Fırçasız ressam Şanlı: Tekniğimin özü AYDINLIKÇILIK
Ressam Mustafa Şanlı, son yıllarda geliştirdiği yeni tekniğinin çıkış noktasını dünya görüşüne bağlıyor. Şanlı ile yoğun emekle yarattığı eserlerini, sanatçıların içinde bulunduğu koşulları ve Filistin meselesini konuştuk
Ressam Mustafa Şanlı’nın eserleri, Fener/Balat’taki Kaffa Miro sanat galerisinde sergileniyor. Şanlı’nın “Kadın”, İstanbul”, “Keçiler” gibi farklı temalarda ortaya koyduğu işlerinin ortak özelliği, kendi geliştirdiği kazıma tekniği. Mustafa Şanlı, resimlerini fırça kullanmadan yapıyor. Tuvale vurduğu ve katmanlar halinde yer alan boyaları kazıyarak istediği tonu ve çizgileri elde ediyor. Genelde ressamlar fırça ile istediği rengi tuvale sürer. O ise boya katmanlarını kazıyarak elde etmek istediği tona ulaşıyor. Herkes resimde koyuyu boyayıp ışığı açık renklerle yaratırken o “aydınlığı kazıyarak” ışığı meydana çıkarıyor. Resimleri yakından incelendiğinde, bir keçinin tüyleri veya yolda yürüyen insanların üstünden geçen elektrik tellerinin ne kadar incelikle, bazen nokta nokta kazınarak çizildiği görülüyor. Bu yüzden resimleri fotoğraf ya da gravüre benzetilebiliyor. Mustafa Şanlı diyor ki; “Ben Aydınlıkçıyım. Aydınlığı sabırla kazıyarak çıkarıyorum.”
Şanlı, yarattığı teknik, sanatta yozlaşma, sanatçıların ihtiyaçları ve Filistin temalı sergideki eseri üzerine sorularımızı yanıtladı.
‘RESİMDE AYDINLIĞI ARIYORUM’
-
Resim sanatında bir yenilik yaptınız. Bu tekniğin özeliklerini ve nasıl keşfettiğinizi sizden öğrenmek isteriz.
Resim yapma sevdası her ressam gibi küçük yaşlarda başladı. İstanbul Devlet Güzel Sanatlar Akademisi'ne (Mimar Sinan Üniversitesi) girmeden önce de resmi seviyordum. Her zaman resim derslerim çok çok iyiydi. Akademiye girince deyim yerindeyse Türkiye'nin en nitelikli sanatçılarıyla ve onların gözetiminde resim ve sanatın diğer dallarında eğitim alma olanağım oldu. İsimlerini yâd etme anlamında şöyle bir çırpıda sayacak olursam; Prof. Dr. Ali Teoman Germenay, Özer Kabaş, Saim Bugay, okula girdikten bir yıl sonra beni atölyesine davet eden Neşat Günal hocam ve daha birçok değerli sanatçı ile çalışma, onların gözetiminde resim yapma olanağım oldu. Bence onlardan öğrendiğim birçok şey oldu ama en önemlisi, eğer ressam olacaksan bir şey olmalısın yani sen olmanı sağlayan bir şey. O öğreti doğrultusunda hep araştırıcı olmaya çalıştım. Bu uzun yolculukta birçok teknik ve resim biçiminden sonra, özellikle son yıllarda geliştirdiğim teknik, benim geçmişimle de çok uyumlu olan bir teknik oldu.
Ben yaklaşık olarak elli belki de daha fazla bir zamandır karanlığa karşı aydınlığın yanında oldum. Bir bilimsel sosyalist olarak resim anlayışım da buna uygun olmalıydı. Bu doğrultuda resimler yapmalıydım. İşte tekniğimin çıkış noktası buradan başladı. Deyim yerindeyse ben resimde aydınlığı arıyorum. Siyahın veya koyuların altındaki rengi çıkarmaya çalışıyorum. Koyuyu kazıyorum altından daha ışıl ışıl olanı bulmak yaratmak için. Bunu yaparken bir emekçi titizliği, bir köylünün toprağı kazırkenki sabrı bana hep rehber olmuştur. Hiç bir resmimi veya işimi günümüzde emperyalist ideolojinin bize dayattığı, ham hum şaralop bugün var yarın yok olacak tarzda yapmayı düşünmedim. Ne yazık ki bu çürüten ve çürümüş anlayış, bugün bütün sanat dünyasını önüne katmış sürüklüyor. Bugün sanat dünyasının önündeki en önemli görev, bu sürüklenişe önce bir set oluşturmak, sonra da günümüzde nüveleri görülen, filiz verecek olan, Avrasya’dan yükselen yeni dünyanın habercisi olan, o bugün Batı tarafından baldırı çıplaklar diye ifade edilenlerin yaratacağı büyük insanlık davasının sanatını yaratmak için yılmadan yorulmadan çalışmak gerektiğini düşünüyorum. Bu anlamda benim resimlerim yoğun emekle oluşmuştur.
