25 Ekim 2024 Cuma
İstanbul 15°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Fizikle kimyanın tuvaldeki uyumu

Yeni bir sanat anlayışına imza atan ressam Ece Clarke, sanat yolculuğunu ve bu yolculukta sanatının nasıl değişip dönüştüğünü anlattı: Fiziğin, kimyayla birleşmesine eşlik ediyor, görülmeyen, bilinmeyen bir mekân, bakmakla algılanması mümkün olmayan alanın ortaya çıkışına tanıklık ediyorum

Fizikle kimyanın tuvaldeki uyumu
A+ A-
ÇİĞDEM ERÇİN

Resim, onun günlük hayatının sıradan bir unsuruydu, bazen çatlak duvarı kapatmak için yapılan bir yağlıboya tuval, bazen bir vitraylı kapı. Ta ki ressam dayısı Niyazi Toptoprak, eline fırçayı verene kadar... Ece Clark İstanbul Fatih'te başlayan hayat hikayesini, sanatına yön veren 'an'ları ve farklı kültürlerin eserlerine nasıl yansıdığını Aydınlık Avrupa okurları için anlattı.

* Birçok ülkede resimleriniz sergilendi. Ece Clarke’ı okurlarımıza daha yakından tanıtmak istiyorum. Aydınlık Avrupa okurlarına kendinizden bahseder misiniz? Ece Clarke kimdir?

Elbette. İstanbul, Fatih Kıztaşı semtinde anneannemin küçük ama bol dayılı, teyzeli, çok hareketli evinde doğmuşum. Gözlerimi ilk açtığım bu renkli dünyada sevgi ve ilgi dolu dört yıl geçirdim. Dört yaşında annem ve babamla, babamın diş hekimi olarak çalışmaya başlayacağı Almanya’nın Dortmund şehrine yerleştik. Bir yılı anaokulu olmak üzere beş yıl Almanya’da eğitim aldım. Altmışlı yılların başında yabancılara alışık olmayan Almanların yanında büyümek pek kolay olmadı. Kendimi hep dışlanmış hissettim. Almanya anıları başlı başına bir konu olduğu için fazla detaya inmiyorum. Kendime olan özgüvenimi ancak Türkiye’de liseyi bitirirken kazanabilmiştim. İstanbul Üniversitesi Alman Dili ve Edebiyatı bölümünü 1982 yılında bitirdim. Almanca ve Türkçe öğretmeni olarak 14 yıl çalıştım. Sonrasında rehberlik lisansı aldım ve birkaç yıl da turist rehberi olarak İstanbul’da çalıştım.

ÇATLAK DUVARLARI RESİMLE KAPATMAK…

*Resme olan ilginizi ne zaman fark ettiniz? İlk serginizi açma fikri nasıl doğmuştu, sizi bu konuda destekleyen, teşvik eden kimse var mıydı?

Sanat özellikle de resim, yaşamımın hep bir parçası oldu. Ressam olan dayım, Niyazi Toptoprak’ın yağlı boya, tiner kokulu odasına gider, onu bir tuval sehpası başında seyrederdim. Evde çatlak duvarları ya da iyi gözükmeyen bir yeri kapatmak için annemin yaptığı değişik boyutlardaki yağlıboya resimler ve nakışlar günlük hayatın gidişatı içindeydi. Dolayısıyla evde resim ya da vitraylı kapı, pencerelerin yapılması bana sıradan işler gibi gelmekteydi. Fakat lise yıllarımda dayımın sökülmüş olan marleylerden birini verip “Şuna resim yap, eline fırça yakışıyor” demesi, resim yapılan dünyaya kabul edilişim gibi gelmişti. Bir daha da elimden fırçayı hiç bırakmadım. İlk sergimi dayımın önayak olmasıyla Vepa Sanat Galerisi’nde, 1986 yılında açtım. Oğlum henüz altı aylıktı o sıralarda. İlk sergilediğim resimler figüratif ve pastelle yapılmıştı. Bu sergi bana, ressam unvanını ve bununla birlikte gelen sorumlulukları yüklemişti. Böylece resim benim için sadece keyif almak için yapılan bir iş olmaktan çıkmıştı. Daha sonra İstanbul’da birçok sergim oldu.

'GİTTİĞİM HER ÜLKEDEN ÖĞRENDİM'

* Singapur’dan Katar’a kadar kültürleri çok farklı birçok ülkede yaşadınız. Bu farklı kültürlerin resimlerinize ne gibi yansımaları oldu?

