Çok uğraştım TRT radyolarına giremedim!
‘…Radyo’ya küstüm, bir daha hiç gitmedim. Radyo’ya, bu küskünlüğümden dolayı ‘türkü vermeyeceğim’ dedim ama yine de 6-7 türkü verdim.’
Bu hafta TRT sanatçısı İbrahim Can ile birlikte, Balkanların en sevilen Türk Halk Müziği sanatçısı Faruk Yılmaz ile ilkokulu bitirdikten sonra düğünlerde sahne alarak müzik yaşamına nasıl atıldığını konuştuk. Bağlamayla nasıl tanıştığını, kaset çalışmalarını ve sonuçlarını gelin sanatçımızın kendisinden dinleyelim…
- İlkokulda müzikle ilginiz oldu mu?
Oldu. Öğretmenim, Mustafa Kemal Atatürk'e benzeyen bir adamdı. O da Balkanlardan gelmeydi. Adı Kemal Baykal mavi gözler aynı, kafasında saçı yoktu.
Türkiye'de seri keman çalmada bir numara olmuş, Nedim Nalbantoğlu’nun babası öğretmenim oldu. Bir motosikleti vardı, her sabah gelirdi. O zamanlar okullarda mandolin vardı. 23 Nisan gibi milli bayramlarda türküler söylerdik.
Ailem zengin değildi, okuyamadım. Rumeli türkülerinin klasik sazla icraatı vardır. Kırklareli'nde klasik bir saz topluluğu vardı. Bu toplulukta bağlamanın bir çeşidi olan tambur çalınırdı. Tamburu çalan da çok nadir bulunurdu. Birçok türküye kaynaklık etmiş, TRT’ye bıraktığı en büyük eserlerden “kırmızı gülün alı var” şarkısını kazandırmış, rahmetli Âşık Ali Tamburacı vardı. Aşık Ali, Bulgaristan'dan Kırklareli’ne göç gelmişti. Tambur çalarak Kırklareli'nde bu türküleri yaymış. Ben çocukken onu tanıma imkânım oldu.
Orkestrayla düğünler olurdu. Muzaffer Baktagir, şu anda Türkiye'nin en büyük kanun sanatçısı, profesörü Göksel Baktagir’in babasının orkestrasına girdim.
12 YAŞINDA SAHNEYE ÇIKTIM
- Kaç yaşındaydınız?
12 yaşlarındayım. İlkokulu yeni bitirdim. Muzaffer ağabey beni bir gün dinledi, “Kızan, çıngırak gibisin maşallah. Gel seni akşama düğüne çıkarayım” dedi. Olur abi, geleyim dedim. Ben kendime göre repertuvar yapmışım tabi. O da şunun arkasına şunu söyle, bunun arkasına bunu söyle diye beni yönlendirdi. Bir çıktım sahneye, düğünde kıyamet koptu.
İlk sahne çalışmam orada başladı. Muzaffer abi, “Sen bir daha benden ayrılmıyorsun. Benim yanımdasın.” dedi, nota usul dersleri vermeye başladı. Daha sonra askere gittim. Benim askerliğimden sonra Göksel doğdu, askerden döndükten sonra aynı toplulukta devam ettik.
- Askerdeyken türkü söylediniz mi?
Askerde müzikle ilgimi gizledim. İzmir, Ege ordusunda idim. Ege denizinde Hora gemisiyle o zamanlar petrol aranıyordu.
Askerden geldik sonra tekrar mücadele başladı. Muzaffer abiyle daha profesyonel tanınmaya başladık. Göksel Baktagir küçücükken uzun süre bana bağlama çalmaya başladı.
Daha sonra Muzaffer abi, “Bu kızana gel, kanuna alıştıralım” dedi. Konservatuvar’a da onu ben götürdüm. O zaman da benim ismim yeni yeni yayılmaya başlamıştı. Trakya'da düğünlerde, özel gecelerde solistlik yapıyorum. Sanat müziği eğitimi de görüyordum. On yıl sanat müziği korosunda çalıştım. Bir yandan da köyleri gezip türkü toplamaktan hiç vazgeçmedim.
ALİ KÜÇÜKDEMİRCİ HOCANIN KATKISI
- O ara bağlama çalmayı öğrendiniz mi?
Bağlama çalmaya çalışıyordum. Yeşilay Müzik Grubu vardı, orada türküler okuyorduk. Ben solist olarak çıkıyordum. Bağlama çalmaya bir türlü fırsatımız olmuyordu.
Trakya'nın ilçelerine, başka illere konserlere gitmeye ve isim yapmaya başladım. Kendime dört orkestra kurdum. Çünkü herkes düğününe beni istiyordu. Nasıl gideceğim? O zaman bir de müzik evi kurdum. Hem bebek oyuncakları hem de enstrüman satıyordum. Türk halk müziğinin de öncülüğünü yapıyordum. O yıllarda Ali Küçükdemirci hocanın Sinop'tan Kırklareli’ne öğretmen olarak tayini çıkmıştı. Ali tam benim istediğim ölçülerde bir adamdı. Kırklareli'nde halk müziği eğitimi veren yoktu, o da Sinop Konservatuarı’ndan eğitimli, işi bilen birisiydi. Ali hocayla, yıllarca çalıştık, türküleri daha sistemli derleme çalışmalarına başladık. O aralar ben İstanbul Radyosu’na gidip, gelmeye başladım.
