Cumhuriyet Ordusu Büyük Taarruz’da oluştu
Kurtuluş Savaşı arazisini adım adım inceleyen Dr. Selim Erdoğan, Büyük Taarruz'un 98. yıldönümünde gazetemiz Aydınlık'ın sorularını yanıtladı. Röportajımıza bugün devam ediyoruz.
- Türk Ordusu ve Yunan Ordusu'nu kuvvet yönünden kıyaslayacak olursanız, taarruzdan hemen önce durum neydi?
Büyük Taarruzdan önce Yunan ordusu, silah ve insan sayısı bakımından kuvvetli. Ama Mustafa Kemal Paşa'nın yoğun çalışmalarının sonucu olarak Büyük Taarruz'a yaklaşırken durum değişiyor. Şöyle ki, doğuda Ermenilere karşı zafer kazanılmış ve onlarla barış yapılmış Sovyetler üzerinden yardım geliyor. Güney cephesinde Fransızlarla barış sağlanmış, İtalyanlar da işgal bölgelerini bırakıp çekilmişler. Fransa ve İtalya'dan silah satın alabilme yolları açılmış. Bu satın almalar için gereken para halkın yardımlarıyla toplanıyor. En sonunda yaklaşık 200 bin kişiye ulaşıyor Batı Cephesinde ordumuzun mevcudu. İlk defa olarak 15 bin tüfek depolarda yani silah fazlamız bile var. Yunan Ordusu da 200 binden biraz fazla yani aşağı yukarı denk bir duruma gelmişiz. Fakat taarruz edebilmek için taarruz gücünün savunma gücüne göre 2'ye 1 noktada olması lazım. Fakat bire bir durumdayız. İsmet Paşa da bunu şu şekilde çözüyor, o halde kuvvetlerimizi bir noktada toplarız ve lokal olarak düşmana karşı 2'ye 1 üstünlük sağlarız ve bu yapılıyor.
Top sayısı bakımından da arada bir eşitlik var gibi görünüyor ama hem bizim topçumuzun üstün bir yeteneği var hem de elimizde bulunan seri atışı Skoda topları önemli bir fark yaratıyor. Yunanlılar da en çok bu toplara güveniyor, daha önce bizden ele geçirdikleri Skodalara. Yunanlıların elinde normalde ağır De Bange topları var, İngilizlerden aldıkları Howitzer topları var çok ağır hasar yaratabiliyorlar ancak bunlar dakikada bir atış yapabiliyor. Yani yavaş oldukları için hasarı sürekli kılamıyorlar. Bizim Skodalar dakikada 8 atış yapabiliyor yani verdiği hasarı sürekli kılıyor.
Makineli tüfek bakımından ise Yunanlıların nicel bakımdan bir üstünlüğü var. Zaten bu silah esas olarak savunma kuvvetinin işine yarar. Ancak ellerinde, Fransızlardan aldıkları makineli tüfekler var bunların tamburu açık. Yani tozlu ortamda iş göremez hale geliyorlar. Bizim elimizde de sayısı az da olsa Leis ve Maxim makineli tüfekleri var. Gerçi Yunanlıların makineli tüfek sayısındaki üstünlüğü belirleyici olamayacak, müstahkem mevkilere yerleştirdikleri bu silahların amacı, taarruz eden piyadeyi biçmek. Fakat 26 Ağustos günü Türk topçusunun ateşi o mevzileri yerle bir ettiği için bizi biçmeye fırsat bulamayacaklar.
- Hocam peki süvarı kuvveti konusunda bir karşılaştırma yaparsak?
Aslında bizim ordumuzun Büyük Taarruz'a kadar tam bir süvari birimi yok. Yani hafif süvari olarak niteleyebileceğimiz, 'atlı piyade' dediğimiz süvari eğitimi ve donanımı olmayan birliklerimiz var. Sakarya'da süvarı grubu-daha sonra kolordusu- komutanı Fahrettin Paşa, süvari eğitimi görmemiş bir subay kadrosuyla çalışmaktan yakınıyor ve ekliyor, “Ben bile piyade sınıfından gelmeyim, süvari değilim.” Ama Sakarya'dan sonraki bir yıllık hazırlık evresinde her şey değişiyor, bunlar müthiş bir eğitim görüyor. Ilgın manevralarına geldiğimizde artık süvari kolordumuz eğitimiyle ve techizatıyla tam bir süvari birimi.
Büyük Taarruz'da süvari kolordumuz çok önemli işler başarıyor, düşmanın süvari birliklerine karşı net olarak üstün haldeler. Bizim süvarimizin Yunan cephe gerisindeki faaliyeti, Büyük Taarruz'un başarıya ulaşmasında belirleyici oluyor. Mustafa Kemal Paşa hiçbir zaman süvari kolordusunu, mecbur kalmadıkça kullanmıyor. Genelde kullanım şekli cephe gerisini karıştırmak ve tabii bunu yaparken hızdan yararlanmak. Cephe gerisinde ikmal ve lojistik unsurlarını vurarak ve açıkçası düşmanı boğmak. Kurşunla değil boğarak öldürmek. Biz süvariyi arkaya dolanıp boğan unsur olarak kullanıyoruz.
