Dr. Süleyman Şenel anlattı: Türkiye'miz şeref buldu
TRT sanatçımız İbrahim Can ile birlikte İTÜ Türk Musikisi Devlet Konservatuvarı Sanatçı Öğretim Görevlisi, Dr. Süleyman Şenel ile, türkü sayfamıza derleme yapmanın inceliklerini öğrenmeyi sürdürüyoruz. Hocamızdan türküler ile ilgili bilgilenmeye büyük bir keyifle devam ediyoruz.
- Hocam derlemecilerle devam edelim. Kaynak kişilerin hafızalarından türküleri alabilmek için soru sorma şeklinin önemi var mıdır?
Soru sorma meselesi de ayrı bir iş. Yani derlemede insanlara şu sorular sorun, şöyle yönlendirin, şöyle tarif edin diye yazar derleme yöntemlerini açıklayan kitaplar. Oysa, bunları bilirsiniz de bire bir uygulamaya kalkarsanız o derlemenin başarılı olma ihtimali şüphelidir.
Mesela, Amerikalı Kenneth S. Goldstein Sahada Folklor Derleme Metotları kitabında, "kendinizi göstermeye çabalamayın kaynak kişiye" diye, derleyiciye nasihatte bulunur. Kaynak kişinin yanında bir çalgı çalsanız ve karşı taraf sizin kendisinden üstün olduğunuzu hissetse, alınganlık yapıp çalgı çalmayı bırakabilir, bilgi vermekten cayabilir; zayıf olduğunuzu hissederse de bu kez kibir yapıp cayabilir", anlamında bir tavsiyedir bu. Ortası lazım.
ANA KURAL BİLDİĞİNİ GÖSTERMEMEK
- Nasıl bir yöntem ile sorulacak?
Derleyici, kaynak kişiyi doğrudan yönlendirmez, isim vermez, teknik tabirler kullanmaz, kaynak kişiyi kendi haline bırakır. Siz bu "halayı" nereden öğrendiniz demez mesela. Belki, çalınan ezgiye "halay" değil başka bir şey diyorlardır o coğrafyada. "Bu çaldığınız nedir?" diye sorulur, bilmezmiş gibi yapılır.
Derlemecilikte esas olan kaynak kişiye güvendir, onu anlamaya ve çözmeye çalışmaktır. Bu da sabır isteyen bir iştir. Birdenbire olmaz. Sözgelimi bir türkünün yakılmasındaki: Mahal, yer neresidir? Şahıs, şahıslar kimdir? Olay nedir? İlave güfte var mıdır? Kimden öğrenilmiştir? Çalınan çalgının adı nedir? Vs. gibi hususlar ilk akla gelenlerdir. Ama bunlar ilk anda akla gelen klâsik sorgulamalar. Gerisini getirmek ise bir zeka ve o alanda pratik düşünme işidir, keşif işidir. Siz karşı tarafı, karşı taraf da sizi keşfeder, ama asıl siz keşfedersiniz. Onun göremediği pek çok şeyi fark edersiniz.
- Bu konuyla ilgili bir anınız var mı?
Bir örnek vereyim... Tosya’da, "Tiridine bandım" türküsünün bir çeşitlemesini kaydettim. 1948, ADK Tosya derlemelerindeki kaynak kişiler İsmail Okur ve Hakkı Berber'in çırakları olduklarını söyleyen iki kişiyi Sanayi Çarşısı'nda buldum. "Selâmünaleyküm," "Aleykümselâm", tanışma faslı ve sohbetten sonra bağlamalarını çıkarttılar dolaptan ve başladık bir köşede kayıt yapmaya. "Tiridine bandım" türküsünü çaldılar ve okudular; ancak hiç uymadığım sözler de var. Türküye eklenmiş. Arapça tekerlemeler de var mesela. Sonra anladım ki bu bir "şathiye" bozması. Çünkü, Tosya; tekkeleri ve mutasavvıfları ile meşhur bir diyar... Tekkeden çıkma ihtimali yüksek. "Şathiye", kimliğindeki tekke tarzı şiir ve ezgi folklorik hale gelmiş...
ÖRNEĞİ ÇOK AZ ŞATHİYELER DERLEDİM
- “Şathiye” nedir?
Şathiye, islamî mesajları kuvvetli olan ve zâhiri olarak gülünç ifadeler barındıran, içinde mecazî anlamları olan şiirler için kullanılan bir tabir. Müzikal örnekleri pek görülmez.
