22 Aralık 2024 Pazar
İstanbul
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Mersin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

‘DNA’mızı bozmaya çalışan ‘İDOL’ler*

K-Pop daha çok itaat etme üzerine kurulu. Öyle ki bu grupların 'fanları' kendileri için 'ordu' anlamına gelen 'army' kelimesini kullanıyorlar. Dinleyicileri bu şarkıcılara o kadar bağlı ki, kendilerini bir ordunun mensubu saymaktan çekinmiyorlar...

‘DNA’mızı bozmaya çalışan ‘İDOL’ler*
A+ A-
YAĞMUR BİÇEN / TGB EDİRNE İL SEKRETERİ

“K-POP” müzik akımı son zamanlarda sıkça karşımıza çıkmaya başladı. Instagram biyografilerinde/hikayelerinde gördüğümüz Korece sözlerin, Korece yazılı tişörtlerin, Koreceye olan ilginin artışı bu akıma dayanıyor diyebiliriz. Maalesef bu akımın etkisi Kore dili ve kültürününün yakından tanınması kadar masum değil. Durum bunun çok ötesinde hatta dışında. Kore Cumhuriyeti’nde ortaya çıkan bu akıma ilk baktığımızda, müzik yapan, yaptığı müzikle ün ve para kazanan, “eğlenceli” yaşam tarzları olan gençler ve genç hayran kitleleri görüyoruz. Görünenin ardındaki gerçeğe baktığımızda, tüm dünya gençliği için tehlike arz eden bir durum olduğu anlaşılıyor.

İKİ KORE İKİ HAYAT

Başlamadan söyleyelim; yazımızda emperyalizmin dili olan ve bölünmüşlüğü vurgulayan Kuzey Kore ve Güney Kore ifadelerini kullanmayacağız, ülkelerin gerçek isimlerini kullanacağız. Bilindiği üzere Kore, 1948 yılında Kore Demokratik Halk Cumhuriyeti (KDHC) ve Kore Cumhuriyeti (KC) olmak üzere ikiye ayrıldı. Toplumsal, ekonomik ve kültürel konularda çok farklı yönlerde gelişim gösteren bu iki ülkenin yaşam tarzları da bir o kadar farklı. Örneğin KDHC’de ülke siyasetleri “Cuçe” ideolojisine göre şekilleniyor; yani “halk her şeyin efendisidir!” anlayışı benimseniyor. Amerika’nın uydusu olan KC’de ise yaşam liberal ideolojiye, serbest piyasacılığa göre şekilleniyor; yani “para her şeyin efendisidir” anlayışı benimseniyor. Doğal olarak birinde mutluluk ön plandayken diğerinde sermaye ön planda. Birinde halk için üretim varken diğerinde üretim için halk var.

Bu ayrım kendisini eğitimde de gösteriyor. KDHC’de eğitime çok önem veriliyor. Öyle ki ülkenin kurucu lideri Kim İl Sung, cephede savaşmak üzere gönüllü olmuş gençleri, eğitimlerini tamamlamak üzere geri gönderiyor. KDHC’de tüm çocuklar ilgi ve yeteneklerini geliştirecek biçimde eğitim alırken KC’de ise zorlayıcı, yıpratıcı ve örseleyici eğitim sisteminden geçmek zorundalar. Bunun getirisi olarak 11-15 yaş aralığında en çok intihar vakası KC’de yaşanıyor.

İki ülke arasındaki bu farklılıklar başkentlere de yansımış durumda. KDHC’nin başkenti Pyongyang’da yere çöp atma alışkanlığı dahi yokken, dünyanın çevre için en çok tehlike arz eden KC’nin başkenti Seul’da yılda 276.1 mega ton karbondioksit açığa çıkıyor. KC’deki tüm bu aksaklıklar gençlik içinde özgüven eksikliği ve karakter bozukluğuna neden oluyor. Özgüven sorunu yaşayan ve kendini sürekli çevresine kanıtlamak isteyen gençler farklı arayışlar içine giriyor. Kültür endüstrisi piyasası, bu gençleri potansiyel av olarak görüyor.

“Yaptığımı yaparım, kendi işine bak. Kendimi sevmemi engelleyemezsin.”

