Çocuklarımıza halk müziği öğretelim!
Kendisini ‘Türkü Sevdalısı’ olarak tanımlayan gazeteci arkadaşımız Devrim Aşkın Karasoy, türkülerimizi, ‘sistemin önümüze şablon olarak koyduğu alışkanlıklara karşı bitmeyen bir özgürlük hareketi’ olarak tanımlıyor, ‘Savrulmaya ve yozlaşmaya karşı direncimizdir.’ diyor
Cumhuriyet Kadınları Derneği’nin (CKD) aktif bir üyesi olarak kadın mücadelesinin içinde yer alan, Vatan Partisi Antalya İl Yöneticisi Devrim Aşkın Karasoy, son zamanlarda sıkça tartışılan kültürel yozlaşmaya karşı bir çıkış yolu öneriyor.
Sayfalarımızda haberlerini okuduğunuz gazeteci arkadaşımız Karasoy, aynı zamanda “türkülerle sağalan bir türkü sevdalısı.” Okurlarımız Karasoy’u Ulusal Kanal’da yayımlanan türkü programı ‘Yurdumuzun Türküleri’nden de tanıyor. Karasoy, programı, diyar diyar dolaşarak hazırlayıp sunuyor. Yurt dışında yetişmiş olan Karasoy, memleket özlemiyle büyümüş, Türk Halk Müziği’ne sarılmış...
Onu televizyonda, program sunarken gördüğünüzde, yetkinliğini de fark edersiniz. Ancak Karasoy kendisini bir öğrenci olarak görüyor, şöyle diyor: “Türkülerin müzikal bir etkinlikten fazlası olduğunu anlatmaya çalışıyoruz. Türkülerin özünde toplumu kaynaştıran, şekillendiren, sosyal, kültürel, felsefi, siyasi olguları tanımaya, tanıtmaya çalışıyoruz. Bir nevi türkülerin öğrenciliği diyebiliriz.”
Devrim Aşkın Karasoy, türkülerimizi, “sistemin önümüze şablon olarak koyduğu alışkanlıklara karşı bitmeyen bir özgürlük hareketi” olarak tanımlıyor, “Savrulmaya ve yozlaşmaya karşı direncimizdir.” diyor. Karasoy’un önerisi, okul öncesi eğitimden itibaren türküleri gelecek nesillerin hayatlarına işlemek. Sözü kendisine bırakıyoruz...
‘ETKİLEŞİMİ SONSUZ BİR ORTAK BELLEK’
- Nesilden nesile birçok hikaye birçok duygu türkülerle günümüze ulaşıyor. Sizin için Türk Halk Müziği’nin tanımı ve anlamı nedir?
Aslında hikayeleri ve duyguları günümüze ulaştırdığı kadar, yeni hikayelerle duyguları uyandıran bir çoğalma halidir türküler.
Yozgat'ın Bozok yaylasında Sürmeli Bey'in Türkmen Bey'in kızı için havalandırdığı ‘Kaşın çeğmellenmiş kirpik üstüne, Havada buludun ağdığı gibi. Çiğ düşmüş de gül sineler ıslanmış, Yağmurun güllere yağdığı gibi’ sözleri yüzyılın zaman geçitlerinde kaç sevdanın anlatıcısı olmuştur kim bilir?
Yurt sevgisini dillendiren türkülerde de vatan söyleyenin vatanı, toprak, söyleyenin toprağıdır. Gurbet, kâh İstanbul'dur, kâh Alamanya…
Ya da ‘Akıl gel beri, gel beri/ gir gönüle nazar eyle’ derken ozan hangi aklın hangi gönüle gireceğini zamanın sınırsızlığına bırakmamış mıdır?
Bu yüzden diyoruz ki zamana, mekana ve yalnızlığa hapsolmayan, söyleyenin dinleyenin gönlünde hep yeniden anlam bulan en canlı anıtlardır onlar. Etkileşimi sonsuz bir ortak bellektir.
Anadolu ve Rumeli coğrafyasında yaşamış, yaşayan ve yaşayacak olan halkın ortak geçmişinin ortak geleceğinin değerler üzerinden kültürel yansımasıdır.