Oysa işte o an işittiğim bir "şathiye" örneği... Heyecan verici bir an benim için. Dahası kimse bu türkü hakkında, böyle bir bilgiyi yazmamış, paylaşmamış. Bu ancak yerinde anlaşılabilecek ve keşfedilebilecek bir şey. Belde, mekanlar ve eserler arasında ilişki kurmakla olur.
Diğer yandan derleme bakımından da bir sürpriz çıktı ortaya... Çalan ile okuyan arasında bir buçuk ton var. Okuyan, çalanı duymuyor, kakafonik (kakışma) bir duyum var ortada. Akort da sık sık bozuluyor. Böyle olunca, ister istemez adama şakacıktan "akordunuza bir bakın!" diyorum. Anlamıyorlar… Bir, iki, üç, dört, beş akort tutmuyor bir türlü. "Ver şu sazını dedim, aldım elinden akordunu yaptım. Ama sonra da kendime çok kızdım, niye böyle yaptım diye. Yanlış bir müdahaleydi. ama başka yapacak bir şey de yoktu. Ben malzemeyi yine de derlemek zorundayım. O malzemeyi araştırmak, değer atfetmek benim işim. Belki burada daha güzele katkı olur diye düşündüm; ama yanlıştı tabii.
SOVYETLER DAĞILMADAN GİTTİM
İ. CAN: "Trabzon Bölgesi Halk Musikisine Giriş" diye çok muhteşem bir çalışması da var hocamızın. Ben, orada çok güzel derlemelerine rastladığım, notaları da vardı. Daha çok İstanbul'dan, Konya’dan, Kastamonu'dan derlediniz. Karadeniz’in özellikle Trabzon yöresine hakimsiniz. Başka nereden derlediniz hocam?
Rumeli göçmenlerinden, bilhassa Bulgaristan göçmenlerinden. Kayseri-Yeşilhisar, Çankırı, İzmir-Tire, Antalya-Akseki, Burdur... Uygur göçmenlerden aldıklarım var. Kazakistan’da, Azerbaycan'da derlemelerim var. Azerbaycan’da halaylar, aşık havaları derledim mesela. 1990 yılında. Kazakistan'da da 1991 Şubat'ında, Kılkopuz'dan derlemeler yaptım, Almatı'da...
Sovyetler Birliği dönemi içerisinde, zannediyorum ilk araştırmaları yapan kişilerden birisiyim. Zor bir dönemdi, ama yine de çok güzel ve bakir bir dönemdi benim için. Sonradan çok insan gitti, yabancılar da gitti o taraflara.
Türkiye'deki müzik adamlarının o tarafa da hizmet borçları var. Ama, Türk dili konuşan ülkelerin karşılıklı kültürel alışverişlerinin kurumsal ölçekte ve bizzat alanda yapıldığını gösterecek örneğimiz fazla yok maalesef. Otuz sene içerisindeki tablo, yerel kültürün bizzat mukayeseli araştırması noktasında ve karşılıklı kültürel bilgilerin verimlerinin her iki tarafın literatürü geçirmesi noktasında çok ta iç açıcı bir tablo sergilemiyor.
Müzik adamları epeyi kaynaştılar, bilim adamları da kaynaştılar ama maalesef alandaki çalışmalarda işbirliği pek fazla görülmüyor.
RİTMİK YAPILAR ANADOLU’YU İÇ ASYA İLE BAĞLIYOR
İ. CAN: Aşkabat'a gitmiştik; sayın Cumhurbaşkanımız Ahmet Necdet Sezer'in heyeti ile birlikte. Ben devlet görevlisi, solist olarak katılmıştım heyete. Orada konser verdim. Gördüm ki, halkın dili benim annemin kolayca anlayabileceği cinsten. "Lokanta" değil mesela “Aşevi” diyorlar... Daha Türkçe… Bizimkisi bozulmuş. Bu arada Karadeniz'de yaygın yedi, sekizliklere benzeyen türküler de işittim ve çok yakın hissettim kendimi o topraklara.
Yedili ritmik yapılar. Anadolu kültürünün bünyesinde çok karakteristik bir zenginliktir ve bu ritmik yapı bakımdan "aksak ritim" meselesi. Anadolu'yla İç Asya'yı, İç Asya ile Balkanları birbirine bağlayan kuvvetli müzikal unsurlardandır. Türkmenler, Kazaklar, Kırgızlar, Azerbaycanlılar, Kırımlılar, İranlılar, Özbekler, Karakalpaklar vd. arasında da görülür. Bu varlığı oralarda keşfetmek müthiş bir duygudur; ama bu varlığın boyutlarını ortaya koyacak bir çalışma alanı da henüz oluşturulabilmiş değildir. Her ne kadar Sovyetler Birliği döneminden sonraki ders kitaplarında, yerel ritmik yapılar ve aksak ritimler bilgisi eğitim müfredatları içerisinde kendisine çok fazla bir yer bulamamışsa da uzak iklimlerde bu ortak kültür varlığının keşfedilebilmesi çok güzel bir duygudur.
