Yandex
16 Ocak 2025 Perşembe
İstanbul
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Mersin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Bozkır'ın tezenesi Neşat Ertaş

UNESCO tarafından ‘yaşayan insan hazinesi’ kabul edilen Ertaş’a, 25 Nisan 2011 tarihinde İTÜ Devlet Konservatuarı tarafından fahri doktora unvanı verildi.

Bozkır'ın tezenesi Neşat Ertaş
A+ A-
SELDAĞ ÖZALP / VATAN PARTİSİ KARŞIYAKA İLÇE SEKRETERİ

"Cahildim dünyanın rengine kandım", "Ah yalan dünyada, yalandan yüzüme gülen dünyada", "Karadır bu Bahtım Kara" diye yüreğimizi titreten sesi duymayan yoktur. Bu dünyaya sazıyla türkü çığırmak için gelmiş, her zaman samimi ve kendi halinde, kalabalıklardan kaçan, medyatik olmayan, sazından sözünden ve sesinden başka hiçbir şeyden medet ummayan, bu "Garip" insanı tanımak ve tanımlamak zor.
Onun hayatı türküleri, türküleri de hayatının ta kendisidir. Aslında kaç eseri olduğunu, kaç plak, kaset çıkardığını kendisi de bilmezdi, merak da etmezdi. Çünkü bunları hiç önemsemezdi. "Halk kaç türkümü biliyor seviyorsa o kadar türküm var" derdi. Onun için beste yapmak, çalıp çığırmak yemek yemek, su içmek kadar doğaldı. Halk ozanlığı ve abdallık mertebesinin son temsilcisi olan Ertaş, Abdallığın kuralını "herkesin birbiriyle kardaş olmasıdır" diye açıklardı.
Ayakları altındaki toprağı tanıyan, kokusundan haberdar olan, kendi benliklerinin varlıklarını bilen, yürekleri hep türkülerle birlikte atanlar için Neşet Ertaş tam bir "yaşayan efsanedir".
Nerede ne arıyorsun divane gönlüm?
Dinle bir kendini anlamak için.
Sen bir ruhsun,
Kalbin ruhuna bağlı.
İrade elinde yönlemek için.
Tanıyabildin mi sendeki seni?
Bütün vücudunu, bu nazik teni...
Allah şahid etmiş ruha bedeni,
Kimseyi kimseden sormamak için.
Kulağınızla değil, yüreğinizle dinlediğinizde içinizde hiç keşfetmediğiniz bozkır çiçeklerinin açtığını hissedersiniz. "Denizi seyretmek gibidir bozkırda gökyüzünü seyretmek" dediğinde öyle doğal öyle sahicidir ki... Derdini kimseye açamayanlar, sevdalananlar, sevdiklerini kaybedenler, eski günleri özleyenler, sıla hasreti çekenler, onun görünüşe değil öze değer verdiğini bilirler.
Neşet Ertaş, Kırşehir’in Çiçekdağı ilçesine bağlı Abdallar (Kırtıllar) köyünde, babası Muharrem Bey ve annesi Döne Hanımın ikinci çocuğu olarak doğdu. Babası Muharrem Ertaş, Orta Anadolu Abdal Müziği geleneğinin büyük ustalarındandı. Neşet Ertaş, beş altı yaşlarında bağlama ve keman çalmaya başladı. Çalışmak için gittikleri düğünlerde babasına keman, zil çalarak, kaşık tutarak eşlik etti. Neşet Ertaş’ın kalbi ve ilgisi daha çocuk yaşlarında babasına dönüktü. Yıllar sonra hepimizin tanıdığı ve sevdiği Neşet Ertaş bu duygusunu "babamla ben aynı ruhun insanlarıyız" diyerek dile getirecekti.

