Bitmeyen savaş!
19. yüzyıl bütün dünyada ‘en uzun yüzyıl’ olarak yaşanmıştır. Bu yüzyılda sömürgeleşme süreci gelişiyor. Coğrafyanız genişledikçe kendi içinizde bürokratik, askeri, kültürel, toplumsal ve ekonomik sorunlarla karşılaşıyorsunuz, onları gidermeye çalışıyorsunuz ve en sonunda olay bir noktada tıkanıyor.
İlkin Başar Özal, insanlık tarihinin en önemli konularından biri üzerinde, savaş tarihi konusunda çalışıyor. Otuz yılı aşkındır yaptığı çalışmaların sonucunda 2018 yılında 1. Dünya Savaşı, 2019 yılında da 2. Dünya Savaşı kitaplarını yayınladı. Ayrıca yine 2019’da çıkan ‘Gölge Oyunu’ eseriyle askeri tarihin ayrılmaz bir parçası olarak istihbarat konusunu ele aldı. Üretkenliği ve hacimli eserleriyle dünya savaşları literatürüne önemli katkılar sağlayan Başar hocayla, 1. Dünya Savaşı’nı konuştuk.
Bu savaşın bizim tarihimizin kırılma noktalarından biri olması ve bugüne dek süren etkileri, konuya olan ilgimizi hep canlı tutuyor. 1. Dünya Savaşı sonucunda yaşanan paylaşımın ve yarattığı tepkilerin, Türkiye başta olmak üzere Batı Asya coğrafyasını şekillendirdiğini söylemek mümkün. Bahçeşehir Üniversitesi Öğretim Üyesi İlkin Başar Özal hocamızla yaptığımız söyleşi, yeni bilgiler ve farklı bakış açıları içeriyor. Keyifli okumalar.
- Öncelikle, bu savaşı dünya savaşı yapan nedir? Bundan önceki savaşlardan onu ayıran, ona 1. Dünya Savaşı ismini hak ettiren şey nedir?
Bu savaşa Birinci Dünya Savaşı denmesinin temel sebebi şu: Dünyada o zamana kadar görülmemiş olan alanlarda da topyekûn bir harp yaşamanızdır. Neredeyse dünyanın bütün denizleri savaş alanı; yani Atlantik savaş alanı, Akdeniz savaş alanı, Hint Okyanusu savaş alanı buna ek olarak da Avrupa, Afrika, Ortadoğu, Kafkaslar hatta denizlerin altı ve gökyüzü savaşa alanıdır. Dolayısıyla daha önceki mücadelelerde ki kısıtlı alanların dışında da çok geniş bir coğrafyada çok geniş katılımlı bir mücadele yapılmıştır. Buna Dünya Savaşı denmesinin bence en önemli sebebi küresel boyutta yaşanan ve sonuçları küresel boyutta olan geniş ölçekli bir çatışma yaşanmasıdır. Hem katılanlar hem sonuçları hem mücadele alanı olarak baktığınız da daha öncekilerden çok daha geniş, çok daha uzun sürede, çok daha karmaşık siyasi, askeri bir sürü ilişkinin yaşandığı ve sürdüğü bir savaştan bahsediyoruz. Birçok imparatorluğun hayatını değiştirmiştir; Avusturya-Macaristan, Osmanlı, Rusya, Britanya. Keza harbi kaybetmiş olmasına rağmen topraklarında harbi yaşamayan Alman imparatorluğu çok az toprak kaybettiği için gözden kaçar hep, ama Almanya’nın da rejimi değişti.
Harbin sonunda Japonya da ultra nasyonalistler alıp başını gidiyor. Japonya gibi harbi kazanan taraf olmasına rağmen İtalya da beklediğini bulamamış, orada da faşizm yükseliyor. Onuru kırılmış Alman milletini ve gururu zedelenmiş bir Alman ordusunu bir araya getiren etkiler de Faşizmin bir türevi olan Nazizmi ortaya çıkarıyor ve geliştiriyor.
1870-1914 ARASINDAKİ TIKANMA
- “Bütün savaşları bitirecek savaş” olma iddiası neye dayanıyordu? Bitirmediği anlaşılıyor tabii ama o dönemin politikacıları, askerleri nasıl böyle bir öngörüde bulunabilirler, bu iddia neye dayanıyordu?
