‘Ermeni Soykırımı’ iddiaları ve AİHM kararı
Ermeni Soykırımı yalanına son nokta AİHM’in Perinçek-İsviçre davasıyla konuldu. Vatan Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek’i AİHM 2. Dairesi ve Büyük Dairesi’nde avukat Mehmet Cengiz savundu.
AİHM’in Avrupa Konseyi’nin üstünde bağlayıcılığını olduğunu vurgulayan Cengiz, Ermeni soykırımının varlığından söz edilemeyeceğine hükmedilen AİHM kararının içtihat olduğunu belirtti. Av. Mehmet Cengiz hukuk mücadelesi ve bundan sonra Türkiye Cumhuriyeti hükümetinin yapması gerekenleri Aydınlık Avrupa için yazdı.
AV. MEHMET CENGİZ
1923 yılında Lozan'da sonlandırılan "Ermeni Soykırımı" iddiaları, Ortadoğu haritasının yeniden çizilmesi gündeme geldiğinde, emperyalistler tarafından 2000'li yılların başında tekrar ısıtılıp piyasaya sürüldü.
Bu çabaların yoğunlaştığı koşullarda, 2005 yılında Lozan Anlaşması'nın yıl dönümünde İsviçre'ye giden Doğu Perinçek, yaptığı açıklamalarda; "Ermeni Soykırımı iddialarının emperyalist bir yalan olduğunu" söyledi ve "biz soykırım yapmadık, vatanımızı savunduk" dedi.
Bu açıklamaları üzerine İsviçre'de yargılandı ve "Ermeni Soykırımını inkâr" suçunu işlediği gerekçesiyle cezalandırıldı. Perinçek, mücadelesini sürdürdü. Konuyu, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ne götürdük.
Bu başvurumuz, 17 Aralık 2013 tarihinde AİHM 2. Dairesi’nce karara bağlandı. Kararda, “Ermeni Soykırımı” iddialarını kabul etmediği için Doğu Perinçek’in cezalandırılması, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne aykırı bulundu.
Bu karar, Avrupa Konseyi üyesi 47 devlet için doğrudan bağlayıcı, diğer devletler için de gözetilmesi gereken bir uluslararası yargı içtihadı oluşturduğundan, karşı güçler harekete geçti ve bu karara AİHM Büyük Dairesi nezdinde itiraz ettiler.
AİHM Büyük Dairesi, 28 Ocak 2015 günü Strazburg’da yaptığı duruşmada İsviçre’nin itirazını görüştü ve itirazı reddederek, AİHM 2. Dairesi’nin kararını onadı.
AİHM: 1915 TEHCİRİ HOLOKOST’TAN FARKLI
Kesinleşen bu karara göre;
- Niteliği tartışılmakta olan 1915 olayları “soykırım” olarak nitelendirilemez.
- Bu konuda alınmış bir yargı kararı yoktur.
- Bu açıdan da 1915’de yaşananlar, 2. Dünya Savaşı’nda yaşanan “Yahudi Soykırımı”ndan, yani “Holokost”tan farklıdır.
- Konu, tarihçilerin tartışmaları gereken ve tartışmakta oldukları bir husustur. Dolayısıyla bu konuda parlamentolar ve mahkemeler karar veremez.
- 1915 olaylarının “soykırım” olarak nitelendirilemeyeceğinin savunulmasını yasaklamak ve bunu cezalandırmak düşünce özgürlüğüne aykırıdır.
AİHM’İN BAĞLAYICILIĞI VE TÜRKİYE’DEKİ YÖNETİM ZAAFI
AİHM, Avrupa Konseyi’nin en üst yargı organıdır. Kararları, 47 Avrupa Konseyi üyesi devleti doğrudan, diğer devletleri ise uluslararası bir içtihat olarak bağlar. Hal böyle iken, bugün AB Parlamentosu’nda, çoğunluğu aynı zamanda Avrupa Konseyi üyesi olan devletlerce “Ermeni soykırımı”ndan söz edilebiliyorsa, bu Türkiye’deki yönetim zafiyetini gösterir.
1915 olaylarını “soykırım” olarak niteleyen bir yargı kararı bulunmadığını saptayan ve aksini vurgulayan bir içtihat olan bu karar karşısında;
- “Ermeni Soykırımını tanıma” kararı alan devletler, bu parlamento kararlarını geri almalıdırlar.
