "Bizim zamanımızda köyde 45 traktör vardı,” (s.28) sözünü söylediği tarih 1960’ların başıdır. 1960’ların başlarında karasaban yerini makinalı tarım alır. O yıllarda pulluk, traktör, döver-biçer ve patos gibi tarım araçlarının en fazla girdiği köylerin başında gelirdi İsaköyü. Süleyman Kılıç’ın, “bahçemiz ve Traktörümüz Olmuştu ... Dedem ayrılık olmasını istemiyor, "birlikten güç doğar" anlayışıyla ayrılıkları önlemeye çalışıyordu.” (s.69) sözleri 1960’ın başlarına uygun düştüğü anlaşılır.
KÖYLERDE YAŞAM
Anadolu Bozkırından Bir Yaşam Öyküsü; Cılgalar’da İnsanın doğumu ile hayvanın doğumu arasında pek fazla bir farkın olmadığına dikkat çeker. Doğuma köyün en yaşlı ve deneyimli kadınları nezaret eder. Köylü kadınlar, sağlıksız, gerekli ilaç ve tıbbi araçların olmadığı ilkel koşullarda doğum yapardı. Sağlıksız ortamda yapılan doğumlarda, anne ve bebek ölümleri çok fazlaydı. Pek çok çocuk doğum hataları sonucu yaşama engelli başlardı.
Kılıç kendi doğumuna tanıklık eden bir kadının ağzından, “Tam o arada anan karnını tuttu bir ağrı başladı. Hemen içeri gitti; gecikti, gelmedi. Baban "git bak hele bu avrat nerede kaldı...Bibim 'bu doğum sancısı, doğuracak' dedi, bir müddet sonra sen dünyaya geldin. Baban, duvarın başında ananı beklerken, bir oğlu olduğunun haberini” (s.55) verdiğini yazar.
Süleyman Kılıç ve doğduğu ev
Eski köy toplumunda geniş aile düzeni, toprağın parçalanmasını önlemenin yanı sıra, tarım için gerekli insan gücü açısından önemliydi. Ailenin en büyüğü, büyük baba (dede) ailenin birliğini koruyan bir otoriteydi. Bu olguyu Kılıç anılarında, “Babamlar altı kardeşler...İç içe dar yerde yaşamak sorunları ve tartışmaları beraberinde getiriyordu. Dedem ayrılık olmasını istemiyor, "birlikten güç doğar" anlayışıyla ayrılıkları önlemeye çalışıyordu.” (s.69) sözleriyle geniş ailenin dağılmaya yüz tuttuğunu bir dönemi anlatır.
KARŞILIKSIZ BAĞLILIK!
Alevi köylülerinde dedelik şeyhliğe benzer bir otoriteden çok farklıdır. Süleyman Kılıç Cılgalar da Alevileri “derleyen toparlayan” dedelik ve dinsel bağlılığı "Karşılıksız bağlılık" deyimini ile tanımlar. Alevilik inancı, ortak bir kültüre ve geleneğe bağlanmada “zoru” dışlar.
Geleneksel köy toplumunda dedelik manevi otorite biçiminde varlığını sürdürmeye çalıştı. İsaköyü Türk-alevi bir köy. Dedelik kurumu, ibadetin yanı sıra, köylerdeki pek çok ihtilafı, köy içi anlaşmazlık ve sorunları çözümlerdi. Devlet otoritesinin yeterince gelişmediği bir dönemde dedelik, köyle devlet arası ilişkinin arasında yer alan bir kurumdu. Üretim ilişkilerinde görülen değişimle birlikte, otoriteyi temsi eden dedelik kurumu önemini kaybeder.
Dini inancın katı doğmalar içermesi, hareketli bir toplumun, gelişmesini engellemeye yetmediği görülür. Alevi köylerinde sınıflaşmanın gelişmesiyle birlikte, dedelerin temsil ettiği doğmalar otoriteyi korumaya yetmez. Dedelerin arkasında sırtlarını dayadıkları feodal toprak ağalığı yoktu. Dini otoritenin temsilcisi olan dedelik, gelişmeyle birlikte toplumsal yaşamın dışına itilir.
Cılgalar, yerel otorite ve merkezi devlet otoritesi arası ilişkileri ele alırken, köy toplumunda başlayan çözülme, köyü devlet kurumlarıyla ilişkiye zorlar. Bu konuyla ilgili, “Dedem(in)...mülk, tarla davaları hiç bitmezdi. Dedem çok dava açardı. Gök İbrahim denince herkesin aklına mahkeme gelirdi. Çok sık mahkemesi oluyordu.” (s.63) sözleri, geleneksel otoritenin zayıflamasını ve toplumun kamu düzenine bağlanması sürecinin başladığına işaret eder.
