Erdoğan ‘otoriter’ Kılıçdaroğlu Batı ile uyumlu
Türkiye’deki seçim pek çok yönüyle dünyanın, özellikle de Batı ülkelerinin gündeminde. Basında “2023’ün en önemli seçimi” değerlendirmelerine yer verildi. Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ı hedef alan haberler yapıldı
14 Mayıs seçimleri ve Cumhurbaşkanlığı ikinci tur oylaması Batı ve Avrupa basınında geniş yer aldı. Türkiye; siyasetiyle, ekonomisiyle, jeopolitiğiyle, gelecek ihtimalleriyle pek çok yazıda, röportajda ve televizyon yayınında masaya yatırıldı. Yazılı ve görüntülü basınında yapılan geniş bir taramayla ABD ve Avrupa’nın gözünden seçimde öne çıkan konuları, vurguları ve yorumları okurlarımızın dikkatine sunuyoruz.
14 MAYIS ÖNCESİ TAHMİNLER: ERDOĞAN KAYBEDECEK
Seçim öncesindeki yayınlarda Erdoğan’ın cumhurbaşkanlığı seçimini kaybedeceği yönünde tahminler oldukça baskın. Birçok basın kuruluşu “Çoğu ankete göre Kılıçdaroğlu önde gözüküyor” iddialarına yer verdi.
Örneğin Alman ARD televizyonunun İstanbul temsilcisi Katharina Willinger’in 14 Mayıs günü Tagesschau’daki yazısında olduğu gibi bazıları, Türkiye’de yapılan anketlere atıfta bulunuyor. Willinger’in yazısına dikkat çeken bir başlık seçiyor, “Erdoğan dönemi sona mı eriyor?” ve şunu yazıyor:
“Televizyonda neredeyse hiç görünmüyor (Kılıçdaroğlu’nu kastediyor) yine de oy oranı yüksek. Çok güvenilir olarak kabul edilen ORC araştırma şirketi, seçimden önceki son anket sonuçlarını cuma günü yayınladı. Kılıçdaroğlu yüzde 51,7 ile önde, Erdoğan ise yüzde 44,2 ile açıkça geride.”
KÖTÜ EKONOMİ, DEPREM, OTORİTERLİK, KUTUPLAŞMA…
Erdoğan’ın kaybedeceği tahmini başlıca şu sebeplere dayandırılıyor: Ekonomideki sorunlar, 6 Şubat’taki 11 ili vuran deprem ve hükümetin bu süreçteki kötü yönetimi, otoriter yönetim ve demokrasi erozyonu, toplumdaki kutuplaşma, kurumlar ve kurumsallıktaki sistemleşmiş kayırmaca ve zayıflama, 20 yılın ardından yorulmuş bir lider ve hükümet. Bu sebeplerin her birine ilişkin açıklamalar ve örnekler, bazen Türkiye’de yapılan vatandaş röportajlarıyla da desteklenerek, veriliyor.
Washington Post’tan Ishaan Tharoor seçimden iki gün sonra, bu tahminleri, yer yer beklentileri, özetliyor:
“Türkiye'deki seçimlerden bir gün önce, ülke içindeki ve dışındaki liberal uzmanlar ve analistler çığır açacak bir dönüm noktası yaşanabileceğini hissindelerdi. Yirmi yıllık iktidarının ardından Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan zayıf görünüyordu. Yetkin ve istikrarlı liderlik imajı, yıllar süren ekonomik işlevsizlik ve Türkiye'nin güneyinde büyük bir bölgeyi yerle bir eden depremin ardından gelen kötü yönetim ve yolsuzluğun toplumda doğurduğu tepki nedeniyle azalmıştı. Anketler muhalefet lideri Kemal Kılıçdaroğlu'nu cumhurbaşkanlığı yarışının ilk turunda açık ara önde gösteriyordu. Görünüşe göre Erdoğan'ın zamanı tükeniyordu.”
14 MAYIS SONRASI: ŞAŞKINLIK VE NEDEN ARAYIŞI
Erdoğan’ın kaybetmesi için çok sayıda sebep olduğunu düşünenlerin 14 Mayıs’tan sonra belli bir şaşkınlık yaşadığı kolayca görülebiliyor.
Fransa’daki Uluslararası ve Stratejik İlişkiler Enstitüsü (Institut de Relations Internationales et Stratégiques, IRIS) direktör yardımcısı, Didier Billion 16 Mayıs’ta yayınlanan röportajında şunu anlatıyor:
“Bazı Türk arkadaşlarım bana ‘Erdoğan'ın ilk turda yenileceği kesin’ diyordu. Böyle kesin bir yenilgiye ikna olmamış olsam da Kemal Kılıçdaroglu'nun en azından önde olacağını düşünüyordum. Bu sonuç oldukça şaşırtıcı, çünkü insan oldukça tedirgin edici bir ekonomik krize, özgürlükleri yıkıma götüren bir iklime ve iktidarın yıpranmasına rağmen Erdoğan'ın birinci sıraya sağlam bir şekilde yerleştiği görülüyor. Üstelik parlamento seçimlerinde mutlak çoğunluğu da elde etti.”