‘KOLAYCILIĞA ALIŞTIRILDILAR’
-
Bu tekniği başkalarına da aktarıyor musunuz?
Bu soru çok önemli, bu tekniği başkalarına da aktarmayı çok isterim ama yukarı da bahsettiğim gibi bunu insanlara anlatınca ne yazık ki etraf kolaycılığa alıştırılmış, iki fırça sürünce resim yaptığını sanan, “oldum” diyenlerle dolu olduğu için böylesi bir üretim tarzı karşısında sıkıya gelemiyorlar. Ama eminim gelecek bu kolaycıları kolayca eleyecek. Bir ömür boyu çalışılarak elde edilen yetiyi bir ömür boyu çalışan ve üretenler kontrol edecek ve tıpkı rönesansta olduğu gibi yeni dünyanın rönesansını oluşturup ölümsüz eserler ortaya koyacaklar.
‘FOTOĞRAF SANILIYOR’
-
Şu ana kadar hangi temalar üzerine çalıştınız?
Birçok temayı ele alarak resimler ürettim. Örneğin keçiler yaptım. Niye derseniz, özellikle 1945’ten sonra Batıcılaşma ile birlikte doğal olana savaş açıldı. Keçiler için de “ormanı yok ediyor” gibi saçma sapan argümanlarla keçileri ormana sokmadılar. Sonra da adım adım azalmasına neden oldular. Biz Mart veya Ekim aylarında ağaçları budarız. Aşağıdan gelen cılız dalları keseriz ki yukarıdakiler daha gür ve sağlık olsun. İşte keçi ormanda bu işi doğası gereği yapan hayvandır. Yalnız bunu mu yapıyor? Yere döküleni yiyor, ormanı temizliyor, onunla da yetinmiyor dışkısını bırakıyor yani doğal olarak ormanı gübreliyor. Fizyolojik olarak orman için yaratılmış keçiyi ormana sokmuyoruz.
Ben buna dikkat çekmek için bir dizi farklı türde keçiler yaptım. Veya İstanbul temalı resimler yaptım. Yanından yöresinde geçip de görmediğimiz, bence birer mücevher olan, geleceğe kalacaklarından kaygı duyduğum İstanbul’un sebilleri gibi eserleri resimledim. Son dönemde Osmanlı’dan günümüze Türk kadını temalı resimler yaptım. Sıradan çalışan insanlar yaptım, örneğin atölyesinde kaynak yapan demirci gibi. Benim resimlerim hayatın içinden. Çoğunlukla fotoğraf ile karıştırıyorlar. Baskı sanıyorlar. Ancak yakından inceleyince olaya vakıf olmak mümkün oluyor. Mesela Çemberlitaş’ı resimlemiştim. Ulusal kanal kampanyasında benim de bir katkım olsun diye bu eseri bağış yapmıştım. Ne yazık ki arkadaşlar tekniğimi anlamadıkları için fotoğraf diye sattılar.
BELEDİYELER NE YAPMALI?
-
Sanatın her dalında olduğu gibi görsel sanatlarda da sanatçı açısından çeşitli zorluklar var. Sektörün ve sistemin getirdiği zorluklar. Yerel seçimler yaklaşırken belediyeler sanatçıları desteklemek için nasıl bir işlev görmeli?
Çok güzel meseleyi sordunuz. Bütün toplum katmanları gibi görsel sanatlarla uğraşan bütün sanatçılar büyük zorluklarla karşı karşıya. Burada durum daha bir vahim durumda. Diğer bütün sosyal ve siyasal tabakalar üzerinde bir sorun var ama görsel sanatlarla uğraşanların üzerinde büyük bir ekonomik baskının yanı sıra yoğun bir de kültürel çullanma söz konusu. Böyle olunca iş katmerli hale geliyor. Ne yazık ki birçok sanatçı bu durum karşısında direnemiyor ve sahadan çekiliyor. Ya da Batı’nın dayattığı gibi olmaya çalışıyor.