- Mevzuatlarında “Ermeni Soykırımını inkâr”ı suç kabul eden ve cezalandıran devletler, mevzuatlarını derhal değiştirmelidirler.
- Benzeri kararlar alınan devletler, bu kararları ortadan kaldırmalıdırlar.
- 1915 olaylarını ders kitaplarında “soykırım” olarak niteleyen devletler, müfredatlarını buna göre değiştirmeli ve düzeltmelidirler.
İşte gerçekleştirilmesi için mücadele edilmesi gereken ilkeler bunlar. AİHM kararı, bu olanağı tanıyor. AİHM'nin "Perinçek-İsviçre" kararıyla "Ermeni Soykırımı yalanı"na son nokta konulmuştur.
SOYKIRIM YALANI KUKLA KÜRT DEVLETİ PROJESİNİN PARÇASIDIR
Buna rağmen, eğer bugün AB Parlamentosu Türkiye’ye “Ermeni Soykırımı”nı tanıma çağrısı yapabiliyorsa; bu, AİHM kararının gereği gibi değerlendirilemediğini gösterir. Gündeme getirilmek istenen “Ermeni Soykırımı” yalanı, “İkinci İsrail”i yaratma amaçlı “kukla Kürt devleti” projesinin bir parçasıdır. Onun içindir ki, AB Parlamentosu bir tarafta “Ermeni Soykırımı” yalanını dayatırken, öte yanda Mehmetçiğin bölücü teröre karşı mücadelesini durdurmasını, PKK ile müzakereye oturulmasını istemektedir.
Hal böyle iken, Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığı'nın geçen yıllarda düzenlediği "1915 Olayları Uluslararası Konferansı"nda AİHM'nin bu kararının sözünün dahi edilmeyişi, İletişim Başkanı Fahrettin Altun ve Türk Tarih Kurumu Başkanı Prof. Dr. Birol Çetin'in, "Ermeni olaylarının araştırılmasını tarihçilere bırakalım" demeleri, bizler için uyarıcı olmuştur
Bugün Hükümet ve Parlamentoda temsil edilen siyasi partilerin hepsinin Batı ile uzlaşarak sorunları çözme anlayışı, Perinçek'in Mehmetçiğe hediye ettiği AİHM zaferini değerlendirememekte, Sevr ile sonuçlanan teslimiyet çizgisine denk düşmektedir.
‘HÜKÜMET AİHM’E BAŞVURMAMIZI İSTEMEDİ’
Biz, yaşanan bu teslimiyetçi tutumu, AİHM'ye başvuru yaparken de yaşadık. Hükümet yetkililerinden, bu başvuruyu yapmalarını istediğimde bunu kabul etmediler. Bizim başvuracağımızı öğrenince de, beni arayarak "başvurmayın, reddedilir, aleyhe karar çıkarırsınız" dediler. O tarihte, "Ergenekon tertibi"yle Silivri'de tutuklu bulunan Doğu Perinçek, kararlı duruşunu sürdürdü ve başvuruda bulunmamı istedi. Daha da ilginci; "Ergenekon Davası"nda, Perinçek ve arkadaşları, "Ermeni soykırımı yalanları"na karşı mücadele etmiş olan, Rauf Dektaş Başkanlığındaki "Talat Paşa Komitesi" bünyesinde yaptıkları çalışmalar nedeniyle de suçlanmışlardı.
Türkiye’nin, hangi söylem ve biçimde olursa olsun emperyalist dayatmalara karşı Kurtuluş Savaşımıza savunabilecek bir Milli Hükümete ihtiyacı vardır.
ERMENSİTAN BAŞBAKANI KAÇAZNUNİ:
TEHCİR KARARI AMACINA UYGUNDU
Osmanlı Devleti'nin parçalanması ve topraklarının paylaşılmasını konu alan 1. Dünya Savaşı koşullarında, 100 yıl önce Anadolu’da yaşananlar, emperyalist devletler tarafından “soykırım” olarak nitelendirilirken. Kimileri, "konuyu tarihçilere bırakalım" diyerek, geçiştirmeye çalışıyorlar.