BTS İdol Sözleri

K-Pop yani Kore Popu, bizlere yansıtıldığından çok farklı. Bu akımın en çok bilinen gruplarından biri olan BTS’nin şarkı sözlerini dilimize çevirdiğimizde “İçimde onlarca, yüzlerce insan var”, “Bugün başka bir benle karşılaşıyorum”, “Nereye gidersem en iyiyim”, “Asla değişmeyeceğim” gibi cümlelerle sıkça karşılaşıyoruz. Gruplar, şarkılarını dinleyenleri bulunduğu ortamın en iyisi, en farklısı, dikkat çekeni olmaya yönlendiriyor. Bireyi merkeze koymaktan, bencilliği vurgulamaktan utanmıyor bile.

Elbette bu dikkat çekme, yeteneklerimiz doğrultusunda dahil olduğumuz topluluğa sunduğumuz katkıyla, sorun çözen, ortamı neşelendiren, canayakın insan olmamızla değil; kıyafet, makyaj, saç şekli, telefon kılıfı ve ukala tavırlarla olacak. Grup üyeleri, bu fikirleri mutlak doğru olarak göstermekle kalmıyor, kendileri de uyguluyor. Grubun her üyesinin saç renkleri, makyaj stilleri birbirinden farklı. Ve böylece gençleri etkisi altına almaya çalışan bu grubun dinleyicilerine ve “üyelerine” kliplerin de ötesinde yaşantılarla bir model sunuluyor.

‘DNA’mızı bozmaya çalışan ‘İDOL’ler* - Resim: 1

MODERN KÖLELİK SÖZLEŞMESİ

İşleyişiyle adeta bir tarikatı andıran bu gruplar büyük müzik şirketleriyle şartları ağır olan anlaşmalara imza atıyorlar.Bu şirketler,şöhret olmak isteyen gençleri,psikolojilerini derinden etkileyen ve zorlu bir eğitim sürecinden geçirip medyaya sunuyor. Ünlü olmak isteyen gençleri küçük yaştan itibaren yıpratan şirketlerin başında, SM Entertainment, YG Entertainment ve JYP Entertainment geliyor. Dinleyicilerine idol olarak sunabilme hevesiyle yola çıkan bu şirketler arasında adeta bir mafya çatışması var. Kendilerine bağlı grup üyelerini, en ağır şartlarda çalıştıran, Top 10 listesine en çok grup sokan ve en fazla birinci olan, grupların fanlarını en çok büyüleyen şirket bu acımazsız çatışmadan galip çıkıyor.

KURUMSAL ÇOCUK İSTİSMARI

Şirketler, büyüdüklerinde ünlü yapabilecekleri gençleri çok küçük yaşta bünyelerinde barındırmaya özen gösteriyor. Daha ilkokul yıllarında masaya oturdukları çocukların eğitim masraflarını, dans kursu masraflarını ve sahne için ihtiyaçları olan her şeyi karşılıyor. Bu sayede, daha genç diyemeyeceğimiz yaştaki çocukları dahi kendilerine bağımlı hale getiriyor. Para kazanmaya başladıklarında -borç ödeme- adı altında şirketten para talep etmemelerini sağlıyorlar. İmzalanan anlaşmalarda, şirkete bağlılık en önemli maddelerden. Maddeler, üye olanların anlaşmayı bozmamaları için özenle düzenleniyor fakat yine de anlaşmayı fesheden gruplar olabiliyor. Şirketle bağını koparan bu gruplar müzik sektörüyle de bağını koparmak zorunda bırakılıyor. Çünkü müzik alanında bir tekelleşme sözkonusu. Tekellerin çizdiği çerçevenin dışında kalan, sahnenin de dışında kalır.

JTL adlı grup, kendilerine dayatılan zorlu şartlara dayanamayınca SM Entertainment adlı şirket ile anlaşmasını bozuyor. SM Entertainment ile bağlılığı sürerken her şarkısı milyonlar dinlenen grubun şirketle ilişiği kesilince dinlenmeleri yok denecek kadar düşüyor. İntikamını yeterince alamayan şirket, JTL adlı grubun konserlerini sabote ediyor, grup üyelerine tehditler saçıyor ve sonunda istediğini alıyor. Daha aylar öncesine kadar milyonlar dinlenen, dünya çapında ünlü bu grup sadece iki şarkı çıkartabiliyor. Ve çıkarlar uğruna yaşamların dahi harcandığı K-Pop müzik sektöründe yok olup gidiyor.