- Sakarya'dan Büyük Taarruz'a geçen süre zarfında Yunanlılar nasıl bir hazırlık yaptı?
Tahkimatlarını güçlendirdiklerini ve bununla övündüklerini biliyoruz. Hatta burada Türk Ordusu'nun bu tahkimatları aylarca geçemeyeceğine yönelik 'öngörüler' var, küçümseyici...
Arada 11 aylık bir süre var. Bu sürede değil tahkimat kale bile kurarsınız. Yunanlılar da Sakarya'dan sonra 700 km.lik bir hattı savunmak durumundalar bunun 400 km.si cephe hattı. Burayı hakikaten iyi tahkim ediyorlar. Sıra sıra tel örgüler, makineli tüfek sütreleri, direnek merkezleri vb. Hatta bir noktada, dere yatağını bataklık haline getirip tel örgülerden önce onu bile engel olarak çıkarıyorlar önümüze.
Yunan Başkomutanı Hacıanesti önce cepheyi daraltmayı düşünüyor daha iyi savunma yapabilmek için ama tahkimatları görünce vazgeçiyor, Türkler burayı geçemez diye. Ama bu tahkimatta bir sıkıntı var, boşluklu bir biçimde yapılmış bir tahkimat söz konusu. Yani tepeler müstahkem mevki haline getiriliyor, bazı ara alanlar, vadiler boş bırakılıyor. Bunun nedeni, coğrafi olarak tepelerin birbirini görecek şekilde bulunuyor olması bu bölgede. Yani tahkim edilen bu tepeler aynı zamanda birbirini yan ateşiyle koruyabiliyor. Bu planın işlemeyeceği yer şurası, eğer biz bir müstahkem tepeyi düşürebilirsek diğer tepelere de bu defa biz yan ateş açma şansına sahip oluyoruz. Ve gerçekte de bu yaşanıyor. Mesela ünlü Çiğiltepe olayında da bu böyledir. Albay Reşat Bey, taarruzun netice vermemesi nedeniyle intihar ettikten sonra -bazı kaynaklar yanlış olarak tepenin 5 dk ya da yarım saat sonra ele geçirildiğini söylüyor- 6-7 saat sonra bu tepe ele geçiriliyor. Hem de Türk süngüsüyle değil. Çiğiltepe'nin yanında bulunan tepeleri ele geçirdiğimiz için yan ateşi açmaya başlıyoruz ve Yunanlılar bunun üzerine Çiğiltepe'yi boşaltıyorlar biz öyle ele geçiriyoruz.
- 26-30 Ağustos arasında kritik gördüğünüz başka hangi konular ve olaylar var?
Özellikle Yunanistan'da da tartışılması gerektiğini düşündüğüm bir koınu var. Uşak kesiminde o bölgeden de tehdit beklendiği için önceki Yunan Başkomutanı Papulas zamanında başlayan bir uygulama var. Normalde 3 alaydan olması gereken ama 5 alaydan oluşan Albay Gonadas komutasında bir tümen var. Venizelosçu bir subay olan Gonadas'ın 27 Ağustos'ta cephe yarıldıktan sonra, arpa gediği denen 2. Savunma Hattı'nın çok önemli bir direneği tutması gerekirken o görevi üstlenemediğini ve neredeyse tek kurşun atmadan İzmir'e sıvıştığını görüyorsunuz. Tabii tarihi her zaman kazananlar yazar. Pilastiras ve Gonatas İzmir'e ilk ulaşan subaylar, Sakız adasına giderken askeri darbe yapıyorlar ve yönetimi ele alıyorlar. Normalde bu adamların vatana ihanetten divanı harpte savaşmadıkları için yargılanıp asılması lazım. Ama dizginleri ele aldıkları için Yunanistan'a kahraman olarak dönüyorlar. Altılar mahkemesinde kıyıma başlıyorlar. Yunanlıların ordu içerisindeki siyasi bölünmesinin sadece Sakarya değil Büyük Taarruz’da da çok ciddi boyutları olduğunu, Yunanlılara ciddi sıkıntılara yol açtığını net görüyoruz.
- Hocam son olarak, Yunanlıların geri çekilirken yaptıkları...
Bunun hiçbir açıklaması ve mazereti yok. Nitekim 5 sene boyunca İstanbul’u işgal eden işgal kuvvetleri de, Yunanlılara ağa babalık yapan işgal kuvvetleri bile, kendi tanzim ettikleri raporlarda akıl almaz sayılar verirler, akıl almaz şeyler gördüklerini yazarlar. Ne kadar düşman olursa olsun ne kadar emperyalist olursa olsun onların da vicdanının parçalandığı görüntüler vardır. Bunlardan bi tanesi şu, özellikle 3. Kolordu cephesinden çekilirken köyleri sistematik bir biçimde yakıyorlar. Buna dair Yunanlılar diyorlar ki biz arkamızdan gelen Türk ordusunu şaşırtmak için güzergahımızın sağ ve solundaki köylere müfrezeler saldık ve oraları yaktık ki Türk ordusu onlarla uğraşsın ve bizim peşimizi bıraksın. Bu bir mazeret değil hadi köyleri yaktın anladık, peki insanlara neden tecavüz ediyorsun? Ya da neden öldürüyorsun?
