Cemal Süreya ve Sezai Karakoç: İki arkadaş
Cemal Süreya, Aralık 1989’da, 58 yaşında, 21 gün sürecek derin bir komaya girdi. Onu 9 Ocak 1990 günü yitirdik. Sezai Karakoç’u ise yıllar sonra Kasım 2021’de sonsuzluğa uğurladık. Cemal Süreya, hem şiiriyle hem de şiiriyle yarışan düzyazı metinleriyle, bir kuyumcu gibi işlediği Türkçeyi zenginleştirmiş, güzelleştirmiştir. Cemal Süreya devrimcidir. Sosyalisttir. O aynı zamanda bir dünya şairidir. Şiirinde insanı öz baştacı edilir. Yani hem yerli, hem de evrenseldir.
Cemal Süreya, büyük bir şair, yazar olduğu kadar çok yönlü, çok birikimli, özgün bir aydındı. Çok kırılgan ama aynı ölçüde de bağışlayıcıydı. Küçük bir davranış, tatlı bir söz bütün kalleşlikleri unutmasına yeterdi. İnsanları iyi olan yanlarıyla severdi.
Cemal Süreya, Orta Doğu kültürü diyebileceğimiz kendi birikiminin yanı sıra çok iyi bildiği Batı kültüründen, şiirinden de beslenmiştir. O, beslendiği kaynakları şöyle açıklıyor:
"Ben hem Batı edebiyatının, hem eski edebiyatımızın kaynaklarıyla beslendim. Eski edebiyatımızın değerlerini elden çıkarmadım. Alaturka yanım ordan gelmektedir. Ben öyle bir insan grubu içindeyim ki, bir ayağını sosyalizme atmış, öbür ayağını feodaliteden kurtaramamış."
Gerçek iki dost
Cemal Süreya, Sezai Karakoç yakın arkadaşlığına gelince: Onlar gerçek iki dosttular. Her şeyden önce onların kumaşı çok benzerdi. “Adam gibi adam” derler ya işte öyle… Cemal Süreya, “99-Yüz” kitabındaki portre yazısında Karakoç’un bu kişilik yapısını vurguluyor: “Yaşama konumu olarak da tek ve benzersiz bir kişi.”
İkisi de önemli iki şair, onlar aynı zamanda “İkinci Yeni şiir akımının” kurucularıdır. Sevgili şairimiz Ece Ayhan’ın belirlemesiyle: “İkinci Yeni akımı ya da serüveni, başlangıçtaki ilk anlamıyla Sezai Karakoç ile Cemal Süreya’dır.” (“Şiirin Bir Altın Çağı”, Yapı Kredi Yay., 1993, s.18).
İkisi de Mülkiyeli… Günümüzdeki adıyla, Siyasal Bilgiler Fakültesi’nden sınıf arkadaşı… İş yaşamında ikisi de maliyeci olarak tüm Türkiye'yi dolanıyorlar. Halkla iç içeler. Halkın dertlerini dert ediniyorlar. Ona tepeden bakmıyorlar.
Ortak özelliklerinden bir diğeri çok birikimli olmaları… Tabii çok çok okuyorlar. Sezai Karakoç, “Öyle bir Müslüman ki Marx da bilir, Nietzsche de bilir, Rimbaud da bilir. Salvador Dali de sever. Nâzım da okur.”
Cemal Süreya’ya gelince, daha çocuk denecek yaşta okul dışı boş zamanını Halkevi kitaplığında geçirir. İlgisini çeken her şeyi okur. Bu da ona, güçlü bir ansiklopedik birikim kazandırır. Halkevi kitaplığında Sait Faik'i tanır. Onun gibi öyküler yazma isteği duyar. Yaptığı birçok söyleşide: "Dostoyevski'yi okudum o gün bugün huzurum yok" diyerek büyük yazarın onda yarattığı etkiyi belirtir.
Şiir sanatı üstüne en çok düşünmüş, tartışmış, yazmış şairlerden biri Süreya olmalı… Gün 24 saat şiir düşünür, her şeye şair olarak bakar. Türkçe yazan en genç şairlerden, dünyanın en ücra köşesindeki şairlere uzanan geniş bir ilgi alanı vardır. Yalnızca şiirleriyle de ilgilenmez şairlerin, bütün yaşamlarıyla ilgilidir. Onların ayakkabı numaralarını bile bildiği söylenir. Cemal Süreya, kendisi için en çok şiir yazılan şairlerimizden biridir. Özellikle genç şairler ondan etkilenmiş ve onu çok sevmişler.
Vericiler (Gönülleri Zengin)
Diğer ortak özellikleri şöyle sıralanabilir: Zekiler, Süreya, Karakoç’u: “Sıkışmış, sıkıştırılmış deha” olarak niteliyor, dürüstler, çalışkanlar, alçak gönüllüler, dostluğa önem veriyorlar, belki de en önemli özellikleri vericiler…
Sezai Karakoç bu önemli özelliğini şiire de dökmüş:
“Yanmışsam külümden yapılan bir hisar vardır
Yenilgi yenilgi büyüyen bir zafer vardır”
Cemal Süreya, Karakoç’un cömertliğini yukarda söz ettiğim portre yazısında anlatmış:
“1950'li yıllarda bir hilesini yakalamıştım: Necip Fazıl kendisinden borç ister, 0 da her seferinde cebindeki parayı son kuruşuna kadar verirdi. Sonunda kendisi aç kalırdı. Buna bir çare düşündü. Marmara Kıraathanesi'ne giderken, özellikle de ay başlarında yanında daha az para taşıyordu. Az dedim ya, o kadar da az değil. Maaşının yarısı kadar… Sanırım, Karakoç'un hayatındaki tek oyun budur. Başka bir yerde de yazmıştım, üniversite yıllarında burslarını kırdırıp üstada verirdi.”
