Değerlerin kaynağı: Toplumsal pratik
Kendinizi istediğiniz kadar laik olarak tanımlayın, ABD’nin iktidar planlarının aleti oluyorsanız gericisiniz. Kendinizi istediğiniz muhafazakar olarak tanımlayın, ABD’nin iktidar planlarına karşı mücadele ediyorsanız ilericisiniz.
İnsanlar içinde bulundukları toplumsal pratiği şekillendirmekle kalmazlar, aynı zamanda içinde bulundukları toplumsal pratik de insanları şekillendirir. Eğer bugün, Türkiye gemisi ve ABD gemisi olmak üzere iki gemi var diyorsak, aynı zamanda iki çeşit toplumsal pratik vardır diyoruz. Türkiye gemisinin kazanmasına bilinçli veya bilinçsiz katkıda bulunanlar Türkiye gemisinin değerlerini benimserlerken, ABD gemisinin pratiğine bilinçli veya bilinçsiz katkıda bulunanlar ABD gemisinin değerlerini benimserler. Burada katkıdan kasıt, tarafsız kalmamak, tavır almaktır. Atılan bir tivit veya seçimlerde atılan bir oy da pratiğe katkı sunmaktır. İçinde bulunduğumuz pratiğin değerlerini benimsememiz son derece normaldir. Bu durum bizi hem katkımızın haklılığına ikna eder hem de bizimle aynı pratikte bulunanlarla buluşturur.
Örneğin 1919 yılında ülkenizin işgal altında bulunmasından rahatsız biriyseniz ve önceliğiniz ülkenizi kurtarmaksa insanlar arasında ayrım yapamazsınız. Çünkü herkese ihtiyacınız vardır. Sizi başkalarıyla ayıran çokça değer olmasına rağmen o şartlarda herkesin öncelikli ve ortak değeri “vatan”dır. Vatan için savaşırsanız, vatanı korumanın yolu “millet” olmaktır. Milleti yükseltmenin ve egemen kılmanın yolu ise “Cumhuriyet”tir. Gördüğümüz üzere girilen pratik süreç içerisinde başarıya ulaşmak için kendi değerlerini yaratır ve hatta dayatır. Bu değerleri benimsemeyenler süreç içerisinde karşı saflara geçer. 1920’de vatan için savaşıp birkaç sene sonra Cumhuriyet’e karşı çıktığı için karşı saflara geçen çokça şahıs vardır.
BATI’NIN DEĞERSİZLİK DEĞERİ
Eğer Türkiye gemisini başarıya ulaştırmak istiyorsak kendi değerlerimizle birlikte mücadele ettiğimiz geminin değerlerini de iyi anlamamız gerekir. Felsefi düzlemde ABD gemisi “değersizliği” en büyük değer olarak almaktadır. Bunu da postmodernizm adıyla yapmaktadır. Batı, yükselişte olduğu, monarşileri devirdiği çağda benimsediği değerlere postmodernizmle birlikte savaş açmıştır. Örneğin “bayrak” uğruna savaşılacak bir değer değil, sadece bir kumaş parçasıdır. “Millet”, bir arada yaşamanın koşulu değil, azınlıklara baskının aracıdır.
Her savaş, aynı zamanda değerlerin savaşıdır. Kazanan taraf bir yandan kendi değerlerini benimsetmek için mücadele eder. Dolayısıyla savaş koşullarında nasıl tarafsızlık diye bir şey yoksa, “değersizliği” savunmak diye bir şey de yoktur. Postmodernizmin savunduğu değersizlik, insanı benimsediği değerlerine yabancılaştırarak farkında olmadan kendi değerlerini benimsetmenin adıdır. Örneğin siz Türk bayrağına kumaş parçası dersiniz ama bir bakmışsınız LGBT bayrağı altında koşuyorsunuz. Azınlık hakları çerçevesinde millet kavramını gereksiz bulduğunuzu söylersiniz ama bunun sonucu ABD’den yüz binlerce tır silah alan PKK’nın kuyrukçusu olmuşsunuz.
Postmodernizmi dayatan Batı için sorun, halkın geniş kesimlerinin değerlerini bir anda reddetmesinin imkansızlığıdır. Burada, sahip olunan değerin içini boşaltma ve hatta tersine çevirme devreye girer. Örneğin siz tamamen iyi niyetinizle “Atatürk” değerimize çok önem verdiğinizi söylersiniz ama içerisine girdiğiniz toplumsal pratik sizi Atatürk’ün savaştığı kişilerle helalleşmeye götürür. Atatürk sizin için gardropta kalmış, rakı içmekten ibaret olmuştur. “Demokrasi” değerini benimsediğinizi söylersiniz ancak demokrasinin en büyük düşmanı HDP ile işbirliğini normalleştirirsiniz. Tarikatlara karşı olduğunuzu söylersiniz ancak KHK’lıların mağdur olduğunu iddia edersiniz.