19. yüzyıl bütün dünyada “en uzun yüzyıl” olarak yaşanmıştır. Bu yüzyıl da sömürgeleşme süreci gelişiyor. Büyük devletler açısından söylüyorum, coğrafyanız genişledikçe kendi içinizde bürokratik, askeri, kültürel, toplumsal ve ekonomik sorunlarla karşılaşıyorsunuz, onları gidermeye çalışıyorsunuz ve en sonunda olay bir noktada tıkanıyor. O tıkanma, süper güç İngiltere’nin karşısına Pan-Germanizm fikrini ortaya atmış olan Otto von Bismark’ın yönlendirmesiyle bir araya gelmiş yaklaşık 60 milyonluk bir Alman İmparatorluğu’nun ortaya çıkmasıdır. Çok uluslu imparatorlukları parçalayan milliyetçilik fikri, birdenbire çok kalabalık milliyetçi bir imparatorluğun kurulmasına neden olacaktır. Neredeyse her 12 Almandan biri asker yani Almanların 5 milyonu bulan daima bir ordusu olacak. Yeni kurulmuş bu devlet doğal olarak da sömürgeler elde etmeye çalışıyor. Sonuç olarak sömürgeci devletlerin karşısına dikiliyor, sömürgelerden pay istiyor. İnsanlar aslında bu tıkanmanın sonucunda bir savaş çıkacağını ön görüyor. Ki bu savaşın bazı ayak sesleri 1908’den sonra duyulur. 1908 Bosna Hersek krizi, ardından sonra gelen Fas ve Agadir krizi... 28 haziran’da Avusturya-Macaristan veliahtının öldürülmesinin ardından 1914’ün Temmuz’unda da bir Balkan krizi ortaya çıkıyor. Ama daha önceki krizlerde geri adım atan taraflar, bu son krizde geri adım atmıyor.
1914 Temmuz’unda devletler adeta hazır beklemekteler, bir olay olsun da hani biz öyle bir harp yapalım ki bundan sonra bir daha hiç savaşmayalım, taşlar yerine otursun diyorlar. Tabii her iki tarafta kendi zaferi ile bu işin sona erdirilmesini düşünüyor. Bu nedenle öldürüldüğü ana kadar, kendi ailesi tarafından bile tırnak içinde söylemek gerekirse çok sevilmeyen Avusturya-Macaristan Arşidükü Ferdinand’ın ölümü, hani “Kör ölür badem gözlü olur kel ölür sırma saçlı olur” derler ya herkesi ayağa kaldırıyor.
1878-1914 arasındaki süreç son derece önemli, 1800’lerin son çeyreğindeki düğümü çözmek için bulabildikleri tek yöntem de savaş.
SİLAH TEKNOLOJİSİ
- 19. yüzyıl boyunca yaşanan teknolojik gelişmeler üzerinden size bu savaşın yeniliklerini sormak istiyoruz. Birinci Dünya Savaşı’nın yenilikleri nelerdir?
Birincisi savaş doktrinine baktığınız zaman kitlesel imha diye adlandırabileceğiniz yüksek kalibreli topların kullanılmaya başlaması olayın önemli bir boyutu. Bir kentin bir mahallesini birkaç atışta imha edebilecek güçteki bir silahtan bahsediyoruz. Top alanında çok ciddi gelişmeler yaşanıyor. Mücadelenin mobil olmaktan çıkıp siper savaşına doğru evrilmesinin temel nedenlerinden bir tanesi ağır topçu bombardımanından mümkün olduğu kadar kaçınmak anlayışında yatmaktadır.
Bir diğer yenilik ya da ilk, dikenli teldir. Bu da enteresan, ilk defa Teksas’ta hayvanların kaçmasını engellemek için ortaya çıkartılmış olan böyle bir buluş savaş meydanlarında boy gösteriyor. Siperlerinize düşman askerlerinin ulaşılmasını engelleyecek, karşıdan gelen gücü yavaşlatarak imha etmenizi kolaylaştıracak bir unsur olarak kullanılmaya başlıyor çünkü tele rastlayıp teli geçmeye çalışan asker, açık hedef haline geliyor.