Bozkır'ın tezenesi Neşat Ertaş - Resim : 1

Çocukluğunun ilk sekiz yılı Kırşehir, Niğde, Nevşehir, Kırıkkale, Kayseri, Yozgat ve köylerini gezerek ve çalışarak geçti. Bu yüzden okula hiç gidemedi. Okumayı yıllar sonra öğrendi. On iki yaşına geldiğinde annesini kaybetti. Üç aylık bebek kardeşini de kaybedince, çocuklarına bakmaya yetişemeyen babası tekrar evlenir ve taşınıp Yerköy ilçesine yerleşirler. Ertaş, bir gün çaldığı bir köy düğününde bir kıza sevdalanır. Kızın babası saz çalıp türkü söylediği için kızını genç garibe vermek istemez. Bu çok ağırına gider Neşet’in. Onun gönülden bağlı olduğu sazı türküsü aşağılanmıştı. Yıllar sonra, "Aşağılandık! En açık örneği atasözü haline geldi. Kızı kendi haline bırakırsan ya davulcuya, ya zurnacıya varır. Davulcu zurnacı fakir olduğu için... Ama parayı veren düdüğü çalıyor. Gönül parayla satılır mı? İnsan parayla satılır mı? Kim kimi satıyor? Hiç kimse kimsenin değil. Hak katında herkes birer bireydir. Ama gönüle gem vurulamaz. Gönüle zincir vurulamaz. Gönül kimi severse de güzel o. İki gönül bir olunca da soğan yesen bal gelir" sözleriyle bu olayı anlatır.
On dört yaşındaki Neşet Ertaş, toprağına küser ve cebinde iki buçuk lirayla İstanbul’a gider. Günlerce iş arar fakat bulamaz. Bir gün Şençalar Plak adlı müzik şirketinin tabelasını görür ve eline sazını alıp girer içeriye. Şirketin sahibi Kadri Şençalar sesini ve türkülerini çok beğenir, yardım eder ve ona bir pavyonda iş bulur. Ertaş, ilk plağını 1957 yılında "Neden Garip Garip Ötersin Bülbül" adıyla, babası Muharrem Ertaş’a ait bir türküyle çıkarır. Halk tarafından çok beğenilen bu plağı, başka bir plak, kaset ve halk konserleri takip eder. İki yıl İstanbul’da çalıştıktan sonra, Ankara’ya yerleşir ve sahne hayatına burada devam eder. Ankara Radyosu’nda "mahalli sanatçı" unvanıyla programlar yaparken, aynı zamanda Anadolu’da dolaşarak derlemeler yapmaya, kendi güfte ve bestelerini söylemeye başlar.

Ertaş, 1962’de İzmir, Narlıdere’de askerliğini yaptıktan sonra Ankara’da çalıştığı gazinoda Leyla isminde bir kızla tanışır ve âşık olur. Babasının şiddetle karşı çıkmasına rağmen evlenir. Bu olaydan sonra baba oğul yıllarca konuşmazlar ama sazlı sözlü atışmaları sürer. Baba "Küsmedim Neşet’im kahrettim sana baban değil miydim sormadın bana" diyerek sitemini dile getirdiğinde, Neşet Ertaş da bu sitemini "aşkı kimden aldın, sevgiyi kimden?" sözleriyle karşılıksız bırakmaz. Sanki sitemleri haklı çıkarırcasına bu evlilik uzun sürmez ve üç çocukları olmasına rağmen, yedi yıl sonra ayrılırlar. Ayrılık acısını yaşarken "Gönlüm hep seni arıyor, neredesin sen?", "Evvelim Sen Oldun, Ahirim Sensin", "Hata Bende", "Elim ile İçtim Aşkın Zehrini" türküleriyle döker yüreğindekileri...

Yârin aşkına döndüm şaşkına,
Arada içerim, sizden de sır çıkmaz ya,
Yârin aşkına...

Yine zor günlerdir, çareyi alkol ve sigarada arayınca hastalanır, parmakları felç olur. Bildiği tek işi, mesleğini artık yapamaz, işsiz kalır. O yıllarda Almanya’da yaşayan kardeşinin yanına gider, tedavisini yaptırır. Üç çocuğunu da yanına aldıktan ve iyileştikten sonra mesleğine yeniden başlar.

Almanya’da verdiği bir konser sonrası, Türkiye’ye dönerken bir trafik suçundan dolayı Yugoslavya’da hapse düşer. Dil bilmez, yol bilmez... Önüne gelene mektup gönderir fakat kimseden cevap gelmez. Bir gün Yaşar Kemal’den bir posta gelir. Ertaş’ın hapishanede olduğunu öğrenen ve çok üzülen Yaşar Kemal "İnce Memed" romanını göndermiş ve kapağını da "Bozkırın Tezenesine geçmiş olsun" diye imzalamıştır. O günden sonra, Bozkırın Tezenesi lakabı halk ozanıyla adeta bütünleşir.

Bozkır'ın tezenesi Neşat Ertaş - Resim : 2

Ertaş, 2000 yılında İstanbul’da verdiği konserle, "Toprağımın insanları merhaba!" diyerek, Türkiye’deki sahne hayatına geri döndü. Olağanüstü yeteneği, geleneğe hâkimiyeti, gelenekten kopmadan yeniye bağlılığıyla her zaman gündemde kaldı. Bir gün bir programda sunucu "Yeni türküler neden sizin gibi kalıcı olmuyor?" diye sorduğunda, Ertaş "Biz çekmediğimiz derdin türküsünü yapmayız kızım. Bu ses ıraktan gelmez, yürekten gelir. Yürekten gelmeyen ses, yüreğe işlemez."der. Bu sözler Neşet Ertaş’ın müziğinin özetiydi.