Keza aynı şekilde İzmir istikametinde çekilenlerin yaptıkları raporlara aynen şöyle geçiyor; tarım arazilerinin üçte biri, etlik besi hayvanların ihtiyaçları dışında kalanlarının hepsini öldürmüşler, yakmışlar. 9 Eylül’de İzmire girdiğinizde ne bulduğunuz da önemli. 300 binden fazla evi olmayan insan var 1 milyona yakın yiyecek yemeği olmayan insan var. Hakikaten savaş bitiyor, ikinci savaş başlıyor. İnsanları bir çatı altına nasıl sokarız, aç karınlarını nasıl doyururuz, bunun savaşı var. 3 buçuk yıllık Yunan işgali süresi boyunca 150 bin Türk sistematik şekilde temizliğe tabi tutuldu. 60 bin kadına tecavüz edildiği biliniyor. Yaklaşık 16 bin kadının da akıbeti beliriiz, büyük ihtimal kaçırılarak Yunanistana köle olarak götürüldüler... Bunlar kesin kanıtlı, raporlu facialar. Bu zulmün bir açıklaması, mazereti yok, olamaz.
Bakın, 9 Eylül’de Türk Ordusu İzmir'e girerken onun için bambaşka bir savaş başlıyordu o da açlıktan ölmeme savaşı. Soğuktan donmama savaşı. O halde zaferin hemen arkasından Mustafa Kemal’in İzmir'de İktisat Kongresi toplamasını daha da anlamlı bulmak gerekir değil mi? Toğu tüfeği bırakarak sabana sarılıyoruz.
Sabana ve kaleme sarılıyoruz. Eğitim ve tarım iki önemli konu. M. Kemal Paşa'nın Yunan’a saldırırken sonrasından da kafasında bunların olduğunu gösterir. Zaferden sonra Bursa’da öğretmenlere yaptığı konuşmada bunu açıkça söyler. “Bizim kazandığımız zafer sizin cehalete karşı kazaacağınız zaferin önünü açan bir zaferdir.”
- Son olarak Büyük Taarruz'a ilişkin yapmak istediğiniz ekler varsa onları da alalım.
Altını çize çize vurgulamak istediğim şu: Büyük Taarruz ve Sakarya Meydan Muharebesi arasındaki 11 ay çok çok önemli. O süre içindeki Türk ordusunun hazırlanışı, donanması, asker unsurlar teknolojik unsurlar ve silah açısından donanımın önünü açan; milli mücadeledeki diplomatik savaş ve ordaki masada alınan zaferler çok çok kritik. 11 aylık süreçteki hazırlık bana şunu gösteriyor; atılan her adım eğitimle alakalı ve dediğim gibi 26 Ağustos sabahı Türk Ordusu dünyanın taarruza en hazır ordusu. Çünkü taarruz eğitiminden geçmiştir. Sakarya Meydan Muharebesi'nde sadece 1. Dünya Savaşı'nı görmüş askerler attığını vuran deneyimli asker iken Büyük Taarruz'da ordudaki eratın neredeyse tamamı attığını vuran usta asker olmuştur piyade açısından. Topçular ve süvari açısından dediğin gibi çok ciddi bilimsel eğitimden geçirilmiştir. Aslında bir anlamda Mustafa Kemal Paşa 11 aylık sürede sadece 26 Ağustos taarruz ordusunu değil zaferden sonraki Cumhuriyet ordusunu subay kadrosunu da eğitimle hazırlamış. Yani günü kurtarmak değil orada amaç. 26 Ağustos’tan sonra topçu gibi topçuları, süvari gibi süvarisi, pilotları 4 başı mamur bir ordu, her açıdan donanımlı, ikmal kollarındaki çavuşlara kadar eğitimden geçirilmiş bir Türk Ordusu var. Benim için taarruzun ve zaferin en önemli kısmı 11 aylık süreçtir. 26 Ağustos sabahı 15. tümendeki topçu bataryasındaki 150'lilik obüs ilk patladığı anda biz bu zaferi kazanmıştık.
UÇAKLARDAN ATILAN PROPAGANDA MALZEMELERİ
Yunanlılar nasıl Büyük Taarruz'a kadar uçaklardan bizim ordunun içerisine, özellikle Kürt kökenli askerleri ayaklandırmaya çalışan broşürler atıyorsa bizimkiler de Yunan komünistlerin gazetesini el alttından Yunan kışlalarına sokuyorlar. Uçaklardan atılan bildirilerde direkt adı konmamış bir şekilde komünizm propagandası yapan broşürler atıyoruz. Bunlar etkili de oluyor. Bunun yararını ilerleyen safhalarda görüyorsunuz. Olayın cephedeki muharebe aşamasından ziyade bir de böyle stratejik, taktik savaş yönü de var.
'Yoksunluğun yoksulluğu bilimle aşıldı' başlıklı yazıyı okumak için TIKLAYINIZ.