Derviş ruhlu insanların ve arıların dünyasında
Denizli Çardak asfaltından İnceler yoluna sapınca trafik boşalır, hele Tekke’den sonra iki yanı çam ormanı kaplı yemyeşil yolu tırmana tırmana Söğüt’e gelirsiniz. Buralarda temmuz-ağustos aylarında yaz sıcağından eser yoktur.
İşte uzunca bir aradan sonra ağabeyimin ve benim doğduğumuz, babam Ali Susar’ın 12 yıl öğretmenlik yaptığı köyümüzde, Söğüt'teyim. Akrabalarla, yerdeşlerle yeniden buluşmanın, söyleşmenin mutluluğu hiçbir şeye benzemiyor. Bu gelişimde de yine babamın öğrencileriyle karşılaşıyorum. En küçükleri yetmiş yaşlarında olmalı…
Köyümüzün bayramları akraba veș dostların buluşma günleridir. Bu yüzden düğünler bayramlarda yapılır, gurbettekiler, çok büyük bir engeli yoksa gelir, uzun süredir görüşemeyenler buluşur. Sanki araya aylar yıllar girmemiş gibi muhabbet kaldığı yerden devam eder. Derviş kültürü yüzyıllardır iliklerine işlediğinden midir bilinmez, incitici sitemler yapılmaz. Herkesin makul bir nedeni olduğu düşünülür, yıllar nasıl geçti, ölenler, yeni doğanlar, evlenenler konuşulur. Ayrılırken helalleşilir.
Kaç yıl geçmiş, görüşmeyeli, kimse yılları saymıyor. Köyde yaşamaktan hoşnut, kendisiyle barışık huzurlu insanlar arasında tüm varlığımızla huzuru yaşıyoruz. Ne yapmalı, ne etmeli köyleri korumalı. Tevekkülü, yetinmeyi, hoşgörüyü, paylaşımı yaşayan ve yaşatan bu kültürü korumalı.
Köyümüzde uzun süredir gülcülük yapıldığını biliyordum. Son yıllarda lavanta ve kekik tarımına yönelmişler. Bunda özellikle kekiğin ekonomik değerinin fazla olması etkili olmuş. Geleneksel ürünlerin yanı sıra bu yeni ürünlere yönelim ne kadar umut vericiyse küçücük köydeki araba bolluğu o kadar kaygı verici. Köyde neredeyse her evin önünde bir özel araba gördüm. Oysa köy kooperatifinin minibüsleriyle ulaşım bu kadar kolaylaşmışken bu araba merakını yadırgıyorum. Bu kadar araba, bu kadar ölü yatırım, doğaya da aile bütçesine de ülke ekonomisine de zarar. Bu zor dönemde işsizliği, pahalılığı, dünyanın içine düştüğü ekonomik krizi düşünerek azami tasarrufa, üretime, yatırıma yönelmek her vatanseverin görevi olmalı. Hele gıda üretiminin kalbi olan köylerimizde…
GENÇLER ŞEHRE İNMİŞ
Her köyde olduğu gibi burada da gençler iş için şehre inmişler. Emekliler ve yaşlılar çoğunlukta. Hayvan sayısının azaldığını gördüm. Et ve süt ürünlerinin önüne geçilemeyen fiyat artışlarını düşününce köyümüzde de hayvancılıktan kaçış başladığını ve bunun nedenlerini geç kalmadan sorgulamak gerektiğini düşünüyorum.
Arıcılığa başlayan akrabamız Hüseyin Çetin'le konuşurken babam Ali Susar'ın ve onun arkadaşlarının köylerde yapmak istediklerini hatırlıyor, heyecanlanıyorum. Akşam vakti yorgun olduğu halde kovanlarını göstermek istiyor, Hüseyin Çetin’in arabasına doluşuyoruz. "Yayla" adıyla bilinen ormanlık alana gidiyoruz.
Çam ağaçlarının arasına serpiştirilmiș kovanlarını gösteriyor övünçle. Ormanın içinde arı kovanlarının arasında hararetle arıcılığı anlatıyor. Akşam alacakaranlıkta arılar kovanlarına dönmüş. Her kovanın girişinde birkaç arı görüyoruz, onlar kovana girmemiş. Bunlar bekçi arılar, her arı kendi kovanına girer, başka kovana girmez, diyor. Her kovanda bir kraliçe arı olduğunu, işçi arıların onu arı sütüyle beslediğini, kovandaki arıların onun yönetimi altında yaşadığını, işçi arılar yaklaşık 45 gün yaşarken kraliçe arının 2-3 yıl yaşadığını söylüyor. Kovanı temizlemek, havalandırmak, arı sütü ve balmumu yapmak, yavru bakımı, kovana polen taşıma, kovan bekçiliği, işçi arıların göreviymiş.
Hüseyin Çetin dört yıl önce beş kovanla işe başlamış, arıların dilinden anlar olmuş. Şimdi 180 kovanı var. Arıların, kış gelince bitki örtüsü zengin yerlerde gezdirilmesi gerekiyormuş. Zaman zaman kovanları, Marmaris ve Aydın'a götürdüğünü, yılda iki üç kez bal aldığını, 180 kovandan bir ayda bazen 30 teneke bal alınabildiğini anlatıyor.
Balın yanında polen de ürettiğini anlatıyor. Eflatun, pembe, sarı renkli polenleri gösteriyor. Eflatun polenler lavantadan, pembeler, güllerden, sarı ve turuncular, bașka çiçeklerden.
Hüseyin Çetin, arılarla dost, doğayla ve hayatla barışık. En büyük desteği eşi ve çocukları. Dört oğlunu çiftçilik yaparak okuttuğunu biliyorum. Onun ve eşinin yüzünde üreten insanın mutluluğunu görüyorum. Yaptığı işi seviyor, arıları seviyor, üretmeyi seviyor. İşini ciddiye alıyor, kolaya kaçmıyor. Bazı bal üreticileri gibi arılarını glikoz şurubuyla beslemiyor.
Tek sorunu, bu içine glikoz şurubu girmemiş, tarım ilacı bulunmayan saf balları, polenleri pazarlamak.
BU DESTEKLER YETERLİ DEĞİL
Tüm üreticiler gibi ürünlerini tüketiciye ulaştırmakta zorluk çekiyor. Balı toplayan büyük şirketler çok ucuza almak istiyormuş. Bu da üreticinin şevkini kırıyor olmalı. Tanıdığım tüm üreticiler aynı sorundan yakınıyor. Devlet desteği var mı? Sınırlı da olsa devlet desteği olduğunu duyunca seviniyorum.
Ziraat Bankası yüz kovana, on sekiz ay sonra ödemek üzere otuz bir bin lira faizsiz kredi veriyormuş. Bir de hibe desteği varmış: Kovan başına yirmi lira destek… Bir kovanın maliyetinin 450-500 lira, bir çerçevenin beş lira olduğu düşünülürse hibelerin yetersiz olduğu apaçık ortada.
Bu destekler yetmez.
Devletçe milletçe elbirliğiyle arıları da besleyelim, üreticileri de destekleyelim. Yeter mi, yetmez, üreticiyi baş tacı yapalım ve iktidara taşıyalım.
Cumhuriyetin aydınlığı köylerimizde yaşıyor.