Oysa 1915 olaylarının “soykırım” sayılmayacağı hakkında pek çok bilimsel araştırma yapılmış ve yayımlanmıştır.
Osmanlı ve Sovyetler Birliği arşivleri ile Fransa, İngiltere, Almanya ve Avusturya hariciyesine ait yazışmalar bunun kanıtlarıyla doludur.
Örneğin, 1918 yılı Temmuz ayında kurulan Ermenistan Devleti'nin ilk Başbakanı olan Ovanes Kaçaznuni, kurucusu ve yöneticisi olduğu Taşnaksutyun Partisi'nin 1923'te düzenlenen "Parti Konferansı"nda şu saptamalarda bulunuyor:
- Dünya savaşı öncesinde gönüllü silahlı birliklerin oluşturulması hataydı.
- Kayıtsız şartsız Rusya'ya bağlanmışlardı.
- Türklerden yana olan güç dengesini hesaba katmamışlardı.
- Tehcir kararı amacına uygundu.
- Türkiye, savunma içgüdüsüyle hareket etmişti.
- 1918 sonlarındaki İngiliz işgali, Taşnakların umutlarını yeniden kabartmıştı.
- Ermenistan'da Taşnak diktatörlüğü kurmuşlardı.
- Denizden denize Ermenistan projesi gibi emperyalist bir talebe kapılmışlar, bu yönde kışkırtılmışlardı.
- Müslüman nüfusu katletmişlerdi.
- Ermeni terör eylemleri, Batı kamuoyunu kazanmaya yönelikti.
- Taşnak yönetimi dışında suçlu aranmamalıydı.
- Taşnak Partisi'nin artık yapacağı bir şey yoktu; intihar etmeliydi.
Evet, bütün bu saptamalar Ermenistan'ın ilk Başbakanı, Taşnaksutyun Partisi'nin kurucusu Kaçaznuni'ye ait!
Kaçaznuni, 1914'ten 1923'e uzanan süreçte, Türk-Ermeni ilişkilerinin özünü, "savaş hali" olarak ele almaktadır. Bu savaş. Kaçaznuni'nin belirlemesine göre, aslında Türkiye ile büyük emperyalist devletler arasında bir savaştı. Kaçaznuni, raporunda Türkiye'yi sorumlu tutan bir değerlendirmede bulunmuyor. Çünkü Taşnakları ve onun peşine takılan Ermenileri savaşın bir tarafı, Türkiye'yi ise savaşın diğer tarafı olarak değerlendiriyor.
ALMAN BÜYÜKELÇİSİNİN GÖZÜNDEN 1913 YILINDA OSMANLI’DAKİ ERMENİLERİN DURUMU
O tarihlerde İstanbul'daki Alman Büyükelçisi olan Vangenhaym'ın, Alman Hükümeti'ne gönderdiği 10 Haziran 1913 tarihli rapor da, 1915 olayları öncesindeki gerçek durumun ne olduğu göstermektedir.
Raporda şöyle deniliyor: "Türk Devleti'nde Ermenilerin durumunun fevkalade iyi olduğunu hiç kimse iddia edemez, fakat öte yandan da Türkiye'nin öbür sakinlerinin ve bilhassa Türklerin, Ermenilerden daha iyi durumda olduğunu yahut da Ermenilerin durumunun Türk tarihinin herhangi bir başka zamanındakinden daha fena olduğunu da hemen hemen hiç kimse ispat edemeyecektir... Ermeniler, Türkiye'de bugün, Rusya'daki Yahudilerin, Lehlilerin ve Finlilerin bulundukları duruma nispeten daha iyi durumda bulunuyorlar. Buna rağmen, bugün en etkin vasıtalarla çalışan bir propaganda, dünyanın her tarafında, Ermenilerin çektikleri azapların günden güne fazlalaştığı ve bugün Avrupa'nın müdahalesini elzem kılacak bir yüksek noktaya eriştiği intibaını uyandırmaya uğraşmaktadır".