HAYAT DAMARLARINI KOPARAN SANAT

Anlaşma maddeleri bunlarla da sınırlı değil. Maddeler arasında, üyelerin aileleriyle yıl içinde çok az görüşmeleri, şirketlerin uygun gördüğü kilolarda kalmaları, herhangi biriyle sevgili olmamaları ya da şirketin istediği biriyle sevgili olmaları ve hatta anlaşmaları bitene kadar bu maddelere uyulmaması halinde ağır yaptırımların kabulü de var. Kişi hak ve özgürlüklerini fazlasıyla kısıtlayan bu maddeler, müzik şirketlerine bağlı bazı gençleri intihara kadar sürüklüyor.

Örneğin, AKB48 adlı grup üyelerinden biri sevgilisinin evinde kaldığı için saçlarını kazıtarak özür dilemek zorunda kalmıştır. Ek olarak, Kim Jong-hyun adlı şarkıcı ağır çalışma şartlarına dayanamayıp intihar etmiştir. Atatürk, “Sanatsız kalan bir milletin hayat damarlarından biri kopmuş demektir” sözünden K-Pop’a bakıyoruz. Bu sanatı yapmak için hayat damarlarını koparmak gerekiyor. Bu sanatın kendisi hayat damarlarımızı koparmak istiyor.

K-POP ORDULARI

K-Pop akımının çıkış noktası olan KC’de, çocukların doğumundan itibaren en iyi olma odaklı yetiştirilmesinin bir sonucu da KC’de her yüz gençten otuzunun intihara meyilli olması. Hâl böyleyken her şarkısıyla gündeme oturan bu şarkıcılar, şarkılarda dinleyicilerini motive etmeyi ve onları birlik olmaya çağırmayı ilke edinmiş. Fakat bu birlik olma, dayanışma, arkadaşlık gibi değil. Daha çok itaat etme üzerine. Öyle ki bu grupların “fanları” kendileri için ordu anlamına gelen “army” kelimesini kullanıyorlar. Dinleyicileri bu şarkıcılara o kadar bağlı ki, kendilerini bir ordunun mensubu saymaktan çekinmiyorlar hatta şarkıcıların içlerinden biri rahatsızlansa ya da yakınlarından biri ölse yas tutuyorlar.

Bazı fanlar bu gruplara öylesine bağlı ve güveniyor ki, bir alışveriş merkezinde rakip K-Pop gruplarının bir reklamı çıktığında kavgaya tutuşuyorlar ardından bu anlar sosyal medyaya düştüğü anda dünya gündemine oturuyor ve uluslararası bir soruna dönüşüyor. Farklı ülkelerin gençleri birbirlerini tehdit ediyor, küfürler saçıyor.

SAPLANTILI FANLAR: SASAENGLER

Grupların bazı fanları, kliplerde gördükleri insanları hayatlarının merkezine yerleştiriyor ve onlara platonik aşk duyuyor. Daha da ötesi ilahlaştırıyor. Bu saplantının sevgiyle alakası yok. Bu saplantı, sahiplik tutkusu. Ve gelinen noktada, konser çıkışlarında oluşan izdiham sırasında, ulaşmak istedikleri grup üyelerini yaralayıp “Bedeninde izim var” diye seviniyorlar. Çünkü K-Pop kültüründe fanlar da gruplar da meta. Bu kültür, insanı metalaştırmakta. İdollere dokunabilmek, onlara ait herkesin bilmediği bilgilere ulaşmak, oyuncak ayının içine kamera yerleştirip hediye etmek gibi sapıkça çabalara girişebiliyorlar:

“Seni çok deli seviyorum,

seni çok fena seviyorum

Senin için çok yalan söylüyorum.

Kendimi siliyorum ve beni kuklan yap.”

K-Popçulardan BTS grubunun Fake Love şarkısında olduğumuzdan farklı görünmek açıkça normalleştiriliyor. Üstelik bunu, sevginin sahteliğine tepki gösteriyormuş gibi yapıyor çünkü tepkinin beraberinde çözüm değil, kabulleniş sunuyor. Dünya genelinde bu müzik gruplarına platonik aşk ve özenme durumu da mevcut. Bu durum öylesine korkunç bir boyuta ulaştı ki Brezilyalı bir genç kendisini bir Koreliye benzetmek için tam 10 kez estetik ameliyat geçiriyor. Dinleyicileri bu grubu daha iyi savunabilmek için Korece öğrenmeye çalışıyor.