Necati Güngör, Cemal Süreya’nın vericiliğinden yani gönül zenginliğinden ve şairleri, yazarları destekleyici tutumundan söz ediyor: “Ismarlamak, hesap üslenmek, onda bir karakter özelliğiydi. (…) Yalnızca meyhane hesabını öderken değil, genç şairleri değerlendirirken de cömertti, Cemal Süreya. Onları eleştirmekten adeta sakınırdı. Şiir yazanın hevesini kırmamaya özen gösterirdi. Eleştirecekse bile, olabildiğince diplomatik incelikte bir dil kullanırdı. (…) Başkalarını över de bir tek kendini övmezdi. Şiirine güvenir, yazdığı yazılardan emindir, ama bunları övünme vesilesi yapmazdı.”
Şiirini Kendi Aklı, Yüreği ve Birikimiyle Yaratıyor
Sezai Karakoç, 19 Temmuz 1989'da Diriliş'te yayımlanan hatıralarında, Cemal Süreya’nın şiirini nasıl kurduğundan söz ediyor:
"Cemal, sevdiği ve beğendiği her şeyi hemen kendine mal etmek mizacındadır. Beğendiğini almaktan ve alıntılamaktan kendini alamaz. Ancak, aldığını kendi üslubuna sokmasını bilir. Şiiri için her şey bir malzemedir onun için. Bir tespit, bir espri, hatta bir mısra, bir imaj"
Karakoç yanlış anlaşılmak istemiyor. Sözlerini ortak yaşamlarını açarak sürdürüyor:
"Bütün bunlara rağmen demek istemiyorum ki şiirini benden, şiirlerimden almıştır. Durmadan konuştuğumuz, ötesinden berisinden didiklediğimiz konular, kelimeler, sözler, imajlarla çevrili şiirlerini görünce, o dönem şiirlerini kendi şiirim gibi sevmem, benimsemem olağandır. En bana ait olanı ortaya koymaya gayret ettiğim benim kendi şiirlerimde de bu ortak sanat düşünüşünden yansımaların bulunmaması imkânsızdır." Cemal Süreya yaşarken onunla dost geçinen birisi (adını vermek istemiyorum) onun şiiri için, "Fransız şiirinden aldı" diye yazdı. Kendini savunamayacak birine çamur atıyor. Oysa Karakoç’un yukardaki açıklaması gerçeği apaçık ortaya koyuyor. Cemal Süreya’nın şiirini nasıl yarattığını açıklıyor.
Bu iftiraya cesurca karşı koyan bir büyük ad var:
Fazıl Hüsnü Dağlarca, Yasemin Arpa’nın kaleme aldığı “Söz Kuşlarından Kalan Parıltı” kitabında, Süreya'nın şiirine ilişkin "Fransız şiirinden aldı" karalamasını yapan kişiyi kınıyor:
"… sözde ahbap geçiniyor. Yaşarken yap da, adam sana cevabını versin."
Ve tüm acabaları silecek açıklamasını yapıyor:
“Cemal Süreya hem Fransızcadan hem Divan edebiyatından özümseyerek yazmış.”
Dağlarca'nın anlatımıyla o, şekeri ve limonu almış, ama bize sunduğu limonatadır. Yani her şeyden besleniyor, ama şiirini kendi aklı, yüreği, birikimi ve emeğiyle yaratıyor.
İki büyük şaire ilişkin bir yazı şiirsiz bitemez. İşte Cemal Süreya’nın en güzel şiirlerinden biri:
Kaynaklar:
- Cemal Süreya, “99 Yüz, İz Düşümler-Söz Senaryosu”, Kaynak Yayınları, 1991.
- Feyziye Özberk, “Cemal Süreya, Papirüs Düşçüsüyle Buluşma”, Kaynak Yayınları, Boyalıkuş, Edebiyat, 2016.
“CELLAT HAVASI
Burjuva ihtilâlinden sonra
Mösyö Giyotin yüz elli yıldır
Parisli bir avukat
Ve gözleri yaşarır sabahları
Okuduğu intiharlara
Sinyor Kurşun. İspanya.
Asılıp gidebilir bakışlarınız
Bir bulutun yedeğinde
Tabiî Lorca gibi sizin de
Gözlerinizi bağlamazlarsa
Ya ne buyrulur Mister
Elektrik Sandalyesine
Kredi yatırım bir yana
İyi özetler Amerika'yı
William James'ten daha
Sıçrayan kan selamlarıdır
Kaabil'e Ezra Pound'a
Parantez içinde Raskolnikov'a
Kelle bir şey anlamadan
Emirler veredursun ayaklara
İşini bitirmiştir Herr Balta
Ey idama hükümlü yurttaş
Altından çekilince iskemle
İdare edebilirsen soluğunu
Yaşarsın kısa da olsa bir süre
Çünkü İp Efendinin sunduğu
Ölümler kibarca sürüncemede”