Aksak ritimler de bir yönüyle Kuzey Karadeniz hattı üzerinden Balkan coğrafyasına kadar yayılmış. Diğer taraftan Toroslar üzerinden Hazar çevresi ve Güney Asya hattı üzerinden taşınmış olarak Anadolu'ya kadar ulaşmış kuvvetli bir kültürel unsurdur. Bilhassa bu yolla Türkmen göçlerinin iç taraflara doğru yerleşimlerinin izlerini sürme imkanımız vardır.
Anadolu, hâlâ, dün olduğu gibi göç alıyor ve yerleşim sürecinde müzik kültürlerinin taşınması noktasında, ilişkileri kurarak bu alanda çalışmak lazımdır. Bunun da zaman içerisinde gerçekleşebileceğine inanıyorum.
Terminolojiyi de çok önemserim bu noktada mesela. Bizzat Türkmenistanlı müzikolog dostum Leyli Hanım'ın ağzından, Almatı'da, bir kongrede duymuştum; Hicaz makamındaki artık iki aralığının Türkmence karşılığı "kırklar" imiş. Varın gerisini siz düşünün. "Kırklar" ne kadar yakın bir terim değil mi bize? Ve bir müzikal karşılık olarak kullanılıyor. "Kırklar" Anadolu'da da var; ama müzikal bir karşılığı olduğunu bilmiyordum. Bu işin felsefi derinliği kadar müzikal derinliği de var yani...
BALKANLAR’DA TÜRK RİTMİK YAPISI ÇOK BASKIN
İ. CAN: Karadeniz’in kuzeyinden göçlerle geçen Türk kavimleri, Bulgarlar, Peçenekler, Avarlar arasında, bizim Hıristiyan Türklerimiz Gagavuzlar’da. Bulgaristan’ın sahillerinde de aksak yedililere rastlıyoruz.
Balkan coğrafyasında da çok baskın. Bu bağlantılar, tabii göçler yoluyla masa başında kolayca tanımlanabilir, ilişkilendirilebilir. Ama, demin söylediğim gibi, esas olan, zincirin halkalarını alanda teyit etmek ve kültürlerin yakınlıklarını ortaya koyacak çalışmaları alanda yapmak gerek. Bu safhaya, maalesef henüz gelemedik. Uzun vadede de çok sıkıntılı gözüküyor.
Türkiye'deki müzik adamlarının o tarafa da hizmet borçları var. Ama, Türk dili konuşan ülkelerin karşılıklı kültürel alışverişlerinin kurumsal ölçekte ve bizzat alanda yapıldığını gösterecek örneğimiz fazla yok maalesef. Otuz sene içerisindeki tablo, yerel kültürün bizzat mukayeseli araştırması noktasında ve karşılıklı kültürel bilgilerin verimlerinin her iki tarafın literatürü geçirmesi noktasında çok ta iç açıcı bir tablo sergilemiyor.
Süleyman Şenel'in meşhur ettiği türkü
TÜRKİYE'MİZ ŞEREF BULDU
Türkiye'miz şeref buldu
İnşallah meydanı aldı
Ankara'dan emir geldi
Çok yaşasın Türk milleti
Atatürk'ten ilham ola
Türkiye şad olup güle
Cümle aminlerimiz bile
Çok yaşasın Türk milleti
Geldi şen eyledi bizi
Dilde zikredelim sizi
İnönü İsmet aslan Feyzi
Çok yaşasın Türk milleti
Merzifon'dur şifa yurdu
Oturanlar mertler merdi
Dört alaydır bir kolordu
Çok yaşasın Türk milleti
Aşık Musa medhe başlar
Şen oldu cümle gardaşlar
Hür yaşadı burda gençler
Çok yaşasın Türk milleti
Yöresi: Amasya, Merzifon
Kaynak Kişi: Aşık Musa Aslan
Derleyen
Muzaffer Sarısözen
Halil Bedii Yönetken
Rıza Yetişen
Notaya Alan:
Süleyman Şenel
Makamsal Dizi: Hüseyni
Konusu-Türü: Yiğitlik Kahramanlık
Ses Genişliği: 7 Ses