El bombalarının çok gelişmesi, alev makinaları ile zehirli gazların gazın ortaya çıkması ve daha gelişmiş piyade tüfeklerinin kullanılması önemli yeniliklerdir. Bir de dünyanın belki de en demokratik silahı boy gösteriyor savaş meydanlarında: makinalı tüfek. Niye demokratik diyorum çünkü ölümü herkese eşit dağıtıyor, insan ya da rütbe ayırmıyor. Makinalı tüfek, 19 yüzyılda kullanılmaya başlanmıştı. Önce Amerikan İç Savaşı’nda etkisi görüldü, sonra İngilizler kullandı ve geliştirdi. 1. Dünya Savaşı’nda Somme Muharebesi’nde bir günde 25.000 İngiliz, makineli tüfek nedeniyle hayatını kaybeder.
Şimdi gözünüzün önüne getirin lütfen; karada dikenli teliniz var, makine tüfekleriniz, var, el bombası kullanıyorsunuz, yakın mesafede alev makineleri kullanıyorsunuz, dolayısıyla bir piyadenin “No man’s land” denen ara bölgeyi geçerek düşman hattına ulaşması neredeyse imkansızdır. Burada devreye tank giriyor. Piyade’nin arkasına saklanabileceği ve düşman hattına kadar vurulmadan giderek yanından siperler atlayıp işi bitireceği koruma ve saldırı silahı olarak düşünülüyor.
Bu arada mücadele gökyüzüne de taşındı. 1903’te ilk defa uçuş gerçekleştirildi. 1905’te, daha sonra Büyük Savaş’ta Fransız ve Müttefik Ordularına komuta edecek olan General Foch’a uçaklar gösterilince diyor ki;”uçaklardan çok iyi bir spor aracı olabilir ama savaş meydanlarında işe yaramazlar. Aslında geleneksel bir bakış açısını yansıtmaktadır. Bu noktada Mustafa Kemal’in farkını görebiliriz. O, uçakların savaşta önemli bir yeri olacağını öngörüyor. Askeri konularda yazdığı kitaplara bakınca kendisini ne kadar geliştirdiğini görebilirsiniz. Bugünkü anlamda operasyonel, stratejik ve taktiksel anlamda kendini inanılmaz geliştirmiş olan birisi. Ancak öyle bir komutan savaş meydanlarının ruhunu yakalayabiliyor. Bakın “itaat”, verilen emirleri hayata geçirmektir.”Mutlak İtaat” ölme riskinin neredeyse 100% olduğu emirleri hayata geçirmek, o emirlere direnmemektir.Asker savaş meydanında komutan görmek istemez, lider görmek ister. Yani siz, barış zamanı çok iyi bir komutan olabilirsiniz ama savaş zamanı sadece komutan değil lider olmanız gerekir. Lider ortaya koyduğu değerlerle askerini “mutlak itaat”altında tutabiliyorsa o zaman “ben size savaşmayı değil ölmeyi emrediyorum” dendiğinde asker gider görevinin bilincinde gerekeni yapar. Atatürk’ün büyüklüğü buradan kaynaklanmaktadır. “Çanakkale Muharebelerini tek bir adama mal etmek doğru mudur” diye soruluyor ya, tabiki değildir. Bir sürü insan var orada. Tek başına savaşmadı Atatürk ama orada olmasaydı ve askerine bu mutlak itaat ruhunu aşılamamış olsaydı sonuç ne olurdu bilemiyoruz ya da bir başka komutan bunu ne kadar başarabilirdi? Atatürk, önemli sorumlulukları üstüne alabilmiş ve inisiyatif kullanabilmiş olan bir liderdir. Herkesin harcı değildir yani kolay bir iş değil, dünyada çok az sayıda insan da görebileceğiniz bir şeydir.
Teknoloji konusuna dönecek olursak, şimdi havada uçaklar ortaya çıkıyor, hemen ardından deniz uçakları ve uçak gemileri ortaya çıkacak. Uçaklar önce keşif amaçlı kullanılmaya başlıyor, ondan sonra avcı uçakları geliştiriliyor. İki kişilik uçaklarda arkada oturan personel, elinde bulunan; bombaları, çivileri, çeşitli materyali aşağıdaki piyadelere atarak adeta bir bombardıman gerçekleştirmeye başlıyor.Sonra gerçekten 4 personelli bombardıman uçakları ortaya çıkıyor. Uçakların rolü çok önemli ve git gide belirleyici hale geliyor. Sizin çok uzak mesafeden hedefleri görmeksizin aşırtma top atışları yapabilmeniz için dahi uçakları koordinat ve mevki belirlemek için devreye sokabilmeniz söz konusu oluyor. “Uçak, topçunun ve komutanın uzak mesafedeki gözüne dönüşmüştü.” demek yanlış olmaz.
