Britanya'nın Ortadoğu'da ABD'yle yaşadığı güç mücadelesi
James Barr’ın son kitabı "Çölün Lordları" Osmanlı’nın son yıllarından başlayarak günümüze kadar olan yıllarda Birleşik Krallık ile ABD arasındaki dostça olmayan mücadeleyi konu ediyor.
Önceki kitabı Türkçeye de çevrilen "Kırmız Çizgi"de "Paylaşılamayan Toprakların Yakın Tarihi" alt başlığıyla Britanya ve Fransa’nın 20. Yüzyıla yön veren güç oyunlarını işleyen Barr, bu kitabında da Britanya ile ABD arasındaki düşmanca güç oyunlarını anlatıyor.
İlk kitabında Sykes ve Picot’un oynadıkları rolü ayrıntılarıyla inceleyen yazar, bu ikinci kitabında yine petrolün ön planda olduğu Ortadoğu’da Britanya’nın uğradığı saygınlık kaybı, imparatorluğun 1945’ten itibaren un ufak olmasını işlerken ABD’nin onları arkadan vurmasını konu ediyor. Kitabın önsözünde Osmanlı’dan kısaca söz eden Barr, özellikle 1942’den sonraki olaylara değinirken, 1940’larda başlayan Arap ve Musevi milliyetçiliğinin karşısında duramayan Britanya’nın bir kuşak içinde eriyip bittiğini, ama bunun oluşmasında ABD’nin olayları hızlandırmasının neden olduğunu yazıyor.
YENİ AÇIKLANAN BELGELER
Yeni ortaya çıkan belgelere ve çoktan unutulmuş olan anı defterlerine, özellikle bu konuda anahtar rol oynamış İngiliz casuslarının bilgilerine dayanarak gün, ay, yıl ve isim belirterek geleneksel bilgilerin ötesinde Londra ve Washington arasındaki gerginlikleri açıklayarak bulanık, şüpheli etkinliklere ışık tutuyor.
1942’deki El Alamein savaşından, 1967’de Britanya’nın Aden’i terk etmesine kadar Ortadoğu’nun her zaman büyük güç çatışmalarının, siyasal çekişmelerin, ayak oyunlarının döndüğü yer olduğunu belirtiyor. Bu kitabın, Britanya’nın en yakın arkadaşı olduğunu sandığı ABD’nin aslında en çetin hasmı olduğunu keşfetmesinin öyküsünü anlattığını söylüyor...
‘EN BÜYÜK DÜŞMANIMIZ AMERİKALILARDI’
Yaklaşık dört yüz sayfa ve dört bölüm halinde olan kitap birinci bölümde, 1941-48 yıllarını, ikinci bölümde, 1947-53 yıllarını, üçüncü bölümde, 1953-58 yıllarını, sonuncu bölümde ise 1957-67 yıllarını kapsıyor. İlk bölüm Yahudi problemi ve Filistin üzerine şekilleniyor. İkinci bölüm Musaddık’a oynanan oyunları açıklıyor, üçüncü bölüm Bağdat Paktı, Nasır’a oynanan oyunları ve Süveyş kanalını işliyor. Sonuncu bölüm ise Irak, Kuveyt, Yemen’e değiniyor. Birinci sayfanın ikinci paragrafında Ortadoğu’daki "En büyük düşmanımız müttefikimiz sandığımız Amerikalılardı" derken sanki ülkemizin bugün içinde bulunduğu benzer durumu açıklıyor.
Birinci Dünya Savaşı’nın ortalarında Osmanlı’nın Ortadoğu’sunu Fransa’yla nasıl paylaştıklarıyla başlayıp, Fransızların 1946da Suriye ve Lübnan milliyetçiliğiyle bölgeden kovulduğunu ve 1971’de de Britanya’nın ABD sayesinde bölgeyi terk ettiğiyle devam ediyor. Britanya’nın o zamanlar petrol, maddi kazanç ve stratejik nedenlerle bölgede olduğunu söylüyor. 1947’lerde tüm petrol şirketlerinin Britanya’ya ait olduğunu, ABD’nin bölgedeki petrol yataklarının miktarını anladığında devreye girdiğini belirtiyor.
Bu yıllarda Britanya’nın kendi çıkarlarını saldırganca koruduğunu, ABD’nin ise Suudi ortaklığı olan Aramco ile o yıllarda kazancı %50 paylaşmaya razı olduğunun siyasi bir dengesizlik yarattığını ve örnek olduğunu açıklıyor. Bunun, İran’da İngiliz-İran ortaklığının millileştirilmesi ile başlayan birçok olayı tetiklediğini, ABD’nin bilerek bunu desteklediğini anlatıyor. Yine giriş bölümünde ABD ve İsrail’deki Siyonistlerin, ABD ile sıkı işbirliğinin altını çiziyor.
TEK KAYBEDEN FİLİSTİNLİLERDİ
İkinci Dünya Savaşı esnasında Almanya’daki Yahudilerin Filistin’e göçünü kısıtlamaya çalışan Britanya’nın, ABD baskısıyla göçe kapıları açmak zorunda kalmasını anlatırken, takip eden 1940’lı yıllarda Filistin’de Siyonistlerin terör organizasyonu kurarak İngilizlere olan terör saldırılarını gün, ay, yıl ve isim vererek ayrıntılı bir biçimli anlatıyor. Yahudilerin sert tepkileriyle patlayan bombalar, kaçırılan İngilizler ve bunlara ABD desteği tek tek açıklanıyor.
Britanya’nın 1917’de girdiği Filistin’den 14 Mayıs 1948’de ayrıldığını, ertesi gün Arap-İsrail Savaşı’nın başladığını, Yahudilerin İsrail devletini kurduğunu ve Truman’ın hemen bu devleti tanıdığını yazıyor. Bu süreçte tek kaybedenin Filistinliler olduğuyla bu bölümü bitiriyor.
Bu upuzun tarihi bilgilerle dolu kitabın son cümlesi olan "2006’da Yemen’i ziyaret ettiğimde bir adam bana "İngilizler tekrar gelmek ister mi" diye sordu, şaka mı yapıyordu, hala emin değilim" ise bölgedeki huzursuzluğun bir türlü sonlanmadığının ve gittikçe kötüye gittiğinin bir kanıtı. İnanıyorum ki benzer sözler Osmanlı döneminde huzurla yaşadıklarını anımsayanlar tarafından Türklere de söyleniyor olmalı.