Dünya döndükçe türküler bizi söyleyecek, biz de türkülerimizi. Buradan bakacak olursak sistemin başını ve sonunu çizip önümüze şablon olarak koyduğu alışkanlıklara karşı bitmeyen bir özgürlük hareketidir türküler. Savrulmaya ve yozlaşmaya karşı direncimizdir.
‘UĞRUNA TÜRKÜ YAKILAN CİNSEL KİMLİKLE ÖNE ÇIKMAZ’
- Kadınlarımız da pek çok türkü yazıp söylüyor. Halk müziğimizde kadının yeri nedir?
Sümerlerden bugüne kadınlar üretmenin, paylaşmanın ana öznesidir. Anadolu kadınlarının söyleşme, dertleşme dili olarak bilinen kadın ağzı türküler, kadınların yaratıcısı olduğu türküleri ve onların müzikal pratiklerini ifade etmekle kalmaz, Orta Asya’dan taşınan ses zenginliğinin, halk yaratıcılığının, sosyal ve kültürel akışın tüm zamanlara yansımasıdır aynı zamanda.
Kadınlar türkü yakmıştır ya da okumuştur demek eksik bir ifade olur. Kadınlar kültürün taşıyıcıları oldukları kadar bir sistemin de temel dayanağıdır.
İnsancıllığın, paylaşımcılığın, üretimin ve başı dik yaşamanın temelini oluşturan kadının türkü okuduğu, uğruna türkü yakıldığı toplumda kadın cinayetine, kadının metalaştırılmasına, cinsel kimlikle öne çıkarılmasına geçit yoktur.
‘TÜRKÜNÜN YEŞERDİĞİ TOPLUMDA HER ŞEY YERLİ YERİNDEDİR’
Kadının türkü okuduğu yerde yalnızlık yoktur, çoğulluk vardır. Kaynaklara baktığımızda, kadınların en çok üretirken türkü mayaladıklarını görürüz.
Tarlalarda, bağlarda, bahçelerde, halı ya da peştamal tezgahının başında, imecelerde, yarattığı ürünü türküyle taçlandırır kadın.
Türküleşmek aynı zamanda dertleşmekle eşdeğer bir ruhsal sağaltım yoludur bir araya gelen kadınlar için.
Erkeklerin söylediği türkülere bakalım; yar, ana, bacı olarak yine en temiz, en saygın makamdadır kadın.
Kadının yüzüne dökülen zülüfü aya bağlanan bulutla imgeleyen, yarin geçtiği köşelerde dikili taş olam, diyen türkülerde eşsiz bir ses ve söz hazinesinin içinde bulursunuz kadını.
Birkaç münferit örnekten yola çıkarak türkülerde kadının aşağılandığını savunan anlayışın bütününde halkın yaratımları zaten yoktur, dolayısıyla türkü de yoktur.
O anlayış, tezlerinde bireysel bunalımları doğrulatmak ister. Geleneksel kültürün zenginliğine kör bakar. Ucuz polemiklerle de bu çaresizliği perdelemeye çalışır.
Türkünün yeşerdiği toplumda her şey yerli yerindedir oysa... İnsanlık değerleri türkülerle birlikte daha da yücelir.
‘TÜRKÜLERDE KADIN İNSANLIK DEĞERLERİYLE DONANMIŞTIR’
- Yöresel ezgilerde kadının yerini nasıl tarif edersiniz?
Yunus Emre ile başlayalım söze: “Yunus Hak tecellisin senin yüzünde gördü/ Çare yok ayrılmaya, çün sende göründü Hak...”
Türkülerin salındığı topraklarda Yunus Emre'nin, Karacaoğlan'ın aşkı, Aşık Veysel'in bilgeliği salınır. Ozanların dizelerinde kendilerinin özelinde olan herhangi bir sevgili değil, bütün insanlığın ortak değeri olması gereken özellikleriyle donanmış olan ‘kadın’ motifi işlenir.
Batı Toroslar’da Kadın Boğaz Havaları, Yörüklerin yaşamlarındaki önemli müzik türlerinden biridir. Aynı zamanda Iklığ çalgısının ezgi dağarcığını besleyen en zengin kaynaktır.