Her gittiğim ülke bana yeni şeyler öğretti ve değişik işler üretmemi sağladı. Singapur’da bronz döküm yapmayı öğrendim, Lasalla Collage of Arts’da diploma aldım. Katar’da malzemelere ağırlık verdim. Çimento, altın varak gibi malzemelerle dokusal kabartma sayılabilecek soyut resimler yaptım. Arap harflerinin kıvrımları, şekilleri bana ilham kaynağı oldu. Ama asıl doğa, elementler, evren, yaşam, ölüm, felsefe ve fizik yoğun bir şekilde ilgi kaynağımı oluşturdu. Katar’da birçok sergi açmanın yanı sıra yetiştirdiğim bir grup öğrenci de sergi açtı. Katar’da birçok özel ve resmi koleksiyonlarda hala resimlerim yer almakta. Bu arada Katar’da tanıştığım ressam Faraj Daham’ın büyük desteğini gördüm.

* Katar’dan sonra sanırım Londra yolculuğunuz başlıyor. Londra’da neler yapıyorsunuz?

Evet, Katar’dan sonra Londra’ya taşındık. Kocam Andrew’nun ısrarı üzerine City&Guilds’e resim eğitimi için başvurdum. Yaptığım işlere dayanarak bana bir yıllık yoğun bir master programı önerdiler. Ayrıca bir yıl boyunca çalışacağım büyük sayılabilecek bir atölye tahsis etmeleri beni çok şaşırtmıştı. Bu süre zarfında sabah sekiz akşam altı temposuyla aralıksız çalışmak ve buradan mezun olmak beni çok mutlu etti.

'İLHAM KAYNAĞIM DOĞA'

* Çok alışılagelmedik bir resim stiliniz var. Daha evvel hiç görmediğimiz bir yöntemle sanatınızı icra ediyorsunuz. Öncelikle şunu merak ediyorum; iki boyutlu yani bildiğimiz doğa, manzara, portre gibi resimlerden vazgeçip, üç boyutlu resim yapmaya başlıyorsunuz. Yeni bir sanat anlayışı doğmuş oldu resimlerinizle birlikte. İlham kaynağınız neydi?

Aslında ben bir şeyi tuvale ya da kâğıda resmetmiyorum. Yani herhangi bir şeyi simgelemiyor, tasvir etmiyorum. Boyalar, malzemeler satıhta kalmayıp kâğıt ya da tuvalin içine tamamen işliyor ve böylece fiziğin ve kimyanın birleşmesiyle, benim de onlara yön vermemle ortaya farklı bir iş çıkıyor. İlham kaynağım her zaman doğa ve onun işleyiş tarzı olmuştur.

*Dumanı boyalarla resmetmiyor, gerçekten ateş yakarak aslında bir nevi dumanı tuvale hapsediyorsunuz. Uyguladığınız tekniği anlatır mısınız? Resimleriniz hangi işlemlerden geçiyor?

Dumanı, kâğıda ya da tuvale kimyasallarla tutturuyorum. Tuvale yapışan dumanın yarattığı formlar fraktal denilen doğal formların ta kendisi oluyor. Yaptığım iki boyutlu satıhları silindir şekline getirerek veya dalgalı şekilde yuvarlayarak işe birdenbire farklı bir boyut kazandırmış oluyorum. Bunun da getirdiği düşündürücü taraflar oluyor. Görülmeyen, bilinmeyen bir mekân, bir seferde bakmayla algılanması mümkün olmayan bir alan... Resmin farklı açılardan farklı biçimlerde görülebilmesi nedeniyle üç boyutlu resim yaptığım da söylenebilir. Bunlar yaşama bakış biçimime uygun düşen konular olduğu için şimdilik bu yolda devam ediyorum.

* Eserlerinizi silindir şeklinde sergilemenizin ve sergilerken mıktanıs kullanmanızın bir anlamı var mıdır?

Silindirler, değişime uğrattığım kağıtlar ve bunları tutturmak için kullandığım mıknatıslar yeni tarzımı oluşturdu. İşlerimin oluşmasında çok önemli rol oynayan mıknatısların da görülmesi gerektiğine karar verdim. Onları da serbestçe gösterdim. Bu nedenle silindirin ve mıknatısın önemli anlamları var. Aslında kullandığım her malzemenin potansiyeli, karakteri beni hayranlığa düşürüyor. Mıknatıs kullanmam işlerimin kendi içinde değişimlere açık olmalarını sağladı. Çok yönlü kullanılması ve içinde taşıdığı enerjiyi bilmek çok heyecan verici. Birbirine sımsıkı kenetlenmiş, aralarında kâğıt ya da alüminyum plaka olan iki mıknatısın sürekli çekimi sihirli bir olay sanki.

LONDON GROUP'UN TEK TÜRK RESSAMI

* London Group’un sanırım tek Türk belki de tek yabancı kökenli üyesisiniz, aynı zamanda yönetimde de yer aldınız. Hiç bilmeyenler için London Group’un önemi nedir?

