Celal Şengör’ün söylem dili ve sembolik şiddet
Celal Şengör’ün söylem dili ve sembolik şiddet
Celal Şengör… Asimetrik, hiyerarşik konuşmayı meziyet edinmiş, söylemleri ile sembolik şiddet uygulayan akademi eliti(!). Daha doğrusu, üzerine elitist cilası atılmış olan bir sosyal Darvinist…
Bir röportajında aynen şöyle diyor: “Çok görgüsüz, çok zavallı bir nüfus var. O nüfusa hitap ediyor AKP…. Bence AKP, parti olarak yaptığı şeylerin yüzde 80'inin farkında değil. Çünkü çok cahil bu adamlar.” Şimdilerde ise “Senin Cahilliğin Benim Yaşamımı Etkiliyor” kitabını yazdı.
Celal Şengör Hoca’ya şunu sormak lazım. Türk halkı keyfinden mi cahil kaldı?
Celal Şengör’ü dinlediğinizde, ülkenin her yanının sömürge okulu Robert Kolejleri ile dolu ve herkesin kendisi gibi zengin aile çocuğu olduğunu zannedersiniz. Sanki herkesin şansı vardı da keyiflerinden cahil kaldıklarını düşünürsünüz.
Elli bin kitaplık kütüphanesi olan Celal Şengör, AKP’ye oy veren bu insan grubunun sadece cahil olmadığını, aynı zamanda önemli bir kısmının yoksul/madun olduğunu (ya da yoksulluktan geldiğini) bilmez mi?
Bourdieu’ya göre; yoksulluk sadece maddi imkansızlık değil, aynı zamanda eğitsel, entelektüel ve kültürel sermayeden veya ‘meşru’ söylem üretme araçlarından da yoksunluktur (Bourdieu). Daha doğrusu yoksun bırakılmadır.
Peki “nasıl yoksun bırakıldılar?” sorusunu sorduğumuzda karşımıza ne çıkar?
Amerikancı faşizm, TÜSİAD zenginleri, arkasındayım dediği Kenan Evren gibi pek kıymetli darbeci Paşaları ve kendisi gibi elit okulların mezunları…
KÖY ENSTİTÜLERİNİN ÖNEMİ
Atatürk dönemini hatırlayın. Atatürk; yaptığı devrimleriyle, köy enstitüleri ile, toprak reformu ile Türk halkını yeni Cumhuriyet’in masasına oturttu. Ama Ata’nın ölümünden 10 yıl geçmedi ki, bu insanlar yeniden masadan kaldırıldılar. Köy Enstitüleri kapatıldı, eğitimlerini alamadılar; toprak reformu engellendi ve toprak sahibi de olamadılar. Şehirlere göç ettiler ve anomik hale geldiler. Yani köylerde ve şehirlerin kenar mahallerinde kendi kaderlerine bırakıldılar.
Diyorum ya, bu insanlar keyiflerinden cahil kalmadılar. Atatürk’ün oturttuğu masadan haklarına düşeni yemeden kalktılar. Şimdi biz onlardan yemedikleri yemeklerin hesabını istiyoruz. Bu haksızlık değil mi? Hatta onlara neden cahilsin, diyoruz. Aptala karşı önlem alıyoruz. Hatta İlber Ortaylı Hoca gibi ‘aptala tahammül edemiyoruz’.
İşte tüm bunlar kenarda kalmanın ve en altta olmanın psikolojisini, mitolojisini ve terminolojisini bilmeden yapılan konuşmalardır. Celal Şengör ve İlber Ortaylı’nın kullandıkları dil ise asimetrik, hiyerarşiktir ve sembolik şiddet içeren bir dilin örneğidir.
