Yandex
16 Ocak 2025 Perşembe
İstanbul
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Mersin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Erhan Bener: Distopya ve yalnızlık

Bener, varoluşçu felsefeye hâkim, eserlerinde distopya olgusunu iyi işleyen bir yazardır. Sartre’nin dediği gibi, varoluş özden önce gelir. İnsan ne ise o değildir, ne olmuşsa odur.

Erhan Bener: Distopya ve yalnızlık
A+ A-
ÖNDER EGE

Aydınlık gazetesinde geçen günlerde sohbet ederken, konu konuyu açtı ve “Erhan Bener’i yazın, genç kuşaklar tanısın” talebi geldi. Bu öneriye mal bulmuş Mağribi gibi sarıldım, çünkü Bener, eserlerinde işlemiş olduğu varoluşçu temalar ve karamsar atmosfer nedeniyle, üzerimde iz bırakan yazarların başında geliyordu. Tabii ki onu tanıtmak değil, ancak hatırlatmak olabilir, bizim burada yazacağımız üç beş kelam.

Erhan Bener, öykücü ve romancı kimliği ile ortaya koyduğu eserler bakımından Türk edebiyatının en özgün kalemlerinden biriydi. Ne yazık ki günümüz okuru tarafından yeteri kadar tanındığını düşünmüyorum. Oysa 7 Aralık 2007 yılında 78 yaşında kaybettiğimiz Bener hakkında pek çok akademik makale ve tez yazılmıştı. Erhan Bener yazar Vü’sat O. Bener’in kardeşi, Yiğit Bener’in babasıdır.

Bener’in şiir ve öyküleri 1945’ten itibaren çeşitli dergilerde yayımlandı. Erhan Bener’in ilk romanı “Acemiler”, 1953 tarihlidir. “Kedi ve Ölüm” adlı romanı “Le Chat et la mort” adıyla, Baharla Gelen adlı romanı ise “Ce qui arriva avec le printemps” adıyla Fransızcaya çevrildi. Başka, eserleri de yabancı dillere çevrildi. Bener, roman, öykü, anı, deneme ve tiyatro oyunları dışında, çocuk kitapları, radyo oyunları ve senaryolar yazdı. Erhan Bener Fransızcadan çeviriler de yapmıştır. Yazarın, “Böcek”, “Sisli Yaz”, “Ölü Bir Deniz” ve “Yalnızlar” romanları sinema veya televizyona aktarıldı. Bunlardan “Böcek”, 1997’de Altın Portakal Ödülü’ne layık görüldü.

Erhan Bener, farkındalık yaratan eserleriyle, Fransız-Türk Kültür Cemiyeti, Yunus Nadi ve Orhan Kemal roman ödüllerine, Haldun Taner, Yunus Nadi ve Dil Derneği Ömer Asım Aksoy Öykü ödüllerine, Muhsin Ertuğrul Oyun Ödülüne layık görüldü. Edebiyatçılar Derneği Onur Ödülü altın madalyası sahibi olan Erhan Bener, Fransa’nın uluslararası “L’Officier de Lordre des arts et des Lettres” ve Uluslararası Film Festivalleri Kurumu’nun “Sanat Çınarı” unvanına da sahipti. Bu şekilde üretken bir yazarın tüm eserlerini burada zikretmek mümkün değil. “Ortadakiler”, “Köleler ve Tutkular”, “Tekilleşme” ve “Oyuncu” gibi pek çok eseri söz konusu. Bu nedenle birbirinden farklı özellikler taşıyan, çok etkilendiğim iki eserini mercek altına alarak bu büyük yazarı anmak istiyorum. Bu iki eser, “Yalnızlar” (1956, ilk baskısındaki adı: “Gordium”) ve “Loş Ayna” (1961) romanlarıdır.

