Dekora çarparak bir rüyadan uyanmak
‘Özgürlükler ülkesi’nin öz hakiki özgür seçim kavgası ABD’nin ne kadar ‘demokrat’ bir ülke olduğunu bir kez daha göstermiş oldu. Rafet El Roman yıllar sonra haklı çıktı; ABD artık macera dolu.
İnsanlık elmayı yediği günden beri gerçeği arıyor. Dünyanın ve hatta evrenin sırrının peşinde diyebiliriz. Bu arayışla birlikte ise yeni fikirler doğuyor. Mesela zamanın çizgiselliği yerine, bükümlü olduğunu tartışıyoruz. Salgınla birlikte ivme kazanan dijital dönüşüme ayak uydurmaya çalışıyoruz. Yapay zekâ, insansız hava araçları ise gündemimizde. Demem o ki, insanlık, evren sırrının peşinden giderek üretim olanaklarını geliştiriyor.
EN AMERİKA KORKULARA DİRENMEK
Elbette bu yol öyle engebesiz, taşsız dikensiz değil. İnsanlığın sürekli ilerlediği ve zamanın çizgiselliği tartışmasını bir kenara bırakacak olursak, bugünlere kolay gelmedik diyebiliriz. Hatta ödemediği bedel neredeyse yok. Alacaklar ise boyunu çoktan aştı. Dünyayı bir avuç sermayedarın ve birkaç emperyalist ülkenin yönetme isteğine bütün insanlık elle, taşla, sözle, silahla yani nesi varsa onunla karşı koyuyor.
Çin doğudan refahın, geçimin yıldızını parlatırken, en başta Türkiye ve Batı Asya ülkeleri kaderinin, elinde tuttuğu mızrağın ucunda olduğunu biliyor. Attilâ İlhan’ın Atatürk’e yakıştırdığı “En padişah korkulara direnebilen” sıfatını ise Türk milletine yakıştırıyoruz. “En Amerika korkulara direnebilen yepyeni bir Türk milleti davranışı...” Ustamız yaşasa buna itiraz etmezdi herhâlde.
BU DAHA BAŞLANGIÇ
İnsanlık mitolojide olduğu gibi sfenkslerle uğraşıyor, yer altında canavarlar öldürüyor, az gidiyor uz gidiyor ve Time dergisi “American reality” kapağını atarken, ABD ekonomiyi nasıl toparlayacağız diye tartışıyor. İnsanlığın kahramanlık hikâyesi yeniden başlıyor. “Özgürlükler ülkesi”nin öz hakiki özgür seçim kavgası ise ABD’nin ne kadar “demokrat” bir ülke olduğunu bir kez daha göstermiş oldu. Rafet El Roman yıllar sonra haklı çıktı; ABD artık macera dolu. Bizim medyamız ise depremi, kölelik yasasını bir anda unutup Nevada’dan, Ohio’dan söz etmeye başladı. Kıyı-iç çelişkisi, Kuzey-Güney ayrılığı. Sanki Hakkâri ile Edirne arasındaki kültürel ve ekonomik farklardan söz ediyorlar. Nevada’dan, Ohio’dan öyle bahsediyorlar ki, sanki Hatay’ı ya da Sinop’u konuşuyoruz. “Ana akım” medya sahte gündemiyle ABD hegemonyasının sona erdiği gerçeğinin üzerini örtüyor. Ancak gerçeği bilenler, ABD’nin bu çöküşünün başlangıç olduğunu gayet iyi biliyor.. Bu daha buzdağının görünen kısmı...
KÜLTÜREL HEGEMONYA VE POST TRUTH
Medyanın hâllerinden söz etmişken, Batı’nın çöken ekonomik yapısına ve siyasetlerine karşın, kültürel hegemonyasının artmasına da değinmek gerekir. Tarihte bunun en çarpıcı örneği, herhâlde Osmanlı devletidir. Ekonomik hamleyi yapamadığı, yeni ticaret yollarını elde edemediği dönemde sanatta ve edebiyatta zirveyi yakalamıştı. ABD merkezli olmak üzere Batı’nın kültürel hegemonyası epeydir yazılıp çiziliyor. Şimdilerde ise yapısalcılığın devamı olarak “post truth” diye bir kavram ortaya attılar. Bu kavramı ilk Steve Tesich diye bir yazar ortaya atıyor, 1992’de. Oxford sözlüğü bu kavramı “relating to circumstances in which people respond more to feelings and beliefs than to facts” diye açıklıyor.
Biz Türkçemizin kestirmeliğinden faydalanarak sahte gerçeklik diyebiliriz. Çünkü post truth kavramını ortaya atan yapısalcı ve neoliberal ideoloji maddi gerçekliğin yerine, sahte gerçeği koymaya çalışıyor. Aslında bu kavram Fukuyama’nın tarihin sonu söylemiyle de örtüşüyor. Oysa ezen-ezilen mücadelesinin bitmediği hatta bu çelişkinin Batı’nın süper gücü ABD’yi ikiye böldüğü, gün gibi ortada...
Salgın dönemiyle birlikte hızlanan dijital dönüşümde Batı hegemonyasını sürdürmek için işte bu “post truth” kavramını kullanıyor. Olgunun yerine algıyı koymak. Gerçeğin yerine sahteyi. Yeni dönem yapısalcılara göre maddi çelişkilerin, olguların bir anlamı yok. Mesele algıda. Yine salgınla beraber yükselen toplumsallık ve kamuculuk ise gerçek ötesicileri bir hayli üzecek gibi görünüyor.
Yine de Batı’nın dijital medya hamlelerini küçümsememek gerekir. Eğilmiş bükülmüş de olsa bu kavramın altında bir gerçek yatıyor. Netflix’e ve benzeri oluşumlara yapılan devasa yatırımlar, kişiye özel reklam ve tanıtım çalışmaları, nesnelerin interneti, yeni teknolojiler bir devrime gittiğimizi gösteriyor. Batı ise henüz tam anlamıyla çökmeden bu alanda mevzileniyor.
TRUMAN ŞOV
Esasında az önce bahsettiğimiz kavramları ve çıkmakta olduğumuz çağın tarifini en güzel Truman Şov yapıyor. Herkesin bildiği üzere Truman’ın hayatı bir reality şova çevriliyor. Truman her şeyin, gerçekten her şeyin kurgu olduğu bir adada yaşarken bir dönüşüm yaşıyor. Fiji’ye gitmek için bindiği teknesiyle denizin sonuna geliyor ve dekora çarpıyor. Bir rüyadan uyanıyor Truman, her şeyin sahte olduğu, büyük bir rüyadan. Şimdi insanlık tıpkı Truman gibi 100 yıllık kısa rüyasından dekora çarparak uyanıyor.