Eski çağda hastalıklar (1)
Hayatın başlangıcı, doğa, doğal olaylar (yağmur, kar, dolu, şimşek, yıldırım, gök gürültüsü, zelzele, su taşkınları, vs.), ay, dünya, yıldızlar, güneş, bulaşıcı hastalıklar ve ölüm gibi kavramlar üzerinde durmuşlar, içinde bulunduğu veya yakın ilişkide oldukları toplumların törelerine göre bazı açıklamalar ve yorumlar yapmışlar, bunlara inanmışlardır. Çözümleyemedikleri konularda, bunları, insan veya doğa üstü kuvvetlere, ilâhlara, cinlere ve şeytanlara veya mucizelere bağlamışlardır. Hastalıklar ve ölümlerin, tanrılar veya insan üstü güçler tarafından, yeryüzündeki kötü kişilere ceza olarak gönderildiğine inanmışlar ve bu inançlarını da yüzyıllar boyu devam ettirmişlerdir. Kötülüklerden ve kötü ruhlardan kurtulmak için, bu insan üstü kuvvetlere tapılması, adak verilmesi korku ve saygı duyulması ve dua edilmesi, o devirlere ait dinsel kişiler tarafından sıkı bir şekilde öğütlenirdi.Bu amaçları gerçekleştirmek için, özel yerler, tapınaklar yapıldığı gibi, tanrıların gazabından korunmak için de çeşitli hayvanların yanı sıra bazen insanlar da kurban edilirdi.
Yapılan arkeolojik kazılarda, kaya tabakaları arasında bakteri fosillerine benzeyen oluşumlara rastlandığı ve bunların milyonlarca yıl öncesine ait olduğu bildirilmiştir. Hatta, kömür tabakaları içinde bakteri fosillerinin bulunduğu tarafından da iddia edilmiştir. Permian tabakalarında rastlanılan dinozorların hastalıklı kemiklerinin bakteriler tarafından meydana getirilmiş olacağına kuvvetle bakılmaktadır. Dinozorlardan ayrı olarak, mağara ayıları ve diğer hayvanların fosillerindeki kemik bozuklukları ve eosen devrine ait üç tırnaklı atlarda tesadüf edilen diş çürüklerinin de mikrobial orijinli olabilecekleri ileri sürülmüştür.
MEZOPOTAMYA VE MISIR’DA TIP
Milattan Önce 8000-7000 yılları arasında Mezopotamya bölgesinde yaşayan insanların hastalıklar, ölümler ve bunların nedenleri hakkındaki bilgi ve görüşleri yok denecek kadar azdı. Bunların, insan üstü kuvvetler tarafından oluşturulduklarına inanıyorlar, bunlardan korkuyorlar ve bu duygularını da saygı ve tapınma tarzında gösteriyorlardı. Zamanla, halk, bazı bitki ve hayvanların zehirleyici nitelikte olduklarını ve bir kısım bitkilerin de bazı hastalıklara iyi geldiğini öğrenmiş ve böylece, yenecek veya yenmeyecek, bitki ve meyveleri belirlemişler ve hastalıkların sağaltımında kullanılacak olanları da saptamışlardır. İlkel yaşantının hüküm sürdüğü bu dönemde hayata, doğaya ve doğal olaylara insan üstü kuvvetlerin hakim olduğuna inanılırdı.
Eski Mısırlılar döneminde (MÖ. 3400-2450), yağmur sularını toplamak ve lağım sularını akıtmak için kanallar, arklar ve borular bir tür akaçlama sistemi yapılmıştır. Eski krallık devresinde başlayan bu tür çalışmalara yeni krallıklar döneminde de (MÖ. 1580-1200) devam edildiğine rastlanılmaktadır. Bu tarihlerde bazı sağlık kurallarının konulduğu ve bunlara titizlikle uyulduğu papirüslerden anlaşılmaktadır. En eski papirüs olan Kuhn papirüs 'ünde (MÖ. 1900) köpeklerdeki paraziter hastalıklardan ve muhtemelen, sığırlardaki sığır vebasından bahsedilmektedir. Bunların sağaltımı için hayvanların kendi hallerine bırakılması ve tütsü edilmeleri önerilmektedir. Smith papirüs 'ünde (MÖ.1700) yaraların sağaltımında taze etin, ve hemorajilerde koterizasyonun kullanılabileceğine dair bilgiler bulunmaktadır. Bu papirus, o devirlere ait bazı önemli tıbbi bilgiler de vermektedir. Ebers papirüs 'ünde (MÖ. 1550), hastalıkların esas nedenlerinin şeytanlar olduğu ve hastalıkların ancak sihir ve dualarla giderilebileceği belirtilmektedir. Bazı hastalıkların tedavisinde sinek ve timsah pisliklerinin ve farelerin yararlı olacağına da inanılıyordu. Hayat soluğunun da sağ kulaktan çıktığı zannediliyordu. Heredot 'un eserlerinde, Mısırlıların tuzu antiseptik olarak kullandıkları belirtilmektedir. Elliot Smith tarafından bulunan ve MÖ. 1000 yılına ait olduğu sanılan mumyalarda spinal tüberkulozise rastlandığı açıklanmıştır.