ABD'YE BAĞIMLILIĞIN KÖYE YANSIMASI
Amerika'nın Marshall Yardımı Kılıç’ın çocukluk anılarında; “1950'lerden itibaren bizim gibi ülkelere nüfuz etmek için yardım adı altında bu tür girişimleri olduğunu, yıllar sonra aklım erdiğinde öğrenecektim. O zaman bu süttozlarının niçin dağıtıldığını ve gerçek amacını kavramaya çalıştım. Bu yardımlarla Türkiye'nin ekonomik ve siyasi olarak Amerika'ya bağımlılığı artmaya başlamıştı. Aynı zamanda bu yardımların "Sovyetler Birliği tehlikesine" karşı "bizi koruma" amaçlı olduğu fikri işlenmişti. Süttozları Millî Eğitim Bakanlığı tarafından ilkokullara dağıtılmış,” (S.88) tüketimi zorunlu tutulmuştu. Kılıç anılarında “Hepimiz çömeldik, bir elimizde ekmek, öbür elimizde mika süt bardağı. Veysel dayı elinde bir teneke yağ, kaşıkla ekmeklerimize sürerdi. Süttozuyla yapılmış sütle karnımızı doyururduk.” (s. 43) sözleriyle, yaşanan komediyi anlatır.
KÖYDEN ŞEHRE GÖÇ VE NEDENLERİ
Eğitim, köyden şehre göçe yol açan bir başka gelişmeydi. Eğitim ve mevsimlik işçi olarak şehre yerleşenler, uzun zaman köy-şehir çatışmasının yarattığı sorunlarla boğuştular. Köyünden kopamayan, şehirlere tutunmakta zorlanan emekçiler, yarı-proleter ilişkiler içinde kaldılar. Geleneksel köy kültüründen kopamayan kitleler, şehir yaşamına uyum sağlayamadılar. Çeşitli nedenlerle göç edenler kısa zamanda geri döndükleri gözlemlenir.
Cılgalar, ilk göç öyküsünü şöyle anlatır: “Ben hatırlamam, anlattıklarına göre sanırım iki veya üç yaşındayken Malatya'ya göç maceraları olmuş. Babam Malatya'da kasapta çalışmış, Daha sonra Şeker Fabrikasına işçi olarak girmiş... Ancak sonradan dedemin ısrarı üzerine Malatya maceraları fazla sürmemiş. Zaman zaman anam "keşke şehirde kalsaydık.” (s.102) diye hayıflandığını anlatır.
1960’lı yılların ortalarında büyük şehirlere ve Avrupa’ya yönelen göç, İsaköyü gibi tarım üretiminin geliştiği, çeşitlilik kazandığı köyleri fazla etkilemedi. Büyük şehirlere ve Avrupa’ya işçi olarak gidenler daha çok topraksız köylülerdi. Süreç içinde aktif genç nüfusun şehirlere ve Avrupa’ya göçmesi, köylerde iş gücü açığını doğurdu. Toprağını ekip biçmekte direnen köylüler, zamanla toprağı ekip biçemez hale geldi. 1970’lerin ortalarından itibaren tarımsal üretimin en yüksek seviyeye ulaştığı ve arkasından hızlı düşüşün başladığı bir gelişme yaşanır. Sonraki yıllarda artan göç sonucu tarımda başlayan işgücü açığı, Arguvan yöresini olumsuz yönde etkiler. Tarım üretimi hızla düşer.
Tarımın çöküşü ve yeniden etkin üretimle ilgili yapılan sözde “bilimsel” görüşler, tarımın çöküşü ve ortaya çıkan sorunları yeterince bilmemekten ileri geliyor. Türkiye, tarım için gerekli olan emeği kaybetmekle kalmadı, bundan daha önemlisi, orta köylü işletmeleri yıkıldı. Tarımın bel kemiğini oluşturan orta köylülerin yok olması, binlerce yıllık tarımsal kültürün ve deneyimlerin yok olmasına yol açtı. Tarım için gerekli olan, kültür ve deneyimlerin “bilimsel” çalışmalarla geri kazandırılması zor sorunlardan.
“Cılgalar” Çok yönlü değerlendirmeye açık bir çalışma. Son derece akıcı, yer yer hüzünlendiren ve gülümseten bir eser. Yaşanılan gerilim ve yorgunluğa karşı bir bardak soğuk su gibi.