London Group, 1913 yılında içinde Epstein’ın da yer aldığı kubist ressamlar tarafından kuruluyor. Daha sonra Henry Moor ve Barbara Hepworth gibi ünlü sanatçılar, üyeleri arasında yer alıyor. Üye sayılarını sınırlı tutan bu grup düzenli olarak sergiler düzenlemekte. London Group, günümüzde adeta bir borsa halini alan sanat anlayışına aldırmadan, hatta iki dünya savaşına da tanık olup günümüze kadar sarsılmadan geliyor. 2010 yılında bu gruba katılmak üzere seçildim. 2014 yılında yardımcı başkan olarak görev aldım. Yabancılara da açık olan bu grupta bildiğim kadarı ile tek Türküm, bununla da gurur duyuyorum.

'Göbeklitepe sayesinde geçmişle bağ kuruyoruz'

* Ankara başta olmak üzere dünyanın birçok şehrinde sergileriniz oldu. En çok ses getiren sergileriniz hangileriydi?

Yaptığım işlerin sergilenmesi konusunda şanslıyım doğrusu. Ankara Dışişleri Bakanlığı binasında, 2008’de üç katı dolduran büyük bir sergim oldu. Resimlerimin neredeyse tümünü bu büyük mekânda görmek beni çok mutlu etti. Daha sonra Paris 24 Beaubourg’da iki büyük solo sergi açtım. Sahibi Mijo Roussel Giraudy, benim sadece Paris’te değil İstanbul Contemporary’de de 2010-2011 yıllarında resimlerimin sergilenmesini sağlamıştı. Paris’te ‘La Gazette Drouot’ dergisinde yayınlanan güzel eleştirilerin ardından ‘Ddessin’ fuarında yer aldım.

On yıl kadar Vauxhalle Space stüdyolarında, birçok ünlü sanatçının da yer aldığı bir binada, atölye kullanma hakkına sahip oldum. Orada üretime dayalı, diğer sanatçılarla görüşlerimizi paylaştığımız çok güzel bir 10 yıl geçirdim. Sanatçılar için ayrılan mekanlar Margaret Thatcher zamanında parayla kiralanmaya başlıyor. Kiralayan sanatçılar da bir elemeden geçiyor. Biz 32 sanatçının atölyelerinin olduğu bina on yıl öncesinde satılıp iş yerlerine çevrildi. Hepimiz başka yerlere dağılmak durumunda kaldık. Bu büyük hangar misali binalarda open stüdyo denilen ve her yıl halka açık sergi günleri olurdu. Bu da kolektörler, galericiler ve biz, sanatçılar açısından çok avantajlıydı. Bahsettiğim stüdyoların kira ücretleri maalesef iki üç misli arttı.

Son olarak Renk Erbil’in (Devrim Erbil’in kızı) organize ettiği Türk ressamlarından oluşan sergide ben de bulundum. Bu sergi Londra’nın önde gelen sanat galerisi Saatchi’de açıldı. Pandemiye rağmen sergi çok büyük ilgi gördü. Burada ilk defa Göbeklitepe resimlerimi sergiledim.

'AYNI ÖZEN AYNI SEVGİ'

* Göbeklitepe büyüleyici bir gizeme sahip. Göbeklitepe’de sizi en çok etkileyen ve resimlerinize konu aldığınız duygu ya da figür ne oldu?

Ülkemizin tarihle yaşıt bu kültürel zenginliğinden etkilenmemek pek kolay değil. 12 bin yıl öncesinin insanlarıyla aynı coğrafyayı paylaşıyor olmanın yarattığı çarpıcı duygular “Göbeklitepe” konulu çalışmalarıma yön verdi. Binlerce yıl önceki yurttaşlarımla bir sanat ilişkisine girmenin sevinci içindeyim.

Karşımıza yepyeni kalmış gibi, çok yıpranmamış sayılabilecek durumda çıkan bu yapıtlar yetkin bir sanatın varlığını açıkça göstermekte. Bu muhteşem buluntularda tekrarlanan hayvan figürlerinin toplumsal anlamları çok düşündürücü. Boğa, tilki, aslan, akrep, kuzudan yılana kadar çeşit çeşit hayvan figürleri taşlara özenle işlenmiş. Bugün türkülerimizde, kilim desenleri ve şiirlerde sıklıkla bahsettiğimiz turna kuşunun, bundan 12 bin yıl evvel de önemli olduğunu görüyoruz. Aynı özen aynı sevgi. Bizi düşünmeye sevk eden hayal gücümüzü zorlayan bu yapıtlar aynı zamanda bunca yüzyıla rağmen aramızda bir bağ kurmamızı sağlıyor.

Son Dakika Haberleri