TEHCİR KARARI İLE CEPHE GERİSİNDEKİ ERMENİLER GÖÇ ETTİRİLDİ
Birinci Dünya Savaşı'na giden süreçte bu faaliyetler hız kazandı, şiddete ve isyana dönüştü. Ayaklanan Zeytun Ermenileri, seferberliğin ilan edilmesi üzerine, 17 Ağustos 1914'te, askeri hizmete karşılık komutanları ve subayları kendileri tarafından atanacak ayrı bir "Ermeni alayı" kurmak istediler. İstedikleri kabul edilmeyince, silahlanarak dağlara çekildiler. Maraş kışlasına getirilen Ermeni erler de silahlarıyla kaçarak çeteler kurdular. Özellikle askerlere ve jandarmalara saldırdılar.
Maraş'ta telgraf bağlantısını keserek askeri kışlayı ve hükümet konağını bastılar. Takye Manastırı'nda Maraş jandarma komutanını ve askerleri öldürdüler. Müslüman köylerini yaktılar ve köylüleri katlettiler.
Erzurum ve Beyazıt (Ağrı) Ermenileri, daha seferberliğin ilk günlerinde silahlanarak, askere alınan Ermeni gençleri ise silah ve teçhizatlarıyla Rusya'ya kaçarak Ermeni gönüllü alaylarına katılmışlardı.
Van Ermenileri, Rusların sınırı geçmesi üzerine ayaklandılar ve ordunun cephede olmasından yararlanarak Van'ı ele geçirdiler. Aynı olayı Sivas'ta da gerçekleştirmek istediler ama başarılı olamadılar.
Osmanlı Devleti, 11 Nisan 1915 tarihine kadar, yani seferberliğin ilanından 10 ay sonrasına kadar, bu Ermeni isyan ve ayaklanmalarına sadece yerel güvenlik güçleriyle karşı koydu. Van'ın düşmesi ve Doğu Anadolu'nun Rus işgali altına girmesi ve bunlara rehberlik yapan Ermeni gönüllü alaylarının Müslüman halkı acımasızca yok etmesi üzerine İstanbul Hükümeti, Ermeni Patriği'ne, Ermeni milletvekillerine, komite reislerine olayların devamı halinde sert tedbirler alacağını bildirdi. Bu uyarılara rağmen isyanlar büyüyerek devam etti. Bunun üzerine Hükümet, 11 Nisan 1915 tarihine kadar hâlâ serbest faaliyet yürüten komite merkezlerini kapattı. Komite reislerini ve tahrikçileri tutuklattı. Harbiye Bakanlığı ve Başkomutanlığın isteği üzerine "Tehcir Kanunu" çıkarıldı.
3 maddeden oluşan "Tehcir Kanunu"na göre; "Savaşta... memleketin savunması ve güvenliğini korumaya ilişkin uygulamalara karşı koyma", "silahlı saldırı ve direnme" eylemlerinin "şiddetli bir şekilde" cezalandırılacağı öngörülüyor ve "askeri kurallara aykırı" davranan, "casusluk ihanetleri hissedilen" köy ve kasaba halkının "ayrı ayrı veya toplu olarak diğer yerlere sevk edilebileceği ve yerleştirilebileceği" belirtiliyordu.
İşte bu kanunun uygulanmasıyla, cephe gerisindeki Ermeni halkı toplu olarak göç ettirildi. Ayaklanmalar şiddetle bastırıldı. Göç ettirilen Ermenilerin binlercesi yollarda açlıktan ve soğuktan telef oldular.
Özetle; 1. Dünya Savaşı koşullarında Osmanlı ordusunu arkadan vurmak isteyen Ermeni çetelerine karşı alınan bu önlemler ve “tehcir”, yani “zorla göç ettirme”, “soykırım” olarak nitelendirilmekte ve Türkiye’nin önüne konulmaktadır. Türkiye’nin bu sözde “soykırım”ı tanıması istenmektedir. Arkasından tazminat ve toprak talebi gelecektir. Aynı zamanda, sürdürülen bu psikolojik savaşla, bölünme tehlikesiyle karşı karşıya getirilen Türkiye’nin önlem alması da engellenmeye çalışılmaktadır.
Yazımızı, M. Kemal Atatürk'ün değerlendirmesiyle bitirelim:
"Ermeni sorunu, Ermeni milletinin gerçek yararından çok, dünya kapitalistlerinin ekonomik çıkarlarına göre çözülmek istenen bir sorun hüviyetindeydi”. (Söylev ve Demeçler, 4 Cilt I, s. 233)