Eşcinsellik ideolojisi de aynı metotla yaygınlaştırıldı…
2006 yılında, eşcinsellerin henüz, “mazlum, masum, kimseye zararı olmayan” bir şekilde anlatıldığı, böyle bir algıyla zemin kazanıldığı ve daha sonra gücü ele geçirince, işi zorbalığa eşcinsellik faşizmine dökmediği o yıllarda, bir kız arkadaşım eşcinselleri eleştirdiğimde, bana şunları söylemişti


“1990’ların sonunda kız kardeşimle beraber ABD’ye gittik. Orada bir hambugercide çalışmaya başladık. Kalacak yerimiz yok, kendimizi sağlama almaya çalışıyoruz. 15-20 gün sonra, burgercide çalışan bir eşcinsel, bize kapılarını açtı, evinde kaldık, 1 ay sonra kendi evimize taşındık. O süreçte, Tanrı’dan, ahlaktan, erkek olmaktan bahseden, eşcinselleri kötüleyen, ‘o ahlaklı erkekler’ bizi yiyecek gibi bakıyordu. O, eşcinsel ise, dünya tatlısı, insanlara karşı son derece dürüst, kimseye zararı olmayan, aksine çok yardımsever biriydi. Şimdi, sana soruyorum: Kim ahlaklı? O eşcinsel mi, yoksa ikide bir ahlaktan, Allah’tan bahseden öteki zorbalar mı? Ahlaktan bahsedip, insanlara zarar verenler mi? İnsanları aldatan, onlara karşı şiddet kullananlar mı!”
Oysa, eşcinsel dediğiniz insanlar(!) mazlum, masum, kendi halinde, saygın bir kişiliği olan, kendi işini seven, sadece cinsel tercihi kendine ait olan, kimseye zorla bir şey yaptırmayan kişiler. İşte o zamanki algı buydu.
VUR ABALIYA!
Bu algının temelinde de, eşcinsel olmayan insanların ve toplumların “Tanrı, ahlak ve din” derken bile hep ikiyüzlü, ahlaksız ve istismarcı davranıyor olmalarıydı. İçinde yaşadığı geleneksel toplumun değerlerini ve inançlarını “kendi şahsi ahlaksızlığı, rezillikleri, dolandırıcılığı vs” için maske olarak kullanan ve bundan dolayı da toplumda yer edinen, toplumun dışlamadığı, bilakis, o ikiyüzlülüğün, bütün toplumu sarmaya başladığı dekadansta, bu ahlaksızlığı, çürümüşlüğü “eşcinsellerin” üzerine yıkarak, kendilerini temize çıkarmaya çalışıyor olması yatıyordu. Toplum ve insanlar çürüyordu ama bu çürümüşlüğe sebep, o zamanlar güçsüz bulunan “eşcinseller” gösteriliyordu. O zaman vur abalıya! İşte, bugün eşcinselliği tepemize çıkaran ve bir eşcinsellik faşizmi oluşmasını sağlayan, küreselci kültürel ideoloji, yukarıda saydığım “Tanrıya, dine inananların” “ahlaksızlığını ve ikiyüzlülüğünü” kullandı ve “eşcinselleri”, cinsel tercihleri kendilerine ait, insancıl, kimseye zararı olmayan, bilakis faydası olan, işini seven, kariyer sahibi insanlar ve topluluklar olarak zihinlere işledi, işledi ve sonunda kazandı.