Türk edebiyatının ilk distopya örneklerinden biri olan Yalnızlar, 1950’li yılların Türkiye’sinde, Edremit kasabasında geçer. Yalnızlar, taşradaki dar çevreyle çatışan küçük burjuvaların bunalımlarını, yalıtılmışlıklarını, savrulmalarını ve açmazlarını anlatır. Romanın kahramanları, yalnızlıklarından kurtulmak için sığındıkları içki şişelerinde ve karmaşık görünmekle beraber oldukça sığ olan ilişkilerde bir kez daha yalnızlaşır, büsbütün. kaybolurlar.

Kitabın yansıttığı atmosfer tipik bir distopyadır. O halde ilk defa “John Stuart Mill” tarafından kullanılan bu kavrama kısaca değinelim. Anti-ütopya, Yunanca kökenli distopya kavramı, çoğunlukla ütopik bir toplum anlayışının anti-tezini tanımlamak için kullanılır. Distopik bir toplum otoriter ve totaliter bir devlet modeli ya da benzer bir başka baskıcı sistem altında karakterize edilir. Distopyada bireyler, baskıcı düzene istemeden de olsa, boyun eğme halindedir. Bu da kaçınılmaz olarak bireyin içselliğinde yalnızlaşmaya ve yabancılaşmaya neden olmaktadır. George Orwell’in “1984” romanı önemli distopik eserlerin önde gelenleri arasında yer alır. Türk edebiyatında Yakup Kadri’nin “Yaban” romanı distopik bir çalışma olarak ilk akla gelenlerdendir.

Yalnızlar, kitabın ana kahramanı Dr. Nevzat’ın Edremit’e sürgün gelişi ve oradan ayrılışı arasında geçen üç yılı anlatır. Romandaki diğer karakterler, terzi Nuri, üsteğmen Galip, dikiş öğretmeni Nazmiye, Hilmi, Macide, Adalet, müzik öğretmeni Nermin, Fransızca öğretmeni Necati, dilsiz Musa olarak öne çıkmaktadır. Kadın kahramanlar yüzeysel ilişkilerde zaman öldürüp, bastırılmış cinselliklerinin girdaplarında boğulurken, erkek kahramanlar, terzi Nuri’nin dükkânında toplanarak her akşam içerek, yalnızlıktan kurtuluşu arasa da daha da büyük bir batağa saplanırlar. Sarhoş olarak, beyinlerini uyuşturmaktadırlar. Sağlıklı düşünme yetilerini kaybetmekte, her gün biraz daha ölmektedirler aslında. Her an beraberdirler, ama içki içmek dışında paylaşımları o kadar azdır ki, çok yalnızdırlar. Bunun dışında tensel zevklerin peşinde savrularak, yalan ve ihanet çemberinin içinde tutsak kalırlar. Taşra ortamı, eyyamcılık ve mahalle baskısı ise bu çemberi aşmalarını önleyen bir büyük engeldir. Yoksa her gün yavaşça ölmek yerine, bir defa ölmek daha mı gerçekçidir. Ezik ve esrik öğretmen Necati, bu sorunun cevabını kendince bulmuştur. Acaba bu cevap Dr. Nevzat ve diğerleri için muteber midir? Neticeyi, hayat hepsine oldukça acı bir şekilde gösterecektir.

Yalnızlar, detayları, duygusu inceden işlenmiş, uzun soluklu distopik bir anlatıdır. İnsan mutlak olarak yalnız mıdır? Hayatın anlamı nedir? Bu soruların izini sürüyor kitapta, Bener. Hayat, kimine göre sevgi, kimine göre acıyla baş etmedir. Ama değişmeyen olgu, herkesin bir şekilde yalnız olduğudur. Örneğin, çocukluğumdan itibaren kalabalıklar içinde yalnız olduğumu, sürekli olarak hissetmişimdir.

Bu arada, Vedat Türkali’nin “Bir Gün Tek Başına” romanını yazarken Erhan Bener’in Yalnızlar kitabından etkilenmiş olabileceğini düşünüyorum. Kurgu, tip ve karakterler arasında her iki roman arasında ciddi benzerlikler görülüyor. Örneğin, “Yalnızlar”ın kahramanı Dr. Nevzat ile “Bir Gün Tek Başına” romanındaki ana karakter Kenan, birbirlerine oldukça benzemektedirler.

