Dedemin Gözyaşları’nın düşündürdükleri: Film çekmek bu kadar basit mi
Ne yazık ki bir kolaycılık var yönetmen ve yapımcılarda. Dramatik, basit ve klişe bir hikâye bulalım, usta oyunculardan oluşan bir kadro kuralım ve müzikle duygu aktarımını sağlayalım. ‘Türk milleti nasıl olsa dramın her türlüsünü seviyor’ mantığı hâlâ sürüyor
Senaristliğini ve yönetmenliğini İhsan Taş’ın üstlendiği, Halil Ergün, Erkan Petekkaya, Turgay Tanülkü, Ali İpin, Aliye Uzunatağan ve Sinan Bengier gibi oyuncuların kadroda yer aldığı Dedemin Gözyaşları beyaz perdedeki yerini aldı.
Başrolleri Halil Ergün’le Ali Kürşat Uzun’un paylaştığı film, hasta olan torununu hayatta tutabilmek için mücadele eden bir adamın hikâyesini konu ediyor. Bebekken anne ve babasını kaybeden Mustafa küçük bir sahil kasabasında yaşayan dedesiyle birlikte yaşamaya başlar. 10 yaşındayken lösemiye yakalanır.
Mustafa’yı hayatta tutan şey ise piyano olur. Sihirli Piyano kitabındaki gibi o da piyano çalarak anne ve babasının yanına gitmek ister. Hastalıktan kurtulan Mustafa, Türkiye’nin önde gelen piyanistlerinden biri olur.
Son derece dramatik bir hikayesi olan film oyuncu kadrosuyla da dikkat çekmişti. Ancak ne yazık ki film beklentileri karşılamadı.
ZEHRA’DAN BERİ SÜREN HASTALIK
İlk olarak; sanki senaryo klişelerin dizilmesi gibiydi. Daha filmin başında yaşanan trafik kazası ve ardından Mustafa’nın burnunun kanamasıyla devam eden film sonunu baştan ele veriyor. Nabizade Nazım’ın Zehra’sından beri hastalık, edebiyatın ve sinemanın yakasını bırakmıyor. Sonrasında hikâyedeki kopukluk buna ekleniyor. Anlaşılan yönetmen bu durumu duygusal müziklerle düzeltmeye çalışmış.
Senaryoda herhangi bir sürpriz, şaşırtma yok. Örneğin; Filmin daha başında kötü adamı oynayan Sinan Bengier, Kemal Bey’e (Halil Ergün) sahip olduğu sinemayı kendisine satmasını istiyor. Kemal Bey satmayınca da mecbur kalacağını söylüyor.
Mustafa hastalandıktan sonra Kemal Dede, İstanbul’da Mustafa’ya piyano alabilmek için sinemayı satmaya karar veriyor. Ancak arka cebine koyduğu parayı hırsızlara kaptırıyor.
Bu sırada kurtarıcı olarak devreye genç muhabir giriyor. Aslında habersiz biçimde Mustafa’nın hikâyesinden bir haber dizisi yapıyor ve gazetenin Mustafa’ya piyano almasını sağlıyor. Ancak senaryo o kadar gerçek dışı ki Mustafa’nın hikâyesini okuyan hırsızlar parayı danışmaya bırakıyorlar. Kemal Dede ise onları affedip gönderiyor. 10 liraya adam öldürülen ülkemizde senarist herhalde bizim memleketimizin hırsızı bile vicdanlı demek istemiş.
YAPAY ZEKÂ DAHA İYİSİNİ YAZABİLİRDİ
Yine Mustafa’nın piyanist olma süreci ayrı bir tartışma konusu. Filmde Mustafa ilk kez muhabirle birlikte piyano çalıyor. Ancak sonrasında bir anda ünlü bir piyaniste dönüşüyor. Ayrıca oyuncunun piyano çalmayı bilmediği o kadar belli oluyor ki insan hikâyeden kopuyor. İlk kez konser verdiği ve sonrasında bayıldığı sahnede Mustafa nota kâğıdı olmadan piyano çalıyor.
Kısacası Basit bir olay örgüsü, basit diyalog duygunun aktarılmasına engel oldu diyebiliriz. Filmin tek etkileyici yanı ise Ali İpin’in canlandırdığı İhsan karakteriyle Aliye Uzunatağan’ın oynadığı Canan arasındaki aşk. Canan’ın babası kızını başka biriyle evlendirmek ister. Çünkü Kore Savaşı’na katılan İhsan “ağa yanaşması”dır. Ancak Canan razı değildir. Babası İhsan’ın şehit olduğunu söyler. Gerçek ise yıllar sonra ortaya çıkar.
Filmin gala gecesinde konuşan oyuncular bu yapımın bir “sosyal sorumluluk” projesi olduğunu ve ailelere umut olmayı hedeflediğini belirtmiş. Muhabiri canlandıran Cem Kılıç, bunun da ötesine geçerek senaryonun “çok ustaca” yazıldığını dile getirmiş. İşin gerçeği doğru bir yönlendirmeyle yapay zekâ daha etkili ve daha dramatik bir senaryo yazabilirdi.
Tüm bunların haricinde filmi usta oyuncular kurtardı diyebiliriz. Sinan Bengier ve Erkan Petekkaya kötü adam rolünde hünerlerini gösterdiler. Halil Ergün ise daha doğal haliyle çıkmış diyebiliriz seyircinin karşısına. Cem Kılıç ise gazeteci rolünde başarılı bir performans sergiledi.
Ancak ne yazık ki bir kolaycılık var yönetmen ve yapımcılarda. Dramatik, basit ve klişe bir hikâye bulalım, usta oyunculardan oluşan bir kadro kuralım ve müzikle duygu aktarımını sağlayalım. “Türk milleti nasıl olsa dramın her türlüsünü seviyor” mantığı hâlâ sürüyor. Oysa Türk sinemasının ve edebiyatının birikiminin bundan çok daha fazlası olduğunu biliyoruz. Kısa yoldan gitme alışkanlığından kurtulmak şart!