13 Ocak 2025 Pazartesi
İstanbul
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Mersin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Emperyalizmin tek dişi kaldı

(Bu yazıyı, Halil Nebiler’in Teferruat programında duyduğum, bir Amerikalı’nın “değerlerimiz çıkarlarımızdır, çıkarlarımız da değerlerimiz” sözü üzerine yazdım.)

Emperyalizmin tek dişi kaldı
A+ A-
TANSU BELE / Yazar

Batı medeniyeti dediğimiz oluşumun beşiği Avrupa’da Rönesans ve Aydınlanma devrimlerinin oluşum nedeni, nedir? Bilimsel buluşlar mı, deniz aşırı ülkelerin keşfi mi, Hıristiyanlık dininin yozlaşması mı, teknolojik gelişmeler mi, sanayileşme mi, toplumsal sınıf farklılığı mı, felsefi düşünce mi? Ne o ne bu. Belki de bu nedenlerin tümü. Ortaçağ’da Avrupalı halkların kıta Avrupasına sıkışıp kalarak birbirlerinin topraklarına saldırması sonucunda doğan bir “dünyaya açılma” isteği de olabilir mi? Öyle ya, Avrupalılar o sıralarda yükselme çağını yaşayan İslam ve Doğu ülkelerinin zenginliklerini biliyorlar, Avrupalı gezginlerin Doğulu ülkelerden getirdikleri altın, mal, eşya, dahası bilgi potansiyeli gözlerini kamaştırıyor.

Yoz dinlerinin emrindeki krallıkların dikta (ve baskı) yönetiminde, cehaletin ve yoksulluğun (üst kesimler zengin olsa da alt kesimler açtır) altında inim inim inleyen Avrupa’da, doğu felsefesini batıya taşıyan (Aquinalı Thomas vb.) papazların da gayretiyle bir uyanış başlıyor: Mantık, matematik, deneysel bilim (tıp, fizik, kimya vb.), İslam ve Antik Çağ (Anadolu) filozoflarından alınıp bilimsel araştırmalar başlatılıyor. Bunların ardından gelen etik, adalet, özgürlük, demokrasi vb gibi toplumsal konuların da incelenmesine başlanması, sosyoloji, psikoloji derken Tanrı düşüncesinin irdelenmesine dek varıyor. Bilimler, Tanrı düşüncesine (ve (metafiziğe) bayrak açarak realizm ve materyalizmle buluşuyor ve Tanrı yerine insan aklının “yüceliğine” dek vardırıyorlar işi.

SORGULAMADAN AKILCILIĞA

Aklını dinsel yaratıların önüne koyan Avrupalı, “Yeryüzünde her şeyin yaratıcısı benim” diyerek her türlü dinsel sınırlamaya ve dogmatik (mistik) bilgiye karşı çıkarak deneysel bilimselliğe açılıyor. Matematik, her ne kadar Doğuluların yaratısı olsa da bu bilimi varoluşun ve evrenin sınırlarını (Tanrı düşüncesinden bağımsız olarak) araştırmaya götüren Avrupalı düşünürlerdir. Öyle ki gün gelmiş Doğulu “Her şeyin yaratıcısı Tanrı’dır” deyip olduğu yerde dururken, Batılı “Tanrı var mı, yok mu? Şu evreni de dünyayı da insan aklıyla bir ölçüp biçip tartalım bakalım” diyerek aklının sınırları içinde (Kant) araştırmaya koyulmuştur.

Avrupa Medeniyeti’nin bütün yapıp etmeleri de buna dayanır işte. Gerek yeryüzünde, gerekse gökyüzünde bulguladığı (metafiziğin dışından baktığı) her şeyi salt aklının zafer hanesine yazarak, türlü türlü araçlar gereçler icat etmiştir. Galilei’nin teleskopuyla “deneysel” olarak kanıtladığı ve “dünya evrenin merkezidir” din dogmasının önüne koyduğu “hayır, dünya dönüyor” görüşü, bu medeniyetin yükseliş nedeni olmuştur. Ama Avrupalı bu noktada kalmayarak, bulduğu tüm deneysel bilimve teknik buluşlarını hızlandırıp üretim ve pazar konusunda kullanmaya başlamış, sanayi devrimini yapmış, insanlığa sağladığı teknik (elektrikten arabaya, buzdolabından bilgisayara) araç gereç olanaklarıyla, insan yaşamını büyük bir dönüşümün eşiğine getirmiştir (ki bugün yaşadığımız süreç budur).

Bütün bunlara karşılık, Avrupalı bu Tanrı’dan bağımsız saydığı kendi aklını öylesine beğenmiştir ki “Her şeyi ben bilirim, ben yaparım” inancı onda bir saplantıya dönüşmüş, kendisi gibi olmayan tüm “başka” kıta halkları üzerinde hegemonya kurarak dünyaya hakim olmaya kalkışmıştır. Ortaçağ gezginlerinin taşıyıp getirdikleri (altın, maden vb) zenginlikleri oldukları topraklarda elde edebilmek için yarışa girmiş ve bu toprakları sömürgeleştirmeye başlamıştır. Amerika kıtasının keşfinin nedeni de budur, Amerika ülkesinin kuruluş nedeni de: Kolomb’un tüm isteği, altına ulaşmaktı. Dünyaya hakim olmak ve sömürmek düşüncesi, Batı medeniyetini öyle bir hale getirmiştir ki, bugün artık “kendisi gibi olmayan” herkesi yok etmek düşüncesine doğru hızla yol almakta ve bunun için uygarlığının tüm olanaklarını salt daha güçlü silahlar icat etmek ve savaşmak için kullanmaktadır.

Bugün Batı (Avrupa ve onun uzantısı ABD), kendisinin dışındaki ülkeleri kafa kola almak, ezip yok etmek ve topraklarını sömürmekten başka bir şey düşünmüyor artık. Dolayısıyla kendi çıkış noktasını da kendisi yok etmektedir. Çöküş noktasına koşmaktadır… Çünkü şu anda Batı için ne yarattığı bilimsel buluşların, ne ulaştığı sosyolojik (adalet, hukuk, insan hakları, demokrasi, etik vb.) değerlerin anlamı var. O yalnızca medeniyetinin getirilerini salt çıkarı için kullanmak peşindedir. Bu yüzden de tek dişi kaldı; o da sökülüp atılmayı, yok edilmeyi bekleyen nükleer silahları... Doğu uyanıp da bu işin altından kalkabilirse dünya kurtulacaktır.

Son Dakika Haberleri