Cem Duna’nın kitabı üzerine: Mülkiye sıralarından Özal’ın takımına
Duna, 1990’lı yılların perde arkasındaki mimarlarından. Mülkiye 68’inin tek yalpalayanı değil ama bir prototip olma özelliğini taşıyor. Birden, Özal tarafından keşfediliyor. Sonrası bir “yürü ya kulum” öyküsü.
Emekli Büyükelçi, iş adamı Cem Duna’nın otobiyografisi sayılabilecek anıları yayımlandı. Cem Duna kritik bir dönemin, Özal’la başlayan Erdoğan ile sonlanan bir dönemin dışişlerindeki tanığı. Özal’ın çok yakınında bulunmuş, onun talimatı ile TRT’ye genel müdür olmuş, ondan önce Bülent Ulusu’ya danışmanlık yapmış, ardından Tansu Çiller ile yakın temas içinde Gümrük Birliği’ni kotarmış biri; AB’ye girmek için Denktaş’ın başına çorap örenlerden. Bir adım sonra TÜSİAD yönetimine giriyor. “Cumhuriyet karşıtı” olarak adlandırılabilecek dönemin bürokrasideki sorumlularından. Duna’nın “Sıra Dışı” adını uygun gördüğü kitaptaki bilgiler, tanıklıklar önemli. İrdelemeye değer.
DIŞİŞLERİ’NİN ÖNEMİ
Devletin en önemli kurumlarındandır Dışişleri. Kapalı kapılar ardındaki devlet faaliyetleri Dışişleri’ni daha da önemli kılar. Kimin ne yaptığı yıllar sonra, zaman içinde ortaya çıkar. Dışişleri mensupları siyasal karar alıcılarla çok yakın temas içinde olurlar çoğu kez. Diplomat anıları çok değerlidir; Satır aralarında çok sır gizlidir. Cem Duna kritik bir dönemde, yöneticilerin ulusal devleti tasfiye ederek AB ile entegrasyon için çabaladıkları bir dönemde… Avrupa Birliği’nin merkezindeki büyükelçiliğe bilerek, isteyerek getirilmiş. Aslında bu kadarı bile işin rengini belli ediyor.
MÜLKİYE’DEN ÖZAL’A GİDEN YOL
Cem Duna’yı Mülkiye’den biliyorum. Selamımız sabahımız vardı. Uygar, terbiyeli, ölçülü biri olarak tanıdım. Bu yazıyı yazarken bocaladım, daha çok Mülkiye adına. Ama görmezden gelmek olmazdı.
Duna, 1990’lı yılların perde arkasındaki mimarlarından. Mülkiye 68’inin tek yalpalayanı değil ama bir prototip olma özelliğini taşıyor.
Okulda solcu, sonra, İngiliz asıllı biri ile evlilik yapıyor. Yabancılarla evlilik o sıralarda yasak olduğu için Dışişleri’nden ayrılıp bir süre serbest çalıştıktan sonra Turan Güneş’in müdahalesi ile bakanlığa dönüyor. Bir süre diplomatlık, diğer bir değişle bakanlıkta memurluk yapıyor; işi (sanatı) öğreniyor. O yıllarda Mülkiye’den kaptığı solcu fikirlerle Bakanlıktaki/ülkedeki düzen arasında bocalıyor falan filan, bunlar normal.
Birden, Özal tarafından keşfediliyor. Sonrası bir “yürü ya kulum” öyküsü. Allah versin, kimsenin mevkiinde gözümüz yok. Ama Türkiye deneme tahtası değil, oyuncak hiç değil. İki çift sözümüz var.
Duna’nın görev yaptığı yıllar Ermeni teröristlerin Dışişleri mensuplarını hedef aldığı günler. Konuyu sessizce geçiyor. Aradaki sayfalara Tuncer Kılınç’ın, Necip Torumtay’ın resimlerini serpiştirmiş olsa da esaslı bir sivil toplumcu olduğunu döne döne askerleri eleştirerek ortaya koyuyor.
ÖZAL’IN YOL ARKADAŞI
Özal Duna’yı Cidde’de (Umre yolunda) keşfediyor. Duna, Özal ile Özal’ın “dört çizgiyi birleştirme sihirli formülü” üzerinden tanışıyor ve ufku değişiyor!
Özal ile Duna, ellerinde kazma, başlıyorlar TC’ye darbeler indirmeye. İlk adım, Batı’nın göz diktiği Kıbrıs. “Özal KKTC’nin ilanının bir sorun olduğunu biliyor, görüyordu… KKTC Türkiye’nin bütün dış ilişkilerini etkilemişti” (Age, s.101.) Çözüm, Kıbrıs’ı vermek.
Özal’la Duna liberalleri ve işadamlarını “davalarına” kazanmayı hedefliyorlar ilk elde. II. Cumhuriyet programı yürürlüğe konuyor.
Duna, Özal’ın Sismik -I gemisinin Ege Kıta Sahanlığında petrol araması için Dışişleri üst kademesi ve Genelkurmay’ca alınan karardan “çok sıkıldığını” yazıyor. İngilizlerle BBC üzerinden pazarlığa girişiyor. (s.116.)
