Düşman keskin nişancılarımızdan çok çekti! Çanakkale’de de attığımızı vurmuştuk! Bir de düşmanın ağzından dinleyin
Türk askeri 36 takımın katıldığı keskin nişancılık yarışmasında dünya ülkelerini ardına dizdi. Takımlarımız birinciliği aldığı yetmedi, ikinci sıraya da yerleşti. Yusuf Dikeç, atıcılık tarzıyla kendini tüm dünyaya hayran bıraktı. Bu tesadüf mü? Çanakkale'de Türk askeri düşmanı karavanasız vurdu!
Yusuf Dikeç’in Paris Olimpiyatlarında sükseli duruşuyla atıcılıkta ikinci olması, Türklerin keskin nişancılığını gündeme getirdi. O duruş dünya çapında ses getirdi. Adeta atıcılığın sembol fotoğrafı oldu. Tam da bu konu konuşulurken Almanya'da düzenlenen Avrupa'nın En İyi Keskin Nişancı Takımı Yarışması'nda, ülkemizi temsil eden Kara Kuvvetleri takımı birinci, Özel Kuvvetler takımı ise ikinci oldu. Bu başarılardan sonra atıcılığa ilgi tavan yaptı. Türkiye’de çok kişiyi poligonlara taşıdı…
Peki, Türkler gerçekten keskin nişancı mı?
Dünyanın en eski ordusuna sahip Türklerde atıcılık çok önem verilen bir dal! At üzerindeki Türk ordusu en zor şartlarda iyi eğitimiyle savaş alanlarında düşmanı yendi. İsabetli oklar ölüm saçtı.
Bu üstün yetenek ateşli silahlarda da kendisini gösterdi. Buna en güzel örnek Çanakkale Savaşı’ydı. Bu savaşta arazi üstünlüğüne de sahip olan Türk ordusu, keskin nişancılarıyla vatanını işgale gelenlere nefes aldırmadı. Kafasını kaldıranı kuş gibi avladı. Düşmana keskin nişancılığını gösterdi. Bu konuda bilgi düşman kaynaklarında bolca bulunuyor…
‘BU KADAR MÜKEMMEL TOPÇU…’
Kurtuluş Savaşında da Türk topçusu Yunan ordusunun üzerine ölüm yağdırdı. Gazi Mustafa Kemal Paşa, Türk topçusunun isabetli ateşini 4 Ekim 1922 günü TBMM’de şu ifadelerle taktir eder:
“Arkadaşlar! Topçularımız o mevzilere gece geldiler ve karanlık içinde mevzi aldılar ve fecirle beraber bütün dünyanın gözleri açıldığı zaman, ateşe başladılar. (Maşallah sesleri.) Büyük takdirler ve hürmetle buradan zikretmek isterim ki, topçularımızın o gün göstermiş olduğu maharet ve vukuf, bütün dünya topçuları için misal olacak mahiyette idi. (Sürekli alkışlar.) Askerlik hayatımda bu kadar mükemmel bir topçu ve bu kadar mükemmel idare edilmiş bir topçu ateşi nadiren gördüm.” (ATABE, c.13, Kaynak Yayınları, s.364.)
KESKİN NİŞANCI SAVAŞI
Çanakkale Savaşı’nda keskin nişancılarımız büyük iş başardı. Deyim yerindeyse kafasını kaldıran düşman askerini indirdi. Makineli tüfek atışları da çok etkili oldu. Düşman birlikleri her hücumda bu engelle karşılaştı ve başarısız oldu. Adeta biçildiler... Bu durumu düşman askeri de belirtiyor. İşte onların kaynaklarında keskin nişancılığımız:
9. Süvari Alayı’ndan Çavuş Cameron olup biteni şöyle anlatır: “Türk makineli tüfeklerine saldırmak için doğrulurken üzerimize mermi yağdı ve askerlerimiz tırpanın önündeki ekinler gibi biçildi. Düşman siperleri elli metre kadar uzaktaydı ama ilk iki saftan yaklaşabilen bile olmadı. Ateş öyle yoğundu ki, hiçbir yer güvenli değildi. Gözetleme noktasına çıkmış olan Yarbay Miell siperden bakarak durumu izlemek istedi ve başından vurulup öldü. Böylece tugayın alay komutanlarından ikisi ölmüş oluyordu.” (Peter Burness, Cesarettepe Çanakkale’de Anzak Trajedisi, Çeviri: Cem Demirkan, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul, 2015, s.138-139.)
