Boş bir defterden evlilik cüzdanına
Görücü geldiğinde Aycan 14 yaşındaydı. Onu 'her türlü tehlikeden koruyacak zırhı' kuşandığında ise 15. Evlendikten üç gün sonra ilk tokadını yemişti. Bir sene sonra zor bir doğumla ilk çocuğunu kucağına aldı. Canı çok yanmasına rağmen bağıramamıştı bile...
Okul sıralarından, oyun alanlarından koparılarak 'kadın' kimliği dayatılan çocukların hayatlarına girmeden, çözüm mücadelesinin bir yanı eksik kalacak. “Çocuk Gelin” tabirinin belki de ters etkiyle, zihinlerde kanıksama yaratıyor olması, sorunun adlandırılmasında bile bir sorun olduğunu gösteriyor. Bu yüzden biz “zorla evlendirilen çocuklar” diyerek, suçu adıyla sanıyla layık olduğu yere koyalım. Aycan Duru Akgül'ün hikayesine konuk olalım.
1983 yılı Adana'nın sarı sıcağı, Eski Vilayet semtinde dört çocuklu Akgül ailesi haftanın olağan görücü kalabalığını ağırlıyor. Mutfakta tembihlenmiş bir sessizlik, öğretilmiş hizmetler... Ocağın başında kızların fısıltısı. Kolonya tut, kahve yap. Aycan mutfakta.
Renkli macun kokularından, kahve kokularına geçiş, uslu çocukluğun bittiğini fısıldıyor kulağına.
“Aycan, Aycan, Aycan. Hepsi güzel, Aycan çirkin...”
Aycan'ın korkulan güzelliği, sakınılası bir tuzak sanki. “Yallah cinler” der gibi. “Aycan çirkin!” Bu kız güzelliğini fark ederse başımıza iş getirir.
ERKEN EVLİLİK 'NAMUS ZIRHI'
“12 yaşımda serpildim. Beştaş, çizgi oynarken, ip atlarken, bir gün annem beni karşısına aldı, evden çıkmamı yasakladı.” Güzellik sokakta başa bela.
“Benim annem 13 yaşında evlenmiş. Yetiştirdiği kızlar da namus timsali olmalıydı. Ve ne kadar erken 'baş göz' olurlarsa o kadar namuslu kalacaklardı.” Kız çocuklarının evlendirilmesinin arkasında yatan yüzlerce nedenden sadece biri.
Ama dahası var; “'Ablana dünürcü gelecek...' dediler. O gün İpekyolu haritası çiziyordum. O zamanlar babamın turister çantasını dizimin üzerine koyar ders çalışırdım. Tüm derslerim 9-10'du.” Dört kardeşin ortancası Aycan. Büyüğe itaat, küçüğe anlayış içindeki sakin ve uyumlu halini “saflık” diye yorumlayanlar olmuş. “Ağlamıyorum, hiçbir şey istemiyorum. Annem 'ye' derse yiyorum, 'otur' derse oturuyorum. Dört buçuk yaşımda beni doktora götürmüşler çocuğun zekası yerinde mi, diye. Doktor da 'zeka yerinde, ama okula biraz geç gönderin' demiş.”
Ablaya geldiği söylenen dünürcüler Aycan'a gelmiş meğer. Aycan 14 yaşında. Evi, arabası ve dükkanı ile yuva kurmaya hazır damat adayı 26 yaşında. E üstelik efendi de.
“Ailem önce reddetti. Sonra ne olduysa, annem, 'Ben hastayım, ölürsem babanız sizi rezil eder' diye bana baskı yapmaya başladı.” Aycan direndi. Ne zamana kadar? “Okulun birinci dönem sonu, fen dersi öğretmeni defterlerimizi istedi. Kanaat notu kullanacak. Sözlüm 9, yazılım 10. Kimsenin çözemediği formülleri çözüyorum. Ama defterim boş. Bu kadar başarılı olduğum dersin öğretmenine karşı duyduğum utanç, görevimi yerine getirememiş olmanın suçluluğu... Nişanlanırsam öğretmenime defterimi göstermek zorunda kalmam.” Evliliğin sonuçlarını boş bir defterin utancına yeğleyen Aycan'ın çocuk bilinci ancak bu kadarına yetti. Ama en önemlisi, ailesini korkutan güzelliği artık her türlü tehlikeden korunacak zırhı kuşanmıştı. “Baş göz olmuştu!”
16 YAŞINDA BİR ANNE
Aycan çok güzel!...Bir yıl nişanlı kaldı. Ailesi 'imza verdi'. 15 yaşında, ne de olsa annesinden 3 yaş büyüyerek evinin kadını oldu. “Üç günlük gelinken ilk tokadımı yedim. 16 yaşımda ilk oğlumu kucağıma aldım. Doğuma giderken bile dayak yedim. Zor bir doğum oldu. Ama bağıramadım. Doğumda canın yanarken bağırmak ayıp sayılırmış. Oğlum sarılık oldu, kayınvalidem 'emzirmeyecek' dedi. İki gün boyunca süt vermedim.”
