Buyurun tartışmaya… Şiir erkek işi mi?
Kadın şairlerimiz Zeynep Hatun, Mihri Hatun, Gülten Akın, Nİgâr Hanım başta olmak üzere Türk Edebiyatı’na damga vurmuş kadın şairlerimizin hikayesi ve şairlerimizin şiirlerinden tadımlık örnekler
XVI. yüzyılda yaşamış olan Kınalızâde Ali Çelebi, tarihe geçen ilk kadın şair Zeynep Hatun için, “Erkekler kadar mükemmel şiirleri vardır, tek ayıbı kadın olmasıdır” şeklinde bir ifade kullanır. Mehmed Zihnî ise şunları yazar: “Kendisi kadın idi, ama söz ve şiirinde her bir çehrenin güzelliklerini belirtirdi. Bu davranışıyla erkekler kendisine hayrandı.”
Şairler daha çok erkektir; şiirler de daha çok “kadınlar için yazılır” derler. Böyle bilinse de Türk edebiyatında mısralarına ruh katan kadın şairlerimiz de var. Divan edebiyatı döneminde birçok kadın şair, şiir erkek işi olarak bilindiği için şiir yazmaktan vaz geçer. Bütün bu önyargılara rağmen adını şiir tarihine yazan kadın şairlerimiz de azımsanmayacak kadar çok. Kadınlarımızın şiirdeki yerini anımsamak için geçmişten bugüne, kadın şairlerimizden bir demet derledik sizin için.
ZEYNEP HATUN
Divan şiirinin adı bilinen ilk kadın şairi Zeynep Hatun’u kimi kaynaklar Amasyalı, kimi ise Kastamonulu olarak yazar.
Zeynep Hanım, evlenmeden önce Fatih Sultan Mehmet adına Türkçe ve Farsça şiirlerden oluşan bir divan hazırlayıp, sultana sunar. Kadı İshak Fehmi Çelebi ile evlendikten sonra, eşi tarafından şiir yazmasına ve şiir sohbetlerine katılmasına izin verilmez, şiiri bırakmak zorunda kalır. Şiirin yanı sıra beste çalışmaları da olan Zeynep Hatun, 1474 yılında Amasya’da ölür.
Keşfet nikabını yeri göğü münevver et
Bu alem anasırı firdevs-i enver et
Depret lebini cüşe getir havz-i kevseri
Anber saçını çöz bu cinanı muattar et
(Yeryüzündeki örtüyü kaldır, güzelliğinle yer gök aydınlansın
Dünyayı çevresine ışık saçan cennet haline getir!
Dudağındaki lezzeti tattır, cennetteki kevser suyu ile dolu havuzdan içmiş gibi olayım!
Amber kokulu saçını çöz de cihan güzel kokularla dolsun.)
MAKBÛLE LEM'ÂN
1282/1865'te İstanbul'un Beşiktaş semtinde doğan Fatma Makbûle Lem'ân Hanım Sultan V. Murâd'ın Kahvecibaşısı Hacı İbrâhîm Efendi'nin kızıdır. İbnülemin Mahmud Kemal'e göre "Lemeân" şairin sonradan seçtiği mahlasıdır. Fatma Mabûle Hanım Kız Rüşdiyesi'ni bitirir. Hocalardan özel dersler alır, iyi bir öğrenin görür. Şair, çok hastalıklar geçirir. Hayatının son dört yılında hastalıklar ile mücadele eder. Bundan dolayı sabrıyla şöhret bulur. Beşiktaşlı Berberbaşı-zâde Mehmed Fuad Bey ile evlendirilir. Evlerinin selamlık kısmı kız okulu yapılınca ücret almadan Osmanlıca dilbilgisi kuralları dersini üstlenir. Böylece hem öğrenir hem öğretir. 2 Kasım 1898'de Göztepe'deki evinde vefat eder. Ölümü dolayısıyla Tevfik Fikret bir mersiye yazar.
MİHRİ HATUN
Mihrî Hatun, bazı kaynaklara göre 1460’lı yıllarda dünyaya gelir. Amasya’da yetişen şair, buradaki edebiyat meclislerine katılarak kendini geliştirir. Arapça ve Farsça’yı öğrendiği, kendi şiiri ve kaynaklar ile sabittir.