“Bütün kozlar Türklerin elindeydi. Askerler ayağa kalktıklarında Türk keskin nişancılarının hedefi oluyorlardı. Gelibolu muharebe meydanı ancak yüzükoyun yatarak izlenir oldu; küçük yükseltiler bile artık tepe olarak görünmeye başlamıştı.” (Chrıstopher Pugsley, Çanakkale: Yeni Zelandalıların Öyküsü, Çeviri: Ülkü Evrim Uysal, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul, 2015, s.213.)
‘SİNEK GİBİ AVLIYORLARDI’
“Askerleri orada tutmak çok zordu. Sonunda Türk ateşi o kadar isabetli bir hale geldi ki Boyun Mevkii'nden kırk metre kadar öteye gitmeye çalışan herkes anında vuruluyordu. Saat 04.30 sularında hat yarıldı. İleri saflarda kalan Avustralyalılarla Yeni Zelandalılar kaçmaya başladı. 'Toz olun! Türkler geliyor. Binlerce Türk...' diye bağırıyorlardı.” (Age, s.225.)
“Hat boyunca tehlikeli bir rehavet belirmişti. Birçok subay ve erbaşın ölmesiyle, birbirinden yalıtılan Anzak grupları nöbet sırasında uyuklamaya başlamıştı. Bunun aksine Mustafa Kemal'in komutanları, Anzak hattını taciz etmek amacıyla keskin nişancılar konuşlandırmış ve askerleri ileri sürmüştü.” (Age, s.276.)
“Oldukça sinir bozucu olan Türk keskin nişancıları nedeniyle 10. Otago Bölüğü 13 ölü ve 20 yaralı vermişti.” (Age. s.279.)
“Türkler zirveyi ellerinde tutuyor ve bizi sinek gibi avlıyorlardı.” (Age, s.286.)
‘TÜRKLERİN CESARETİ’
“Türkler acımasız bir şekilde, gece gündüz demeden bize ateş etmeye devam ediyor. Top ateşi hâlâ sürüyor. Kolordu Komutanı Korgeneral W. R. Birdwood, dün Bomba Sırtı'ndaki mevziler ziyaret ederken başından yaralandı. Bugün de 1. Avustralya Tümeni Komutanı Tümgeneral Bridges, Korku Deresi'ne çıkarken bir keskin nişancı ateşiyle kalçasından vuruldu ve ağır yaralandı. Birdwood'un durumu ağır değil ancak Bridges yaraları nedeniyle hayatını kaybetti. Onun yerine 1. Avustralya Tümeni Komutanlığı'na Walker getirildi.” (Age, 372.)
'KISKANÇLIKLA KARIŞIK BİR SAYGI'
“Türkler zalim bir düşman olarak resmedilmişti. Türklerin eline düşenler, merhamet görmeyi ummamalıydı. Ancak Türklerin cesareti, keskin nişancı, bombacı ve makineli tüfek nişancısı olarak sergilediği yetenekler, kıskançlıkla karışık bir saygının doğmasına neden oldu. Sözü edilen bu becerileriyle Türkler, Anzakları kendi standartlarına ulaşmaları için zorlamıştı. 19 Mayıs'tan önce Türk, kişiliği olmayan, siperin gerisindeki bir hareketten ibaret, uzaktaki bir figür ve gözetleme deliğindeki bir gölgeydi. Artık Türklerle yüz yüze gelmiş, onların da ilerlediğini ve öldüğünü görmüşlerdi. Türk de bir insandı, kendileri gibi acı çekiyordu.” (Age, s.380.)
TOPÇUMUZ DA İYİYDİ
Çanakkale Harbinde kıt imkânlara rağmen topçumuz da görevini iyi yaptı. Boğazı geçmeye kalkan donanmayı denizin dibine gömdü. 18 Mart Zaferini yaşattı. Müttefik Kuvvetler Başkomutanı Ian Hamilton bu durumu şöyle anlatır: 15 Nisan 1915: “Türk topçusu oldukça keskin nişancıya benziyor.” (Ian Hamilton, Gelibolu Günlüğü, Çeviri: Osman Öndeş, Hürriyet Yayınları, İstanbul, 1972, s.81.)