ESKİ YUNANLILAR DÖNEMİ
Eski Yunanlılar dönemi MÖ. 3400 yıllarına kadar uzanmaktadır. Ancak, bu periyoda ait bilgiler pek yeterli değildir. MÖ. 1850-1400 yıllarında bazı sağlık kurallarının konulduğu, ventilasyona dikkat edildiği, ark ve kanalların açıldığı, mabetlerin ve yerleşim yerlerinin kaynak su ve ağaçlık yerlerde kurulmasına özen gösterildiği anlaşılmaktadır. Tababet ve tedavinin kurucusu veya babası sayılan Hipokrat (Hippocrates, MÖ. 460-377), halk sağlığı ve hastalıkları konusunda 7 cilt kitap yazmış ve bunlarda sıtma, lekeli humma, çiçek, veba, tutarak ve akciğer veremine ait bilgilere yer vermiştir. Tıp alanına deneysel yöntem, gözlem ve araştırma prensiplerini getirmiş olan Hipokrat, hastalıkları vücüdun vital sıvılarındaki bozukluklara bağlamış ve hastalıkları akut, kronik, epidemik ve endemik olarak sınıflandırmıştır. Ayrıca, yaraların sağaltımında kaynatılmış su ile irrigasyonu, operatörlerinin ellerini ve tırnaklarını temizlemelerini, yaraların etrafına bazı ilaçların sürülmesi gerektiğini de vurgulamıştır. Bilgin, hastalıkların topraktan çıkan fena hava ile su, yıldız, rüzgarların yönü ve mevsimlerin etkisiyle oluştuğuna da inanmıştır (miasmatik teori). Hipokrat, aynı zamanda, 4 element (ateş, hava, su, toprak), 4 kalite (sıcak, soğuk, nem, kuru) ve vücudun 4 sıvısı (kan, mukus, sarı safra, siyah safra) üzerinde de bilgiler vermiş, bunları ve birbirleri ile olan ilişkilerini açıklayan görüşler getirmiştir. Senenin çeşitli mevsimlerinde ısının ve nemin değişmesinin hastalıkların çıkışında önemli rol oynadığını da savunmuştur. Aristo (Aristoteles, MÖ. 384-322), veba, lepra, verem, trahom ve uyuz hastalıkları ve bunların bulaşma tarzları hakkında bazı açıklayıcı bilgiler vermiştir. Ayrıca, temasla bulaşmaya da dikkati çekmiş ve vebalı hastaların soluk havasının bulaşıcı olduğunu da belirtmiştir. Empedokles (Empedocles, MÖ. 450-?), Sicilya'da bataklıkların kurutulmasının malaryayı kontrol altına alacağına değinmiş ve malarya ile bataklıklar arasında bir ilişkinin varlığını gözlemiştir. Aristofan (Aristophanes, MÖ. 422-385) malarya ve bulaşması hakkında bilgiler vermiştir. Zamanla, miasmatik görüş ve düşünüş, yerini vücuttaki doğal delikler (porlar) teorisine bırakmıştır. Bunun taraftarları arasında, Eskülap (Esclepiades, MÖ. 124), Temison (Themison, MÖ. 143-23) ve Tesalus, (Thesallus, MS. 60) gibi düşünürler bulunmaktadır. Bu bilginler arasında da bazı farklı görüşlerin olmasına karşın, genelde birleştikleri ortak nokta, vücudun doğal delikleri arasındaki uyumun değişmesinin hastalık ve ölümlerin nedeni olacağıdır. Galen (Gallenos, MS. 120-200), hastalıkların nedenleri hakkında daha ziyade, miasmatik görüşe katılmış ve desteklemiştir(miasma görüşü: topraktan çıkan fena hava ile su, yıldız, rüzgarların ve mevsimlerin etkisiyle oluştuğuna inanmıştır). Hipokrat 'ın 4 sıvı teorisini kabul etmekte, sıvıların azalması veya artmasını hastalıkların nedeni olarak göstermekteydi. Galen, gözlemlerine göre, şahısları 4 gruba (kanlı, flegmatik, safralı ve melankolik) ayırmıştır. Galen, aynı zamanda, kan almanın bazı hastalıkların sağaltımı için yararlı olacağını da düşünmüştür.
*Haftaya: Hititler, Türkler, İbraniler, Çinliler, Hindular ve Müslümanlarda tıp