Bu vahim durumun tek nedeni Koreli şarkıcıların adeta bir rol model olarak sunulması. Gençler, şarkıcılara baktıklarında herkesten daha farklı, bakımlı, eli yüzü düzgün insanlar görüyor. Böyle görünmek için onlarca estetik operasyondan geçiyorlar ve beslenmeleri normal insandan çok farklı. “Hayatları” böyle görünmek üzerine kurulu.

İnsanlar için, kendilerinin de yapamadıkları, belki de yapmak istemedikleri özelliklerin bulunduğu insanları izlemek onlara çekici geliyor. Peki nedir bu K-Pop gruplarını “idol” olarak sunabilecek kadar ilginç olan özellikler? Erkeklerin de makyaj yapması, kadın kıyafetleri giymesi, olduklarından daha “özgürmüş” gibi davranmaları... Tüm bunlara ek olarak bu gruplar gelişim çağındaki gençlerin akıllarını bulandıracak biçimde cinsiyetsizliği ön plana çıkarıyor.

Cinsiyetsizlik, insanı ne kadın ne de erkek sınıfına sokuyor. Sözde bir üçüncü yol açıyor. Fakat bu yolun doğada ve toplumda bir karşılığı yok. İnsanın kendisine yabancılaşmasından ve hayatın güzelliklerinden yalıtmasından başka bir şey değil. Haliyle bu kültüre maruz kalan gençler toplumsal hayattan koparılıyor, ruhsal bunalımlara sürükleniyor; doğaya ve kendi bedenlerine yabancılaştırılıyor.

K-Pop, mücadele ettiğimiz sistemin aygıtlarından yalnızca biridir. Emperyalizmin endüstriyel üssü Kore’den çıkması da bu yüzdendir. Emperyalist kapitalizm, insanlığı rahatça sömürebilmek için dört koldan saldırmaktadır. Bizleri, vatanımıza, milletimize, doğamıza, çevremize, birbirimize, hatta kendimize yabancılaştırarak kolay lokmalar haline getirmek istemektedir. Bencillik ve bireycilik övgüsü bu yüzdendir.

‘DNA’mızı bozmaya çalışan ‘İDOL’ler* - Resim: 2

FINDIK İÇİNİ BÖLÜŞECEĞİMİZ BİR DÜNYA İÇİN

On iki bin yılın mirasına yaslanan insanlık, birliğin ve dirliğin, aklın ve erdemin iktidarını çok kez kurmuştur. “Bir kez gönül yıktın ise, bu kıldığın namaz değil” diyen Yunus Emre’nin insan saygısı, “Peteksiz arının balı yalandır” diyen Aşık Veysel’in kolektif yaşam vurgusu, “Yaşamak; bir ağaç gibi tek ve hür ve bir orman gibi kardeşçesine” diyen Nâzım Hikmet’in manifestosu, “Yaşamak, seni seviyorum demenin başka türlüsü” diyen Ahmet Erhan’ın yaşama tutkusu, “Bir fındığın içini, yar senden ayrı yiyemem” diyen halkımızının paylaşmacılığı... Milletimizin büyük birikiminin çok küçük bir kısmıdır bunlar. Bu yüzden yıllardır tüm aygıtlarıyla bize saldıran emperyalizm, küçük çizikler dışında bir tahribat yaratamamıştır.

Bu naylon kültür, doğal mirasımız içinde çözünüp kaybolacaktır. Fındık içini bölüşeceğimiz bir dünya için, arkadaşlarımızı yalnızlık ve bencilliğin tuzağından kurtarıp, paylaşmanın, kardeşliğin, arkadaşlığın vücut bulduğu TLB’de istisnasız kucaklamalıyız. Vatanımızı ve milletimizi emperyalizmin kültür taarruzundan bu şekilde koruyabiliriz. Cumhuriyet Devrimini tamamlayarak on üç bininci yıla miras kalacak kültürü ancak bu şekilde yaratabiliriz; yaratacağız da.

DNA ve İDOL, BTS adlı K-POP grubunun parçalarıdır.
Z kuşağı K-POP