Onun yokluk, yoksulluk ve acılarla dolu hayatına baktığımızda, o içli türkülerin, acılı bozlakların neden ve nasıl doğduğunu anlayabiliyoruz. Örneğin, kendine ait türkülerin son kıtalarında "Garip" mahlasını kullanmıştı. Bunun nedenini "Soyadı yokken bize Garipler derlermiş. Gerçekten de biz garip, yani ezilmiş, hor görülmüş, Abdal diye nitelendirilmiş, aşağılanmışızdır. O gariplik bende kaldığı için ‘Garibim’ diyorum" sözleriyle açıklar.

GÖNÜL HİZMETİ

Düğünlerde çalgıcılık, sıradan bir çalgıcılık çengicilik işi değil "gönül hizmetidir". Yani insanların gönüllerine, o en yüce değere hizmettir. Konserlerinde ve halk huzuruna çıktığı her ortamda söylediği tek cümle şudur: "Ayaklarınızın türabı, gönüllerinizin hizmatçısıyım, dertlerinizin ortakçısıyım efendim." Abdallığın şanı diyerek neredeyse hayatının sonuna kadar düğünlerde çalıp söylemeye devam eder. Bir gün yine, Bayram Nuri Tokel’le birlikte bir düğüne giderler. Düğün sahipleri Neşet Ertaş’a bir çanta içinde tomarlarca para verir. Düğün bitince Kırşehir’e doğru yola çıkarlar. Ertaş, yol kenarında tarlada çoluk çocuk çalışan ırgatlar görünce arabayı durdurur. Tanınmamak için kasketini iyice indirir, çocukları çağırır ve miktarına bakmaksızın elinin alabildiği kadar parayı ırgat çocuklara orada dağıtır...

Yüreğine bir kez alanlar bilir, şöhrete karşın hiç zengin olmamıştır. Paranın bir önemi yoktur onun için. O bir anadan dünyaya gelen yolcudur sadece."Şu koca dünyada hiçbir şey bizim değil. Bizim olan verdiğimiz emektir, gönül almak mülk almaktan daha öndedir" der, kadının önemini sorduklarında ise "Kadınlar insandır, biz erkekler ise insanoğluyuz" der ve bir gönül adamı olarak kadınları da gönülleri fethedercesine anlatır.
Yoğun yöresel özellikleri ile donanmış bu müziği, yöresinin dışına çıkararak ülke genelinde ve yurt dışında tanınmasını sağlamıştır. Süleyman Demirel’in Cumhurbaşkanlığı döneminde, Devlet Sanatçılığı teklif edildiğinde, "Devlet Sanatçısı olmak ayrımcılığa yol açar, ben halkın sanatçısı kalmayı tercih ederim." diyerek bu unvanı ve devletten para almayı reddetti. Onun bu tavrı halk tarafından büyük destek gördü ve adeta yaşayan bir efsane oldu.

UNESCO tarafından "yaşayan insan hazinesi" kabul edilen Ertaş’a, 25 Nisan 2011 tarihinde İTÜ Devlet Konservatuarı tarafından fahri doktora unvanı verildi. Aynı zamanda sanatçının bağlamadaki tavrı ve türküleri, konservatuarlarda ders olarak okutuldu. Kitapları yazıldı, belgeselleri çekildi, heykeli yapıldı, herkes ona "Neşet Baba" dedi. İnsan her şey olabilir, ünlü olabilir, sanatçı veya şair olabilir, şarkıcı olabilir, fakat "Neşet Baba" olmak kolay değildir.

Bu yalan dünyadan göçüp gittiğinde ardından söylenmesini istediği tek bir şey vardı büyük halk ozanının: "Aşk biterse yorulur insan, ben ne zaman ölürsem Neşet yoruldu desinler."
Sazını elinden, türküyü dilinden bir ömür bırakmayan bozkırın tezenesi yoruldu ve 25 Eylül 2012’de İzmir’de tedavi gördüğü hastanede hayatını kaybetti. Ondan geriye sayısız eser ve eşsiz sesi kaldı. Mezar taşındaki yazı ise insanlığa ders niteliğinde: "Sakin ol ha, insanoğlu. İncitme canı, her can bir kalp, Hakk’a bağlı. İncitme canı, incitme."

Son Dakika Haberleri