İSTİKRAR, ‘GÜÇLÜ ÜLKE’, MİLLİYETÇİ RETORİK, OSMANLI’YA ÖZLEM
France 24’e seçimi yorumlayan Strasbourg Üniversitesi Türkiye Çalışmaları Bölümü Direktörü Samim Akgönül’ün sebepleri ise milliyetçi retorik, kutuplaştırıcı dil ve şiddet içerimli hakaretler. Ayrıca Türk kimliği ve İslam'ın rolü, Türkiye’nin büyük bir ülke olduğu düşüncesi, Ankara'nın uluslararası sahnenin her yerinde olması, Osmanlı İmparatorluğu'na duyulan özlem de var.
Politico’da 18 Mayıs tarihli yazısında Natalie Tocci Avrupa’nın “giderek milliyetçileşen bir toplumda bumerang etkisi yaratmaktan başka işe yaramayan Türk demokrasisine yönelik parmak sallayan eleştirilerden vazgeçmesi”nin gerekliliğine vurgu yaparak Avrupa Birliği’nin kendisiyle aynı görüşlerde olmayan Türkiye gibi ülkelerle “birlikte yaşamayı öğrenmesi, yapabilecekleri ve yapamayacakları üzerine düşünmesi gerekiyor” diye yazıyor.
ORTAK KABUL: DÜNYA SAHNESİNDE TÜRKİYE VE ERDOĞAN GERÇEĞİ
Pek çok analizde Türkiye’nin dünya sahnesinde belirleyici konumlarda olduğu düşüncesi işleniyor.
Natasha Turak, 19 Mayıs’ta CNBC’deki yazısında Türkiye’nin, “Doğu ile Batı'nın coğrafî kavşağında yer alan yaklaşık 85 milyon nüfuslu”,“NATO'nun en büyük ikinci ordusuna sahip”, “4 milyon mülteciye ev sahipliği yapan”, “Rusya-Ukrayna savaşındaki arabuluculuğuyla jeopolitikte önemli bir rol oynayan” ülke özelliklerinden bahsediyor.
2008’de Fransız Uluslararası İlişkiler Enstitüsü’nün Günümüz Türkiye Programı’nı kuran Dorothée Schmid 17 Mayıs’ta Le Monde’taki makalesinde “Endişe verici bir uluslararası ortamda, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın izlediği milliyetçi yol haritasının Türk halkına güven verdiğini” belirtiyor.
2023’te Ay’a ilk teması öngören uzay programını örnek veren Schmid, “Türkiye’nin uluslararası hırsları çok büyük” diyor. Erdoğan’ın ise “Türkiye'nin çıkarlarını, NATO'daki ortakları ne düşünürse düşünsün, kararlılıkla savunan ve etkisini küresel çapta yansıtan sert bir adam olarak tanındığını” yazıyor. Schmid’e göre Erdoğan “Türkiye'yi yeniden dünya haritasına yerleştirme ve Türklere gururlarını geri verme misyonunu sürdürüyor."
Natasha Turak paralel bir görüşle, Erdoğan’ın “Sık sık Batı'ya karşı koyarak pek çok Türk'ün ve Müslüman dünyasındaki Türk olmayanların sadık desteğini kazandığını” söylüyor.
16 Mayıs’te Le Figaro’da Pierre-alexis Michau’nun yaptığı röportajda Claire Koç, Erdoğan için dikkat çeken bir benzetme yapıyor:
“(Türkiye’yi kastediyor) Güçlü bir ekonomik varlıkla her yerde Fransa'nın yerini almaya çalışıyor. Erdoğan kendini De Gaulle sanıyor, uluslararası siyaset sahnesinde vazgeçilmez adam olmak istiyor.” 6 Mayıs’taki Der Spiegel’in manşeti de Erdoğan’dı: Yenilmez (Der Unbesiegbare). Fakat oturduğu Osmanî tahtında kırık ve dökülmeler olduğu ve alttaki yazı düşünüldüğünde (Ayrılış mı kaos mu? Erdoğan kaybederse ne olur?) kapağın başka imalar taşıdığı da düşünülebilir.
BİR OTORİTERYANİZM MODELİ OLARAK ERDOĞAN
Erdoğan’ı yönetimini betimlerken en çok kullanılan kavramlardan biri “otoriteryanizm”.