İKİYÜZLÜLÜK İYİCE YERLEŞTİ
Şimdi hayvanseverliğin fanatizmi de aynı yoldan işleniyor. İnsan, toplum ve doğa ilişkilerinde müthiş bir şekilde istismarcı olan ama bu istismarcılığını, yani ahlaksızlığını en kolay yoldan başkalarına yansıtan bir toplumsal yapıda, insanlara güvenmeyen, güvenemeyen, onların zarar vermesinden emin olamayan bazı insanlar da, çâreyi “hayvanlarla dostlukta” bulmaya başladı. Bu dostluk zamanla ve tabii ki, toplumdaki çürümeyle beraber en üst seviyeye çıktı ve “hayvanseverlik fanatizmine” yol açtı. “Tanrı böyle istiyor” diye Gazze’de bebek kesenler Yahudiler, Tanrının evi denilen kiliselerde çocuklara tecavüz eden Hristiyan rahipler başta Allah için, kendi dini inancı için kurban keseceğini söyleyen insanların, kesecekleri kurbana vahşice davranmaları, onu basit meta olarak algılamaları ve kurban bayramını “et tüketim” festivaline çevirmeleri, bütün bu olumsuz ve hatta öfkelendiren bu işleri yaparken de “Allah, din, kitap, ahlak, namus” sözlerini dillerinden düşürmemeleri, bir ikiyüzlülük, güvenilmezlik ve istismarcılık olarak zihinlere iyice yerleşti.
Kendi çocuklarından başlayarak çevresindeki ve uzaktaki insanlara kadar iletişim ve hitabet için kullandığı argo sözler ve tavırlar da işin cabası. Kur’ân’da lanetli zengin Karun’u eleştirirken, kendileri Karun’dan daha zengin olanlarla gidilecek bir yer yoktu. Hümanizm lafını ağzından düşürmezken, ofisinde çalışan diğer insanlara mobbing uygulayanlarla, emekçisinin hakkını çalanlarla, hastanelerde, bebekleri üç kuruş için katledenlerle, ağızlarından bilimselcilik lafını düşürmezken, hayatlarında her türlü safsataya, spiritüel şarlatanlıklarla da gidilecek yol yoktu ve duvara dayandık. İşte, hayvanlara olan sevgisini, adeta onlara tapınacak kadar ileri götürenler, insanların ve toplumun bu çürümüşlüğüne tepki olarak buldukları bu yolda, başka bir yanlışa düştüler. Hayvanseverlik fanatizmi!
İNSANI TARİHİN DIŞINA ATMAK
İşte, insanların ve insanlığın güvenilme, çekilmez bulunduğu bu durumda, çıkış tesellisi olarak bir şöyle bir söylem ve uygulamaya geçtiler: “Hayvanlar dilsiz yaratıklar, onların kimseye zararı yok, onlar sizi aldatmaz, onlara güvenebilirsiniz, Sizin en iyi dostunuzdur.” Gazze’de, Tanrı adına bebekleri diri diri yakanları görmek istemediler, çünkü “Tanrı adına eylem yapan insanlardan” nefret etmeye başladılar. Sonra, süreç başka bir şekilde kendini göstermeye başladı ve hayvanseverlik fanatizmiyle birlikte bu insanlar, “sokak köpekleri ve hatta sahipli köpekler tarafından katledilen çocuklara, kedilere bile duyarsız kalmaya başladılar. Bir kısmı da bu çocuklar ve diğer mazlum hayvanlar için “ohh olsun!” bile diyebildi. Niye? Çünkü her türlü fanatizm insanı yoldan çıkarır. Hayvanseverlik fanatizmini ve bu duygu içinde kaybolmuş, bu fanatizme kapılmış insanları eleştirelim ama kendimize de dönüp, bir bakalım. O fanatiklerin hayvanları, daha doğrusu köpekleri sahiplendiği kadar, insanları, insanlığı, mazlumları savunup, onlara “ahlaki, adil ve dürüstçe davranabiliyor muyuz?” Onları, açken karınlarını doyurabiliyor muyuz? Onları hastayken tedavi edebiliyor muyuz? Kimsesizken, onlara sahip çıkabiliyor muyuz?
Girişte de yazdığım gibim, Küreselcilerin sistemi, bizim içini boşalttığımız ama kullanmaya devam ettiğimiz “dinî/ahlakî, insanî, kültürel” söylem ve uygulamaları, kendileri için dönüştürerek, oluşturdukları Woke ve sjw ideolojilerini benimsetmek ve yaymak için kullanıyorlar. Böylece, hem biz tu kaka edilerek, tarihin dışına atılmış oluyoruz ve hem de onlar, yeni zamanı/yeni insanlığı manipüle eden, yönetenler oluyor.