Erhan Bener, bireyin hayatın içindeki hikâyesini anlatırken cinsellik, aşk, sevgi kavramlarını da karamsar bir atmosferde tartışır. Bener’in ayrıntılı ve titiz bir şekilde kurgulanmış eserlerindeki kahramanların çoğunun ortak noktası ütopya olgusundan uzak olmalarıdır. Kalemi polisiye türe de oldukça yatkın olan Bener, son romanını, “Eski Dostlar”, olumsuz sağlık koşulları içinde, ölümünden kısa süre önce tamamlanmıştı. Hatta yazar, kitaplaşmış halini dahi görememiştir. “Eski Dostlar”, “Sisli Yaz” gibi polisiye anlatının öne çıktığı bir eserdi. Bu satırların yazarı için ise 1960 tarihli, “Loş Ayna” diğerlerinden ayrı bir yerdedir.

Loş Ayna, yayınlandığı dönemde hemen hiç dikkat çekmemiş bir polisiye romandır. Bunun en önemli nedeninin, o dönemlerde aydın çevrelerin polisiye anlatıya karşı olan mesafeli duruşları olduğunu düşünüyorum. Serüven ve polisiye anlatının 1990’lı yıllarda Türkiye’de popülerliğinin artması ile bu eser, yıllar sonra dikkat çekmiştir.

Loş Ayna, oldukça şaşırtıcı, cesur bir giriş ile başlar. Bir anda “sex-fiction” romanı okuduğunuzu düşünürsünüz. Ancak sayfalar ilerledikçe bir polisiye kurgunun içinde kaldığınız anlaşılır. Loş Ayna’da yer alan karakterleri esir alan, karşı konulmaz tensel tutkular, hezeyanlar, şehvet, ihanet ve yalanlar gibi duygular, genellikle birçok kez yasak ilişkiler çevresinde oluşurlar. Bunlar, insanların yaşamlarının akışını değiştirdiği gibi, şüphesiz ki bir cinayetin oluşması için uygun ortam hazırlayan olgulardır. Küçük burjuva kompleksleri, kıskançlık, şehvet, doyurulmamış cinsellik, “Sisli Yaz”da olduğu gibi, “Loş Ayna”da öne çıkar. Loş Ayna, kahramanların ruh hallerini yansıtmak için iç monolog ve bilinç akışı yöntemini kullanan, yanlış bir çizgide ilerleyen ve yanlış bir sonla biten erotik, karamsar bir polisiye serüvendir. Arka planında ise 27 Mayıs 1960 Türkiyesinin atmosferi hissedilir. Ayrıca, Loş Ayna’daki “Macide” karakteri Türk edebiyatındaki sınırlı sayıdaki “femme fatale” örneklerindendir. Kitapları genellikle sinematografik özellikler taşıyan Bener’in Loş Ayna romanı yazıldığı dönemde, 1960’larda Yeşilçam tarafından filme çekilseydi “Macide” rolü için en uygun isim sanıyorum, “Sevda Ferdağ” olurdu. Günümüzde ise o rol için, belki, Burçin Terzioğlu düşünülebilir.

Sonuç olarak, Bener, varoluşçu felsefeye hâkim, eserlerinde distopya olgusunu iyi işleyen bir yazardır. Sartre’nin dediği gibi, varoluş özden önce gelir. İnsan ne ise o değildir, ne olmuşsa odur. Bu çerçevede, Erhan Bener, hiçbir zaman öne çıkarılmasa da, A. Ömer Türkeş’in dikkat çektiği üzere, Türk edebiyatında her zaman belli bir anlatım düzeyinin üzerine çıkmayı başarmış az sayıda yazardan biridir.

Son Dakika Haberleri