Alman radyosu Deutschlanfunk’teki 6 Mayıs tarihli “Erdoğan Anti-Erdoğan’a karşı” başlıklı yazıda Erdoğan ve yönetimi şu şekilde tarif ediliyor: “Erdoğan toplumsal hayatın neredeyse tüm alanlarını, idareyi ve devlet aygıtını kontrol altına aldı ve önemli mevkileri destekçileriyle doldurdu. Yargı, ordu ve polis gibi ülke medyasının büyük bir bölümü de kontrolü altında. Muhalefet ve eleştiri bastırılıyor. Erdoğan milliyetçiliğe eğilimli ve pek fazla vicdan azabı duymayan bir popülist.”
Aynı analizde Türkiye’nin dönüm noktasında olduğu yazılıyor: “Türkiye bir dönüm noktasında olabilir. Görevdeki Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın otoriter çizgisini sürdürüp sürdüremeyeceğini ya da muhalefete ülkeyi demokratikleştirme şansı verilip verilmeyeceğini 14 Mayıs'taki parlamento ve cumhurbaşkanlığı seçimleri belirleyecek.”
Erdoğan’ın “otoriterliği” üzerine çokça araştırma ve analiz bulunuyor. Öyle ki bazı yorumlar, Erdoğan’ın otoriterlikte takipçi olmaktan ziyade diğer liderlere “model” olduğunu öne sürüyor. Venezuela, Hindistan, İran, Macaristan, Çin ve Rusya gibi ülkelerin ve liderliklerinin “otoriterliğini” anlamakta Erdoğan’ın özellikle yaklaşık son 10 yıllık iktidarının özelliklerinin önemli olduğu düşünülüyor. Örneğin Ahmet İnsel 17 Mayıs’ta Le Monde için kaleme aldığı makalesinde Türkiye’deki yönetime yeni isimler veriyor: “Erdoğanizm” ve “hiper-başkanlık”.
Benzer olarak, Almanya’daki Sosyal Demokrat Parti’den Lale Akgün 12 Mayıs’ta Deutschlanfunk’a verdiği demeçte Erdoğan'ın seçimleri tekrar kazanması halinde "Türkiye'nin İran'a benzeyeceği" uyarısında bulunuyor.
KILIÇDAROĞLU NATO İLE NORMALLEŞMENİN ADAYI
Seçimlerin sonucunda Türkiye’nin nasıl dış politika izleyeceği de en çok ele alınan konulardan.
Bu konuda yazan hemen herkesin mutabık olduğu nokta, Kılıçdaroğlu’nun NATO ve genel olarak Batı dünyasıyla daha uyumlu bir lider olacağı. Son yıllarda Türkiye’nin NATO’yla giderek daha fazla uzaklaştığı, Rusya’yla sıkı bağlar kurduğu ve Avrupa Birliği yolunun tamamen kapanmış göründüğü yazılarda öne çıkan vurgulardan.
17 Mayıs’ta Le Monde’a yazan Eski Avrupa Birliği Türkiye elçisi Marc Pierini “Yarın gelecekte Türkiye, Atlantik İttifakı ile yıkıcı bir Rusya arasındaki yerini değerlendirmek zorunda kalacak” diyor. Pierini, seçimi kim kazanırsa kazansın NATO ve AB ile ilişkilerin yeni cumhurbaşkanın “hassas seçimlerden birini” oluşturacağını söylüyor.
Le Monde’da Moskova Temsilcisi Jégo Marie okuyucu sorularını yanıtladığı bölümde bir okuyucudan gelen “Dış politika açısından, muhalefetin adayı Erdoğan'dan büyük bir kopuş ilan etmedi, bu konuda Türkiye'de bir fikir birliği var mı?” sorusunu 15 Mayıs’ta şöyle yanıtlıyor: “Muhalefet seçilseydi farklı bir dış politikası olacaktı, başlangıçta daha barışçıl, daha rasyonel. Avrupa, ABD ve NATO ile ilişkiler normale döner ve birçok çetrefilli konuyu yeniden düşünmek mümkün olurdu. Moskova ile ilişkiler bugün olduğundan daha kurumsal hale gelirdi. Erdoğan ve Putin arasındaki ilişki çok kişisel, her şey sihirli bir bağa dayanıyor. Örneğin konuşmalarının stenogramları yok, birbirlerine ne söylediklerini bilmiyoruz. Kurumsallaşmış bir ilişki olsaydı bilirdik.”
The Atlantic, Foreign Affairs, Foreign Policy, New York Times ve Washington Post gibi yayın organlarında yazılar yazan Amerikalı Nicholas Danforth ise Deutschlanfunk’a yaptığı yorumda “demokrasiye dönüş yolunun uzun olacağını” vurguluyor. “En iyi senaryo olan Erdoğan'ın iktidardan düşmesi durumunda bile”, cumhurbaşkanının yarattığı "aşırı milliyetçi ve Batı karşıtı" iklimin ülkenin başına bela olmaya devam edeceğini düşünüyor.