Bunun tüm sebebi bugün Batı tarafından modernlik olarak dayatılan şeylerin aslında “yeni Orta Çağ” olmasıdır. Siz Ortaçağ ile savaşın getirdiği değerleri benimsediğinizi düşünürsünüz ancak pratikte Orta Çağ değerleri için savaşırsınız.
Toplumsal pratik değerlerimizi şekillendirir diyorsak, toplumsal pratiğin en yoğun olduğu devrim süreçleri değer yargılarımızın yıkılıp yeniden üretildiği dönemlerdir. Vatan Partisi olarak 2014’ten beri Türkiye’nin vatan savaşı verdiğini söylüyoruz. Dolayısıyla vatan savaşını başarıya ulaştıranların değerleri süreç içerisinde birbirine yaklaşırken, vatan savaşını kavramayanlar da savaşın diğer tarafının değerlerini niyetten bağımsız olarak benimser. 2014 öncesi FETÖ’nün hedef kitlesinin “muhafazakar” tabanın özellikle 15 Temmuz sonrası Atatürk’ü yeniden keşfetmesi ve kalıplarını yıkması buna örnektir. 15 Temmuz öncesi FETÖ’ye karşı olduğunu söyleyenlerin büyük kısmının bugün FETÖ’nün hedef kitlesi olması bu sebepledir. Çünkü içinde bulundukları toplumsal pratik emperyalizmi yenmek üzerine değil, Recep Tayyip Erdoğan’ı yıkmak üzerinedir. Siz en büyük değerinizin “laiklik” olduğunu söylersiniz ancak laikliğin çoktan içi boşaltıldığı için farkında olmadan laikliğin ve Cumhuriyet'in en büyük düşmanlarıyla birlikte adalet ararsınız.
İLERİCİLİK VE GERİCİLİK
İlericilik ve gericilik girdiğimiz toplumsal pratiğe ve niyetten bağımsız olarak savunduğumuz değerlere bağlıdır. Anadolu’da tezek yakan, bitini ayıklayan ama Tekalif-i Milliye emirleri geldiğinde koşulsuz şartsız iki öküzünün birini götüren köylü, hiç şüphesiz İstanbul’da işgal kuvvetlerine yaranan, onlarla balolarda dans eden çağdaş görünümlü kişilerden daha ileridir. LGBT yürüyüşlerinde “Kürdistan vardır, lubunyalar vardır” diyen kişiye karşılık her şeyi dış güçlere bağladığı için dalga geçtiğiniz kişi daha ileridir. Çünkü bir taraf ilerleme değerlerine savaş açarken -hatta LGBT adı altında insanlıkla savaşırken - diğer taraf tam teorileştiremese de içinde bulunduğu pratiğin farkındadır ve emperyalizme karşı tavır almaktadır.
Kendinizi istediğiniz kadar laik olarak tanımlayın, ABD’nin iktidar planlarının aleti oluyorsanız gericisiniz. Kendinizi istediğiniz muhafazakar olarak tanımlayın, ABD’nin iktidar planlarına karşı mücadele ediyorsanız ilericisiniz. İlerlemenin yolunda olanlar, kendilerine ait olan geri yönleri girdikleri pratikte atarlar. Atatürk’ün yeniden keşfedilmesinin sebebi budur. Eğer vatan savaşını başarıya ulaştıracaksanız Atatürk’e olan önyargılarınızı atıp Atatürk’ü yeniden keşfetmek zorundasınız çünkü Atatürk olmadan vatan savaşı veremezsiniz. Eğer vatan savaşını kavrayamazsanız keşfettiğiniz yeni değerleriniz Şeyh Saitler, Seyit Rızalar hatta belki bir süre sonra Abdullah Öcalanlar olacaktır. Merdan Yanardağ’ın Abdullah Öcalan’ı siyasi mahkum olarak görmesi boşuna değildir. Türker Ertürk’ün PYD’yi IŞİD’e karşı savaşan laik bir örgüt olarak görmesi boşuna değildir.
Doğru değer yargılarını benimsemenin ön koşulu doğru toplumsal pratikte yer almaktır. Doğru toplumsal pratikte yer almanın koşulu ise yaşanılan süreçleri doğru tarif etmektir. İşte tam da bu sebeplerle Marx’ın dediği gibi mesele sadece dünyayı yorumlamak değil aynı zamanda onu değiştirmektir. Dünyayı değiştirmeye çalıştığımız yönün değerleri bizim benliğimizi oluşturur.