Büyük şehirlerdeki sanatçılar için büyük olanaklar var gibi görünüyor ama işin içyüzü tam tersi durumda ne yazık ki. Belediyelerin ve devlet kurumlarının elinde sanatçı açısından büyük olanaklar var gibi görünüyor ama gerçekte durum içler acısı. Bunu kendi yaşadığım bir durumla anlatmak isterim. Ben yukarıda da değindiğim gibi İstanbul temalı resimler yaptım. Beyoğlu Belediyesi’nin İstiklal Caddesi’nde çok güzel bir galerisi var. Orada sergilemek istedim ama bürokrasiyi aşmak deveye hendek atlatmaktan daha zor oldu. Veya Ortaköy’de çok güzel bir hamamı galeriye çevirmişler, mükemmel bir mekan. Ama İBB'nin kültür işlerine ulaşmak imkansız. Başındaki şahsın etrafında bir zevat var, onlar ayrıcalıklı, ancak onlar oralarda sergi açabilir. Ya da hiç sergi açılmaz. O zevat bir şey üretmiyorsa üretim yok demektir. Kapalı olur. Peki nasıl olmalı:
1. Bu kurumlar bütün sergi yapacaklara açık olmalı.
2. Bu kurumlar yalnızca sergi yapılan mekanlar olmamalı. Buralar, sergi yapanla sanat alıcısının buluşacağı mekanlar haline getirilmeli. Satış yapılmıyorsa serginin anlamı yarı yarıya azalıyor. Sanatçı eserini satmalı ki ayakta durabilsin.
3. Bu kurumlar nasıl diğer alanlara örneğin altyapıya, eğitime vb. alanlara yatırım yapıyorsa sanata da yatırım yapmalı. Örneğin resim almalı. Ama yalnızca yandaştan değil. Cumhuriyet’in başlarında bunun örnekleri var.
4. Devlet sanatçıya destek olmalı. Bu malzeme desteği olabilir, atölye kira desteği olabilir veya eserleri satın alarak olabilir.
‘GELECEK FİLİSTİN’İNDİR’
-
Bağımsız sanat Vakfı’nın açtığı “4 Saat Ara” sergisinde bir eseriniz bulunuyor ve bu eser gazete haberlerinde sıkça paylaşıldı. Kendisini Aydınlıkçı olarak tanımlayan bir ressam olarak bu sergi özelinde Filistin’le ilgili neler söylemek istersiniz?
Bağımsız Sanat Vakfı'nın düzenlediği “4 Saat Ara” sergisi için “böyle bir sergi var ne dersin?” dediklerinde aklımdan geçen; “Allah derim” oldu. İsrail'e vurulan o büyük darbe, insanın içine insanlık adına büyük umut ışıkları saçtığı andan itibaren aklımda hep ben ne yapabilirim fikirleri uçuşmaktaydı. Zaten bir dizi resimler, imgeler, gerçi bu sözcüğü de pek sevmem ama her neyse, geçiyordu ve bazılarının eskizlerini de çizmiştim önceden. Hatta bu resme başlamıştım ama kişisel sergi için hazırlık nedeniyle bir kenarda duruyordu. Hemen tekrar elden geçirip biraz da deyim yerindeyse geceli gündüzlü çalışarak bitirip teslim ettim.
Peki Filistin deyince ben ne mi söylemek isterim. Bununla ilgili fikirlerimi söylemeden önce burada şehit arkadaşlarım, ağabeylerimin isimlerini yazıp sonra söyleyeceklerimi demek isterim. Bora Gözen, Cafer Topçu, Kerim Öztürk, Gürol İlban, Şükrü Öktü, Yücel Özbek, Ali Kiraz, Ahmet Özdemir 1973 yılında Filistin'in bağımsız mücadelesinde İsrail askerleri tarafından şehit edildiler. O gün orada canlarını feda eden abilerimiz bugün orada başlarına bomba yağdırılan binlerce bebe ile koyu koyuna yatmaktadırlar. O topraklar orada yatan devrimci yoldaşlarımızdan dolayı benim de vatanım. Bugün Filistin halkı, bütün insanlık için, çürümüş ve bütün dünya için tehdit oluşturan Atlantik sistemi ile ön cephede mücadele ediyor. ABD ve İsrail'in başarı şansları sıfırdır, sıfır. Gelecek mazlumlarındır, Filistin’indir. Yarın doğacak günü nasıl görüyorsam bunu da öyle görüyorum. Son sözüm; diren Filistin, bütün mazlum milletlerin kalbi seninle atıyor, tabi ki benim de.
HALİÇ KIYISINDA BİR SANAT ALANI
Kaffa Miro, Fener/Balat’taki tarihi bir binada yer alan bir kafe/restoran. Fakat mekânın özelliği, üst katında bir de sanat galerisi olması. “Sanatın yemekle buluştuğu yer” sloganını taşıyan Kaffa Miro’nun giriş katında bir dijital piyano da bulunuyor ve zaman zaman konuk sanatçılarıyla misafirlerine dinleti sunuyor. Renkli Balat sokaklarından geçerek girilen mekan, Fener İskelesinin yakınında yer alıyor. Mustafa Şanlı’nın eserlerinin yer aldığı Yeşile Koşu adlı sergide, Kateryna Pozigun’un da at resimleri yer alıyor. 12 Ocak’ta sona eren sergi uzatıldı ve yalnız Mustafa Şanlı’nın eserleri ile 19 Ocak’a kadar devam edecek.