FARK YARALARI
Oysa ‘kişinin kendi içerisinde yaşadığı dramdır’ yoksulluk… Yoksullar, bilinçli inanç düzeyinde bu yoksulluğun nedeninin kendisi olmadığını söylerken bile, içten içe kendilerinden utanırlar (Sennett, Erdoğan, N. 2007). Müslüm Gürses’in ‘fark yaraları’ ve Sennett’ın ‘sınıfların gizli yaraları (the hidden injuries of classes)’ diye tanımladığı şeydir bu…
Asimetrik ve hiyerarşik bakış ilişkisidir bu… Toplumsal eşitsizlik barındırır. Bu bakışa maruz kalan yoksul/madunlar ise, yukarıdakilerin kendisi için yaptığı tanımlamalar ile kendisini özdeşleştirir ve yukarıdakinin kendisine baktığı gibi bakmaya başlar. Asıl önemlisi, görsel bir dil baskın olduğundan yoksul/madunlar, çoğu kez susarlar ve konuşmazlar (Erdoğan, N. 2007). Ama sınıfın ‘eşitsizlik yaraları’ onların içlerini parçalar.
EŞİTSİZLİK YARALARI VE ERDOĞAN
Peki ülkemizde bu eşitsizlik yaralarının meyvesi kimdir? Tayyip Erdoğan…
Lütfen Erdoğan’ın kitlesine dikkat edin. Erdoğan ne konuşursa konuşsun (doğru ya da yanlış), ona oy verenlerde karşılığını bulur. Guha “madunlar kolektivite şeklinde konuşurlar” der ya… Erdoğan’ın kitlesi de Erdoğan ile tek vücut olarak konuşur. Tayyip Erdoğan’ın sesi, kitlesinin on yıllarca suskunluğunun sesidir.
Yıllarca içlerinde biriken bu ses, yırtıcı ve patlayıcı bir şekilde dışarı çıkar. Sadece elitlerin değil, tüm eğitimlilerin de kafasında patlar. Senin saray gibi sitelerin, plazaların, Kadıköy, Bakırköy gibi zengin semtlerin varsa; onların da Tayyip Erdoğan’ı vardır. Çünkü Erdoğan, onların kendi ego idealidir.
Doğrusu Erdoğan’ın bu dili arabesktir. Tıpkı arabeskin dinleyenin acısını unutturması ve katharsisi sağlaması gibi, Tayyip Erdoğan’ın konuşmaları da onların yaralarını unutturur. Peki kitlesine çözüm sağlar mı? İşte bu tartışılması gereken derin bir konudur.
Sonuç olarak; Amerikancı faşizmin TÜSİAD gibi zengin kulüpleri, pijama ile başbakan karşılayan televizyon patronları, halka yukarıdan bakan ve onlar için en iyisi oligarşi diyen elitist(!) akademisyen destek grupları varsa… Bilimi, kitle iletişim araçlarını ve iktidarları elinde tutan Neo-liberalizm varsa… Hatta sıkıştıklarında, kışlalarından çıkarak imdatlarına yetişen darbeci eşkıyalar varsa… En alttakilerin de Tayyip Erdoğan’ı vardır.
Aslında Celal Şengör ve İlber Ortaylı’nın göremediği şey; aslında fark yaralarıdır, eşitsizlik travmalarıdır. Peki Tayyip Erdoğan kimdir?
Aslında Tayyip Erdoğan; cahil bırakılmış olan bir halkın, kendilerini cahil bırakanlardan aldığı intikamdır. Hatta Özal sonrasında beyaz yaka olan ve zengin semtlere taşınarak onları cehaletin ortasında bırakan, halkını unutan solculardan da aldığı intikamdır.
Lütfen Erdoğan öfkenizi bir kenara bırakarak tarafsız olarak bakın. Onların Tayyip Erdoğan’a sımsıkı sarılma nedenlerinin bilinçli değil, tamamen bilinçdışı olduğunu, eşitsizlik yaralarının, travmalarının sonucu olduğunu göreceksiniz.
Peki Celal Şengör Hocanın yaptığı nedir? Mizantropidir. Sosyal Darvinciliktir. İğrenç ötesidir.