Mihrî Hatun bilgisi kültürü ve en önemlisi şairlik yönüyle, o yıllarda Amasya’da bulunan II. Bayezid’in çevresinde oluşan edebi çevreye girer. Bu durum, II. Bayezid’in Amasya’daki şehzadeliğinin son yıllarına rastlar. Ardından Bayezid’in oğlu Şehzade Ahmed’in Amasya valiliği sırasında (1481 – 1512), bu çevre içerisinde olmaya devam eder. Güzelliği ile bilinen Mihrî Hatun birçok talibi olmasına rağmen evlenmez.
Mihrî Hatun için edebi ortamda kabul görmek, erkek şairlerle boy ölçüşmek, onların şiirdeki başarısını yakalayabilmek en zoru olmuştur şüphesiz. Osmanlı döneminin Divan’ı elimizde bulunan ilk kadın şairi de olan Mihrî Hatun, Divan Edebiyatı geleneğine uygun erkekçe söyleyişlerin yanında, kadınsı duygularını dışa vurduğu şiirlerin de sahibidir.
Râzıyam cânâ gerek ağlat gerek güldür beni
Dönmezem senden gerek dirgür gerek öldür beni
Mihrî’yem aşkunda dahi nice yıl yeldür beni
Sâdıkam yolunda ben Allah hakkıçün begüm
(Ey sevgili! Beni ister ağlat ister güldür, razıyım.
İster yaşat ister öldür senden vazgeçmem.
Ben nice yıl aşkının peşinden koşacak olan Mihrî’yim.
Beyim, Allah hakkı için ben senin yolunda sadığım.)
LEYLA SAZ
1850 – 1936 yılları arasında yaşar. Babası, II. Mahmut ve Abdülmecid dönemlerinde saray doktorluğu yaptığı için Leyla Saz, Abdülmecid, Abdülaziz, IV. Murad, II. Abdülhamid, V. Mehmed Reşad ve Vahdeddin dönemlerine yakından şahit olur. İmparatorluğun zor günlerine, Cumhuriyet’in kuruluş mücadelesine de tanık olur.
Leyla Saz, 1921 yılında yetmişli yaşlarında iken haremdeki anılarını, Vakit ve İleri Gazetesi’nde yayımlar. Ancak anılarının, bestelerinin ve şiirlerinin çoğu Bostancı’daki köşkü yandığı zaman kaybolur. Yayımladığı anıları, yangından sonra tekrar yazdıklarıdır. Hatıratı, saray çevresi ve harem hayatı konularında gözleme dayanan çok önemli bir kaynaktır. Şiirleri, Solmuş Çiçekler adıyla yayımlanır. Leyla Hanım’ın dili sadedir. Divan edebiyatı kültürü ile yazdığı şiirlerinin yanı sıra, yaşadığı yakın çevre ve halk kültürünün izlerini taşıyan yapıtları da vardır.
İlk şiirini 14 yaşında iken yazacaktır; ancak besteci yanı şair yanından daha öndedir. Leyla Hanım’ın, “Yaslı gittim şen geldim” mısrasıyla başlayan marşı bilhassa Cumhuriyet’in ilk yıllarında çok beğenilmiş, uzun süre dillerden düşmemiştir. “Nerdesin, nerde acep gamla bıraktın da beni” şarkısının bestesi, “Seni sevda çiçeğim, tac-ı serim” şarkısının ise sözleri Leyla Saz’a aittir.
Kıl meclisi âmâde ne derlerse desinler
İç dilber ile bâde ne derlerse desinler.
lemde nedir farkı bana medh ile zemmin
Sağ olsun ahibbâ da ne derlerse desinler.
(Aldırma buluş sevdiğinle,
Çıkar keyfini birlikteliğin, ne derlerse desinler.
Övgüye de yergiye aldırmam
Dostların canı sağ olsun, ne derlerse desinler.)
