Ekonomide kurtuluş savaşı ve sendikalar
Cumhurbaşkanı Erdoğan son Dolar dalgalanmalarının ardından, içine girdiğimiz koşulları “ekonomide kurtuluş savaşı” olarak tanımladı. Cumhurbaşkanı böyle dediği için değil. Ama yaşadığımız koşullar ve ekonomide verilen mücadelemiz, gerçekten de küresel emperyalist haydutlara karşı tam bir kurtuluş savaşı niteliğindedir. Bu gerçek önümüzdeki dönemde kendini gittikçe daya yakıcı olarak ortaya koyacaktır.
Turgut Özal’ın 24 Ocak Kararları ve onun bir gereği olan 12 Eylül 1980 darbesi ile ekonomiyi “dışa açma” ve küresel emperyalist sitemle “bütünleşme” sürecine sokan 40 yıllık maceranın bütün yıkıcı sonuçları bugün ortaya çıkmıştır. Borçlanmaya dayanan ekonominin “sürdürülemez hale geldiği” en yetkili devlet yöneticileri tarafından da ilan edilmektedir. Üstelik “bölünmeyi kabul etmek”, “Kıbrıs’ı teslim etmek” Doğu Akdeniz’deki “haklarımızdan vazgeçmek” gibi emperyalist dayatmalar, ekonomik krizden de cesaret alarak küstahça önümüze konmaktadır. Yani Türkiye siyasal ve askeri alanda da tehdit altındadır. Bu nedenle emperyalizme karşı topyekun bir milli mücadele mecburiyeti ile de karşı karşıyayız.
Emek meselesi vatan meselesiyle iç içe geçmiştir. İki mücadele özdeşleşmiştir.
Sendikalardan çıkış bekliyoruz
Peki sendikalarımız bu gerçekliğin neresindeler? İşçi sınıfımız bu savaşta nasıl konumlanıyor ve konumlanacak? Sendikalar, işçi hareketine bu konuda nasıl bir yön verecek? Bu soru bütün ağırlığıyla gündemdedir. 2022 yılı bu anlamda herkes için zorlu bir sınav olacaktır.
Ne var ki şu ana kadar sendikalarımızdan bu konuda açık bir mesaj, net bir duruş ortaya çıkmadı. Gerçi Türk-İş Genel Başkanı Sayın Ergün Atalay, 2021 yılı toplu sözleşmeleri sürecine girerken, “Tükiye’deki ekonomik sorunların farkında olduklarını, ama krizin yükünün çalışanlar üzerine bindirilmesine de göz yummayacaklarını ifade etti. Hak-İş Konfederasyonu Başkanı Sayın Mahmut Arslan da aynı yönde tutum aldı, doğru bir yaklaşımı yansıttılar. Bu iki büyük konfederasyonumuz Soros’cu sözde STK’ların ve Biden’cı muhalefetin “yaratıcı yıkıcı” söylemlerine bugüne kadar prim vermediler. Bu sayede en geniş kamuoyunun desteğini de arkalarına alarak milyonları ilgilendiren kamu işçilerinin ve kamu çalışanlarının toplu sözleşmelerinden ve asgari ücret mücadelesinden oldukça olumlu sonuçlarla çıkıldı.
Sendikalarımızdan ve demokratik kitle örgütlerimizden krize karşı sorumluluğa dikkat çeken çıkışların arkası gelmedi. Krizin bütün yakıcılığıyla ülke gündemine oturduğu şu tarihsel günlerde, işçi cephesinde kamuoyunu uyaran başka bir ses henüz duyamadık.
Oysa sendika yönetim çevrelerinin gündemi çok yakından izledikleri, nerde ne zaman nasıl bir tavır sergilemek gerekir, bu konularda oldukça uyanık ve yetkin oldukları bilinir. Daha ne kadar bekleyeceğiz? Neyi bekleyeceğiz? Bu sorumluluktan kaçılamaz.
Formül: Ekmek teknesini koruyacağız, emekçiyi ezdirmeyeceğiz
Sendikalarımız ve kitle örgütlerimiz, işçi sınıfını, emekçileri bütün halkı önümüzdeki badirelere karşı hazırlamak sorumluluğuyla karşı karşıyadır.
Vatan Partisi lideri Doğu Perinçek, “2022 yılı kader yılı” diyor. Bu saptamanın hem Türkiye, hem bölgemiz ve hem dünya için geçerli olduğunu ifade ediyor. Evet zorluklar var, ama üstesinden gelecek olanaklara da milletçe sahibiz diyor. Herkesin bu uyarı üzerinde ciddiyetle durmasını öneririz.
Eğer Türkiye, direnç göstermekte savsaklar, zaman kaybederse bedeli ağır olur. Krizi bertaraf etmekte zorlanırız. O zaman da işin, işyerinin, ekonominin, sendika, toplu iş sözleşmesi, vs. bütün benzeri kavramların ve kazanımların varlığı da tehlikede demektir. Hem krizin yükünü milletçe paylaşacağız, hem emekçileri ezdirmeyeceğiz. Formül budur. İşçisinden sanayicisine, çiftçisinden esnafına, tüccarına, emeklisine kadar milletin bütün unsurlarına sorumluluk düşmektedir. Bu sorumluluğun üstünden atlamak, kıyısından dolanmak, kuytuda beklemek mümkün değildir.