Boynu karanfilli Yörük kızları, erkeklerin bu çalgısına cevaben boğazlarını çalgı gibi kullanarak, adem elması bölümüne, parmağın ritmik aralıklarla vurulup ses tellerine müdahale yoluyla yapılan, kaval ve ıklığ gibi bir çalgıdan ayrılamayacak benzerlikte ve güzellikte bir ezgi yaratır. Kız ile delikanlı karşılıklı kayalarda oturup türküleşirdi.
Biri Iklığ, diğeri boğaz çalardı. Her obanın hatta her genç kızın kendine ait bir boğaz ezgisi vardı. O ezgiler, obaların damgalarıydı. Burada da türkü söyleyen kadının kamuyu temsil ettiğini görüyoruz.
‘KÜLTÜRÜMÜZE YAKIŞAN TÜRKÜLEŞME YOLUDUR’
- Günümüzde halk müziğine duyulan ilgiyi nasıl değerlendiriyorsunuz?
Türkülerle kök yolculuğuna çıkan gençlerimiz çoğalıyor. Bu çok sevindirici. Ancak türküleri bir müzik tercihi olmaktan çıkarıp kültürümüzün temel şifresi olarak okul öncesi eğitimden itibaren gelecek nesillerin hayatlarına işlemek zorundayız.
Çünkü türküler Türkçedir, türküler vatandır, türküler sevdadır!
Kültürümüze yakışan ‘türküleşme’ yoludur. Dünyanın hiçbir nimeti böyle bir değer yaratamamıştır.
Kadınlarımız kendini bulma yolculuğunda Batı’nın kişisel gelişim çengelinde asılı kalmasın. Türkülerin ufkuna doğru, yürüyenin işi yürüsün!
‘TUNA TÜRKÜLERİNİN ANAVATAN ÖZLEMİYLE YAKILDIĞINI ÖĞRENDİM’
- En çok hangi yörenin müziklerini seversiniz? Özel bir nedeni var mı?
Gurbetçi çocuğuyuz. Yurdundan neredeyse zorla koparılıp tek bir Türk'ün bulunmadığı okullarda okutulmuş, ataların gurbet kavramına yüklediği ne kadar özlem varsa gönül kafesine sığdırmış bir gurbetçi çocuğu...
O özlem, aile kütüğümüzün, yerel kimliğimizin sınırlarının dışına taştı. Üzerinde türkü tüten her ile, her köye ait olduğum inancına dönüştü. Gurbete çıkınca ezgi belleğim beni Ankara'da oturma odamızda radyodan yükselen yöre yöre yurttan sesler türküleri ile buluşturdu.
Yurdumuzun Türküleri programı da sanırım bu demden ve o derin özlemden beslendi. Ağırlıklı bir yöre değil yurdun tüm türküleriydi yurt özlemine çare.
Almanya'nın Batısında Tuna kıyısında tarihi Regensburg şehrinde ‘Tuna nehri akmam diyor, etrafımı yıkmam diyor’ türküsü ile buluşmamın çocuk bilincimde yarattığı etkiyi tarif etmek zor.
Okul çıkışlarında Tuna boyuna kaçarak, Tarihi Taş Köprü’nün altından akan o hırçın suların nasıl olup bizim türkümüze işlediğini düşündüm durdum. Henüz 9 yaşındaydım.
Yıllar sonra tüm Tuna Türküleri'nin çağıl çağıl anavatan özlemiyle yakıldığını öğrendim...
Türküler arasında öncelediklerimiz değişiyor. Bazıları rehberim, bazıları yoldaşım, bazı türküler sırdaşım, bazıları ise sevdalım oldu. Aşık Veysel'in Anlatmam Derdimi Dertsiz İnsana türküsü iyi geliyor… ‘Derdim bana derman imiş’ derken çözümsüzlüğe, umutsuzluğa meydan okuyor! Ölmeden önce ölme bilincini aşılıyor. Şah beyitinde, harekete kimse mani olamaz, diyor. Diyalektiği anlatıyor. Daha ne desin aşık?