NİGÂR HANIM
Nigâr Hanım’ın (1856 – 1918) şiirlerinde Abdülhak Hamit, Recaizade Ekrem, Cenap Şahabeddin, Tevfik Fikret’in etkisi hissedilir. Nigâr Hanım, evinde o dönemin pek çok şair ve yazarını bir araya getirdiği için adeta bir edebiyat meclisi sayılabilecek, Salı Toplantıları’nı düzenler. Recaizade Ekrem ile hepsinden daha yakındır; hatta aralarında duygusal bir yakınlığın olduğu bile söylenir. Şiirin yanında resim ve müzikle de ilgilenen Nigâr Hanım, yanından ayırmadığı ve edebiyatımızda Batı tarzında yazılan ilk günlükler olma özelliği de gösteren güncesine “Alnımın Yazısı” adını verir. Hayatının son yıllarında maddi anlamda zorluklar yaşayan Nigâr Hanım, günlüğüne “Ne olur bir gece hissetmeden sönüversem” diye yazdığı ölüme, 1918 yılının o soğuk kışında harp yıllarının hastalığı tifüse yenik düşerek kavuşur.
Nigâr Hanım’ın şiirlerinde bir sevgili tipi çizmediği gözlemlenir; çünkü şair sevgiliden öte özgürce birini sevebilmeyi arzulamaktadır. Şiirlerinde bir kadın şair olarak yalnızlığını, dışlanmışlığını sıklıkla ifade etmesi ise, arada kalmışlığının yansıması olarak yorumlanabilir.
Feryad ki feryadıma imdad edecek yok
Efsus ki gamdan beni azad edecek yok
Tesir-i muhabbetle yıkılmış güzel ama
Virâne dili bir daha abad edecek yok
Kes varsa alakan bana ey tali‟-i dunum
Sen var iken alemde beni yâd edecek yok
İHSAN RAİF
İhsan Raif Hanım (1877 – 1926), yaşadığı döneme göre ekonomik ve sosyal açıdan şanslı sayılabilecek bir ailenin çocuğu olarak Beyrut’ta dünyaya gelir. Babası, Ayan meclisi üyelerinden Köse Raif (Mehmed) Paşa’dır. İhsan Hanım, evde özel dersler ile dönemine göre oldukça donanımlı ve ileri düzeyde eğitim alır.
Nişantaşı’nda Rumeli Caddesi’nde bugün hala duran Taş Konak’ta yaşayan İhsan Raif, odasındayken kapı açılır ve içeriye sonradan Reji memuru (Osmanlı’da yabancıların yönetiminde olan Tekel İdaresi) Mehmet Ali Bey olduğunu öğrendiği bir adam girer. Kapıyı açmak dışında, bir suçu olmasa da, babası Raif Paşa adeta onu sorumlu tutar. Daha sonra Mehmet Ali Bey’in evlenmeye mecbur bırakmak için, arap bacıları kandırıp konağa girdiği ve İhsan Hanım’ın deyimiyle ona karalar çaldığını anlayacaktı.
İhsan Raif Hanım, 13 yaşında evlendirildiği, hiç anlaşamadığı ve çapkınlıklarından bıktığı kocası Mehmet Ali Bey’den boşanır. 27 yaşında 3 çocuk annesi bir kadının eşini boşaması, o devrin aile ve toplum yapısına uymayan bir durumdur. İhsan Hanım 1926 yılında 49 yaşında hayatını kaybeder.
Söyletme
Söyletme beni derdim büyüktür
Ümidim, gönlüm çoktan sönüktür
Hayatım bana bir koca yüktür.
Gönül bağında baykuşlar öter.
YAŞAR NEZİHE
(1881 – 1971) tarihleri arasında yaşadı. Yazmasında teyzesinin rolünün büyük olduğunu söyler. Teyzesi, gençlik çağında yaşadığı aşkı, sevgilisini unutamaz; geceleri Yaşar Nezihe’ye anlatır. İşte bu aşk hikâyeleri Yaşar Nezihe’yi çok etkiler. Fakat yazmasının en önemli nedeni, elbette kendi yaşamıdır. Toplumcu bir şair olarak anılmasının sebebi yaşadığı yoksulluktur. İlk kadın işçi şair, ilk sosyalist kadın şair şeklinde isimlendirmeler, Yaşar Nezihe’nin bugüne kadar ulaşan ve onu popüler kılan bir yönü olmuştur.
Bir Deste Menekşe, Feryatlarım adlı 2 şiir kitabı vardır. Soyadı kanunu çıkınca Bükülmez soyadını aldı. Yaşar Nezihe, 5 Kasım 1971’de yaşamını yitirmiştir. Ölmeden önce son isteği olan, çocukluğunun geçtiği sokağa kendi adının verilmesi hala yerine getirilmemiş bir vasiyetten öteye gitmemiştir.