Evliliği boyunca süren şiddet ve hakaretlere, üç çocuğunun hatırına, yuvası yıkılmasın diye katlandığını anlatıyor. Okuyan kadının baş edilemez olacağı gibi gerekçelerle kitap okuması dahi engelleniyor. Koca şiddetine dayanmanın da görev olduğunu öğreten törelere itaat ediyor Aycan. Ta ki evden kovulana kadar. Aycan çocuklarından koparılıyor, ailesinin yanına sığınmak zorunda kalıyor. İşte boşanmasının bedeli olarak kesilen ağır ceza; çocukları ile bir daha görüştürülmemek!
OKUL SIRALARINA DÖNÜŞ
Boşanmasının ardından yaşanan sarsıntılar da geçmişte yaşananlardan farksız değil ama en azından dayak yok! Boşanmış olmanın utancı, ailenin baskıcı tutumu, çocuklarına duyduğu özlem. Önce özgüveni sarsılıyor. Ama hayat devam ediyor. Rüyalarında okul sıralarında oturan, kitap kokusu buram buram burnunda tüten Aycan, ilk önce Olgunlaşma Enstitüsü’ne gitmek için aileden izin istiyor. Aile, enstitü önünde erkekler bekler diye engel oluyor. Bu kez, zorla liseye kayıt yaptırıyor ama, sonradan çalışmaması şartı ile. Aycan'ın okuma aşkı tükenmiyor. Görüştürülmediği oğluyla aynı gün üniversite sınavına giriyor “Kağıda oğlumun yüzü yansıdı.Türkçeden 57 net yaptım. Halkla ilişkiler bölümünü tamamladım. Şimdi de Felsefe okuyorum.”
Yıllar önce kaldırdığı boya takımlarını sandıktan çıkarıyor. Yaptığı tablolarda yaşamından esirgenen renkleri yeniden kucaklıyor.
GERÇEKLERİN İZİNDE ÖRGÜTLÜ MÜCADELE
Aycan, 31 yaşından sonra hayatın başka bir boyutunda yol almaya başlıyor. Anne Çocuk Eğitim Vakfı'nda eğitim görüyor, eğitmen oluyor. Orada, çocuk evlendirmelerinin daha ağır tabloları ile karşılaşıyor. “36 yaşında hamile bir kayınvalidenin doğum sancıları tutuyor. 13 yaşındaki gelinine 'su ısıt' diyor. Çocuğunu ölü doğuruyor, götürüp dereye bırakıyor ve sabah çapa yapmaya gidiyor.” Aycan, orada kadınların hayatlarına dokunduyor. Ama en çok da içinden çıktığı karanlığa ışık olma fırsatı buluyor. “Eğer o zaman okumuş olsaydım, evlendiğimde de nerede itaat edeceğimi, nerede itiraz edeceğimi bilirdim. Ne kendimi dövdürürdüm, ne çocuklarımla birlikte ezilirdim. Çocuklarımdan ayrı kalmazdım.”
Aycan bu kez sorunun değil, çözümün tarafında. Ve çözümün izinde ilerlerken yolu Cumhuriyet Kadınları Derneği ile kesişiyor. Toplumun Cumhuriyet değerleri ile donatılarak geri kalmış bir çok yönünün gelişeceğine duyduğu inancı mücadelenin içinde öğreniyor. Vatan Partisi ile tanışıyor. Ulusal Kanal'da çalışmaya başlıyor.
Aycan Duru Akgül, CKD Çukurova Şube Sekreterliği görevi sırasında gözlemci olarak katıldığı Mor Çatı Çalıştayı'nda, kadın mücadelesinin nasıl sömürüldüğüne şahit oluyor. 3 gün 3 gece boyunca 500 kadına AB fonları ile HDP propagandası, devlet ve ordu düşmanlığı yapıldığını anlatıyor. Ama orada sessiz kalmıyor. Kadınları adeta terör örgütünün kalkanı haline getiren her maddeye itiraz ediyor. Salonda kadınların saldırısına uğruyor... “İyi ki korkmadan orada Türk Milleti'nin sesini yükselttim.” O sesin nihai rapora etkisi sonradan ortaya çıkıyor. BM rapordan hiç memnun kalmıyor.
Çalıştaydan yıllar sonra, çocukları HDP/PKK tarafından dağa kaçırılan Diyarbakır anneleri ile omuz omuza evlat nöbeti tutuyor. Basın önünde 'Kadına şiddet' naraları atan Mor Çatıcılara sesleniyor: “Anaları evlatlarından koparan bu şiddete neden sesiniz çıkmıyor?”
“Emperyalizm birlikten doğan gücü kırmak için feminizmi attı ortaya. Kadınlar dizi filmlerde mafyacılıkla, zenginlikle ve güzellikle eziliyor. Kız çocukları cinsiyetinden utandırılıyor. Kadınlar bir araya geldiğinde acıların tiryakiliği yapılıyor. Oysa benim beynim sistem odaklı çalışıyordu. Mücadeleyi tüm sistemi kapsayacak şekilde kadın erkek vermekten başka çaremiz olmadığını gördüm.”
Aycan Duru Akgül, feodal dayatmaların çocuk yaşta evlendirdiği on binlerce kadın yurttaştan sadece biri. Ancak sorunun kadını erkekten ayrıştırarak değil, el ele yürüyerek çözüleceğini biliyor. “Ekmeksiz kalırım, gerçeksiz kalamam” diyor.