Hiç unutmuyorum 1983 yılında ön dinleme sınavı yapıldı. O zamanlar Ömer Akpınar vardı, mekânı cennet olsun çok severdim, mükemmel bir adamdı. Yücel Paşmakçı hocamız yaşıyor şu anda, ellerinden öperim, güzel bir insandır. Ben Radyo’nun kapısından içeri giremiyordum, beni dinleyen yoktu.
ERTAN ERSOYLU SAYESİNDE TRT’DE BANT DOLDURDUM
Türk Sanat Müziğinden Ertan Ersoylu, radyo röportajlarında Kırklareliliyim diye bir demeç vermişti. Bir gün radyoya gittim, Ertan Beyi göreceğim dedim. Ertan Beye haber vermişler o da “Allah, Allah beni Kırklareli’nden bugüne kadar kimse aramadı, kimdir acaba” diye düşünmüş. Beni kabul etti. Ertan abimizin çok güzel bir yüreği vardır. Allah ömürler versin. Ben durumu anlattım. Beni aldı Ömer Akpınar’ın odasına götürdü. O zaman genel müdür Mustafa Hisarlı’ydı galiba. Çağırın Yücel Paşmakçı’yı dedi. Yücel Paşmakçı geldi, “oku bakalım bir şeyler” dedi. “Çalın davulları” okudum, dinlediler ve şaşırdılar. Yücel abi, “seninle özel bir bant yapalım radyoda” dedi. Ben “hocam bu türküler Selanik yöresinden gelmedir, davul zurna ile icra edilir” dedim. “O zaman yöresel davul zurna getirebilir misin” dediler. Kırklareli’nde, Selanik, Kılkış’tan gelen zurnacı Kara Hüseyin vardı rahmetli. Onlarla o türküleri okuduk, 7-8 parçalık bir bant yaptık. Yücel abi bir de bizim sazlarla bir bant yapalım dedi. Onlar da 6-7 parça bir bant yaptılar. O bant Ankara'ya gönderildi. Ankara'dan hala neticesi gelmedi. Ve bu bant kayboldu. Kaç kere TRT’ye gittim, sonuç alamadım.
İ. Can: O bantların sadece sizin için değil, Türk kültür tarihi için de kaybolmaması gerekirdi. Büyük bir eksiklik bu. Çünkü oradaki okuyuş, tarz, heyecan çok önemli.
İbrahim, türküler denetimden geçti, repertuvara alındı, ses icraatı yok. Bir gün Ankara'ya gittim, O zamanlar tek radyo, tek kanal siyah beyaz televizyon var.
O bantla televizyona çıkabiliyorsun. Böyle kurallar vardı. Sonra gittim Ankara Radyosu'na, o dönem Erkan Sürmen Müzik Daire başkanıydı, sonuç alamadım. Orada beklerken zayıf, cılız, ispirto çubuğu gibi, çantası elinde, kırmızı yüzlü Rüstem Avcı’ya rastladım. Merhabalaştık. Sevgili Rüstem’i ilk tanımam, Ankara'da, Radyo’da oldu.
Daha sonra bir sürü entrika dönüyor diye Radyo’ya küstüm, bir daha hiç gitmedim. Radyo’ya bu küskünlüğümden dolayı “türkü vermeyeceğim” dedim ama yine de 6-7 türkü verdim. Sonrasında 1987’de bir albüm yaptım. Göksel o zaman konservatuardaydı, albümü de o yönetti. Türkülere aranjeler yazdı. Şansın yaver gitmeyince, gitmiyor. O zamanlar kaset piyasası almış yürümüş.
KASET ÇALIŞMASININ BAŞINA GELENLER
- Yaptığınız kaset çalışması karşılığını buldu mu?
Onu anlatacağım. Şirketim müthiş para harcadı. En iyi müzisyenler çaldı. Beyazıt'ta Baha Boduroğlu vardı. Güzin ile Baha ikilisi… Baha’nın abisinin Laleli'de, Hacı Bozan’da bir stüdyosu vardı. Stüdyolar eski makara sistemiydi. Bir miks yapacaklarında, o makara sistemleri bozuksa, parmakta tutarlardı. Ona pic ayarları derlerdi. Pic ayarlarını yaptılar, benim sesim Pinokyo gibi oldu. Öylece albümü çıkardılar. Oradan da bitti umutlar.
İ. Can: Aynı tarihlerde, 1988 yıllarında, ben ona yükleştirme (deviri hızlandırarak inceleştirme) diyorum. Niye yükleştirdiler, o dönemde çocuk sesi çok satmaya başladı. Normal solistlerin seslerini biraz hızlandırıyorlardı, çocuk sesi gibi oluyordu. Bende de var o.
- “A Bre Sülüman Ağa” türküsü ile ilgili neler söylersiniz?
Andırın ilçesinin tanınmış kişilerinden Süleyman Ağa 1938'de öldüğünde bu ağıdı, Torosların ve Çukurova'nın en tanınmış şairi ve ağıtçısı, Gökahmetli köyünden Hasibe Hatun yakıyor.
- “Varın bakın benim bacam tüter mi?” türkünüz var.
Bu da bir hasret, gurbetlik türküsü, yine Bulgaristan bölgesinden. Hikayesi yok.