Ey İşçi!
Bugün hür yaşamak hakkı seninken
Patronlar o hakkı senin almışlar elinden
Sa’yınla edersin de tufeylîleri zengin
Kalbinde niçin yok ona karşı bir kin
(1 Mayıs şiiri)
ŞÜKUFE NİHAL
Nihal, 1896 – 1973 tarihleri arasında yaşar. Liseyi bitirdikten sonra, 1914 yılında sadece kız öğrencilere eğitim veren İnas Darülfünunu kazanır. Ancak istemediği halde 16 yaşında Mithat Sadullah evlendirilmiştir; bu nedenle okula alınmaz. Ancak okumayı çok ister, intihar girişiminde bulunur (evlenmek istemediği için daha önce de böyle bir girişimi olur), ardından bir oğlunun dünyaya geldiği eşinden ayrılır.
1918 yılına kadar aynı okula devam eden sanatçı daha sonra Darülfünun’a (erkeklerin devam ettiği üniversite) nakledilir. ı919 yılında Edebiyat Fakültesi Coğrafya Bölümü’nü bitirir; böylece ilk kadın üniversite mezunu olur.
Güldümse inanma, bil ki bu gülüş
Güldüğüm sabahın bir rüyasıdır
Dudaklarımdaki acı bükülüş
Veda akşamının sonsuz yasıdır
Hangi kudret var ki solan ruhuma
Senden sonra yeni bir ışık versin
Söner gün geçince bu hain humma
Ağlar mıyım başka acıyla dersin?
(İnanma adlı şiiri)
HALİDE NUSRET ZORLUTUNA
Halide Nusret Zorlutuna (1901 – 1984) , babasının sürgüne gönderilip, tutuklanması nedeniyle zor bir çocukluk geçirir. Uzun bir süre evde özel hocaların refakatinde, ardından Erenköy Kız Lisesi’nde eğitimini sürdürür. Babasının ölümüyle eğitimini yarıda bırakarak ailesinin geçimini sağlamak için çalışma hayatına atılır.
Milli Mücadele’nin ardından Anadolu, edebiyatçı ve entelektüellerin ilgi odağı haline gelir. Halide Nusret, bu dönemde gelişmeleri yakından takip eder. Bu sırada Millî Mücadele taraftarı olan Türk Ocağı gibi bazı kurumlarda da aktif rol oynasa da ailesinin geçimi ile yükümlü oluşu Anadolu’da aktif rol almasını engeller. İlk eserinden son eserine kadar yazdıkları gerek dil ve üslup gerek şekil ve teknik gerek muhteva bakımından Milli Edebiyat akımının ideallerine bağlıdır.
Kadının modernleşmesi ile ilgili önemli adımların atıldığı bir dönemde kadın haklarını savunan Halide Nusret, feminist hareketin içinde yer almamakla birlikte kadınların erkeklerle eşit haklar elde etmesi gerektiğini savunmuştur.
Çekil bu gölgeli yolda gezinme…
Bahar, bakışların yine pek sarhoş.
Yanılıp gönlüme misafir inme:
Kapısı kilitli, mihrabı bomboş
Mabettir orası, meyhane değil!
GÜLTEN AKIN
Yozgat doğumlu olan Gülten Akın(1933 – 2015), hayalinde Tıp Fakültesine girmek istese de, Çapa Yüksek Öğretmen Okulu sınavını kazanır, ancak Ankara Hukuk Fakültesi’ne yazılır. Öğrenimi sırasında bir yandan da İçişleri Bakanlığı’nda çalışır. Üniversiteyi bitirdiği 1956’da Yaşar Cankoçak ile evlenir; aynı zamanda ilk şiir kitabını da çıkarır: Rüzgâr Saati. Eşinin kaymakam olarak bulunduğu Gevaş, Alucra, Gerze, Saray ilçelerinde ve Kahramanmaraş’ta öğretmenlik, avukatlık yapar. Beş çocukları dünyaya gelir.
Gülerken yüzün
Dem çeken bir güvercinin sesini
İçin için büyüyen çimenleri
Baharda lunaparkı, bayram yerini
Ve alışkanlıklar dışında her şeyi
Gülerken yüzün
Aşıyor geçmişin acılarını
Kendini yarına değiştiriyor
(Gülerken Yüzün şiiri)