Kıbrıs’tan sonra sırada Ermeni meselesi var... Ardından “siyasi yasakların kaldırılması” referandumu var. Liberal solcu Cem Duna, olaya kayıtsız, liderlerin Demirel’in deyişi ile liderlerin (yani Demirel’in, Ecevit’in, Türkeş’in) “diri diri mezara konmasına” kayıtsız kalıyor. Özal’ın bir bildiği vardır, diye düşünmüş olmalı. Ardından “Kürt meselesi” geliyor. Özal’ın deyişi ile “üç çapulcunun” ülkenin başına ne işler açacağını göremiyorlar. Ya da AB göstermiyor.
Özal yakın çalışma arkadaşını TRT’nin başına geçiriyor. Duna bu talimatı da emir kabul ediyor. “Türkiye’nin daha liberalleşmesi” için göreve başlıyor. (s. 128.) (Buna sağcıların tepki verdiğini Milli Gazete’den öğreniyorum; ama Özal kararını vermiş, tepkiyi bastırıyor; nedeni o sırada Özal’ın Batı’ya gözünü dikmiş olması!) Özal’dan sonra Mesut Yılmaz başbakan olur olmaz Duna’yı görevden alıyor. Cem Duna bir kez daha Dışişlerinden istifa ediyor (Daha sonra Mesut Yılmaz ile dost olduğunu yazıyor). Duna’nın ünlüler ile görev nedeniyle, bir araya gelişi kitabı süslüyor. II. Elizabeth, Prens Charles, Arafat, Gorbaçov vb.
Sıra geldi Duna’nın en büyük mahareti olarak anlattığı Gümrük Birliği’ne giriş çalışmalarına. Gerçekten de Gümrük Birliği’ne giriş çalışmaları Duna’nın kariyerinin doruğu. AB nezdinde Büyükelçi atandıktan sonra kolları sıvıyor. 7/24 çalıştığını anlattığı süreçte çalmadık kapı bırakmıyor.
ÖZAL’IN VEFATI VE DUNA
Özal’ın vefatı, Duna’nın Karlofça’sı adeta; geri sayım başlıyor. Tansu Çiller ile Gümrük Birliği konusunda yakın çalışıyor ama geri sayım başlamış bir kez.
O yıllarda bir süre Dışişleri Bakanlığı yapan Mümtaz Soysal, Duna’yı çağırıp kendisini dikkatle dinliyor. Gümrük Birliği’ne girişten üç ay sonra Duna’nın deyişi ile “Kıbrıs konusunda şahin” Mümtaz Soysal tarafından görevden alınıyor. Soysal kararını bir süre sonra Duna’ya şu sözlerle açıklayacaktır: “Yaptığın işi severek yapıyordun ama çok Batılılaşmıştın.” (s.174.) Duna lehine söylenebilecek tek şey, bu önemli gerekçeyi açıklamış olması.
Duna görevden alınmasını hazmedemeyerek özel sektöre geçiyor.
TÜSİAD üyeliği onu bekliyor. Ne var ki hiçbir şeyi “AB nezdindeki büyükelçilik” kadar sevemiyor.
2000’li yıllar TÜSİAD’da geçiyor. Gerisi o kadar önemli değil.
Bitirirken 15 Temmuz sürecine vb. değiniyor; AKP analizi yapıp geçiyor. (Kendisi dile getirmiyor ama AKP’den davet beklediğini Dışişleri çevrelerindeki dostlardan duydum.)
Ekrana sık çıkanlardan değil; ama o dönemde ekranın gülleri M. Ali Birand, Hasan Cemal, Cengiz Çandar gibilerle sıkı sıkıya dost olduğu yazdıklarından anlaşılıyor.
SONUÇ
Cem Duna’nın “Sıra Dışı” adını uygun gördüğü anılarının sıra dışı bir yanı yok bence. Sıra dışı olan, bana ters gelen o dönemde Türkiye’nin taşıyıcı kolonlarından sayılan Mülkiye’nin böyle mezunlar vermiş olması.
Duna Mahir Çayan’ın sınıf arkadaşı. Duna da belirtiyor birkaç yerde… Rastlantı mı demeli?
Cem Duna’yı başta Özal, geçmişe saldıranlar yarattı. Oysa Memduh Aytür gibi, Cahit Kayra gibi bürokratlar, ülkeyi sırtlamışlardı.
Bürokrasisi iyi çalışmayan bir Cumhuriyet tökezler, krize sürüklenir. Doğrusu Duna’nın serüveni Hasan Yalçın’ın kitabına girecek kadar önemli değil; Duna örneğin Hasan Cemal gibi, Cengiz Çandar gibi solcu kuşağın önde gelenlerinden değil. Yine de önemli payı var geri gidişte… Duna’yı ve II. Cumhuriyetçileri bizi bugünlere getiren sürecin sorumlularından gördüğüm için yazdım; 1. dereceden olmasa bile 2. dereceden…
(Cem Duna, Sıra Dışı, Remzi Kitabevi, 2020.)