Birinci Dünya Savaşı sırasında deniz gücüne de bakmanız gerekmektedir. Denizlerde Dretnot sınıfı gemiler olaya hakim olmuşlardır. Bu sınıf gemilerin ilki 1906 yılında denize indirilen İngiliz donanmasının HMS Dreadnought (dretnot) adındaki savaş gemisidir. Ortaya çıkışından kısa bir süre sonra bu özel isim, bir gemi sınıfının adına dönüşüyor. Çünkü inanılmaz hızlı, manevra kabiliyeti son derece yüksek, seri atışlı toplara sahip, aklınıza gelebilecek her türlü yenilik üzerinde kullanılmış olan bir gemidir. Hemen, herkes bir dretnot sahibi olmaya çalışıyor. Dretnotun yaratıcısı, İngilizlerin “Jacky” Fisher adındaki amiralidir. Torpidonun geliştirilmesi, torpido muhribinin ortaya çıkması, dretnotun ortaya çıkması, dretnotlara torpido yerleştirmek hepsi Fisher’ın fikirleridir. Denizlerde bir diğer yenilik olarak da Amerikan iç savaşında ortaya çıkmış olan denizaltıları görürüz. Oradaki denizaltı şey, bir insanın bisiklet pedalı çalıştırır gibi ayağı ile sağladığı güçle gidip bir geminin altına mahmuzları ile saplanan bir araçtır. İçindeki personel daha sonra denizaltıdaki patlayıcının fitili ateşleyip kaçar. İlk denizaltı dediğimiz şey bundan ibarettir. Tabii daha sonra geliştiriliyor ve büyük savaşta kullanılıyor. Denizaltı gelişiminin en önemli evresi, denizaltının torpido silahını kullanmaya başlaması. Denizaltıların üzerine bir de top yerleştirilmeye başlanır. Bundan önce yalnızca torpido atıyordu şimdi açığa çıkarak topunu da kullanılabilecek hale geliyor.
Bu savaşın teknoloji dışında da önemli yenilikleri var. Bunun topyekün endüstriyel bir savaş olma sebeplerinden biri de daha önceki hiçbir harpte siviller bu kadar işin içinde değildi. Amerikan İç Savaşı’nı saymıyorum zaten bir iç savaş ancak dünyadaki topyekün savaş örneklerinden belki de modern anlamdaki topyekün savaşın ilk örneklerinden bir tanesidir. Sivil unsurlar bu kadar işin içinde olunca sizin sivil savunmanız, sıhhiye hizmetleriniz ve bunların bulunduğu mekanlar ön plana çıkmaya başlayacak.
YIPRATMA SAVAŞI
- Batı Cephesi’ndeki tıkanmanın sebebi nedir?
Bu tıkanmanın nedenlerinden biri Almanların Schlieffen Planı’nın momentumunu kaybetmesi bir diğeri ise tamamen silah teknolojileri ile ilgilidir. Savaş ilk başta mobil olarak başlar,süvari saldırıları yaşanır. Ancak topçu ateşi, süvariyi etkisiz kılıyor, piyadeyi de olduğu yere sabitliyor. Çok derin siperler kazılıyor ve asker orada yaşamaya başlıyor. Çanakkale’den bir örnek vereyim, içinden araba geçecek kadar geniş ve derin siperler kazılmıştır. Bunların Osmanlı tarafından basılan “Harp Mecmuası”nda fotoğrafları görülebilir. Durum böyle olunca karşılıklı oturup da siper kazılmaya başlayınca tarafların birbirlerinin siperlerini ele geçirmesi neredeyse imkansız hale geliyor. Yıpratma savaşlarına başlıyorlar. 1916’dan itibaren bütün savaşlara bakın yıpratma savaşı şeklinde gerçekleşir.
YARIN DEVAM EDECEK