05 Kasım 2024 Salı
İstanbul 15°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Geçmişten günümüze Beyin göçü

Geçmişten günümüze Beyin göçü
A+ A-
DR. EREN FIRAT

Beyin göçü, yetiştirilmesi için büyük kaynak gerektiren veya yetiştiği halde ilgisizlik ve olanaksızlık nedeniyle bilim insanı, hekim, mühendis gibi vasıflı insan gücünün daha gelişmiş bir ülkeye göç etmesidir.

Beyin göçü terimini ilk kez, 1950-60'lı yıllarda İngiltere'den ABD ve Kanada'ya göçü anlatmak amacıyla 1962 yılında Royal Society tarafından kullanılmıştır.

Beyin göçü çoğunlukla yoksul ülkelerden zengin ülkelere doğrudur. Güneyden kuzeye göçe teknoloji ile ilgili öğrenci ve araştırmacılar, kuzeyden-güneye olan göçe daha çok sosyal bilimciler katılır. 2000 yılındaki göçmenlerin yüzde 60'ı gelişmekte olan ülkelerden gitmiştir. 1990-2000 arasında OECD ülkelerindeki üniversitelerden mezun olan yabancıların sayısı yüzde 63 artmıştır. OECD ülkelerinin tamamı yabancı beyin göçünü kolaylaştırıcı politikalar yürütürler. Bu ülkeler içinde beyin göçünün üçte ikisi Kuzey Amerika'ya yöneliktir. Beyin göçünden birkaç ülke yoğun olarak yararlanır. ABD'nin payı yüzde 50'dir. Buna Kanada ve Avustralya eklenirse yüzde 70, Fransa, Almanya ve İngiltere eklenirse oran yüzde 85'e ulaşmaktadır.

Yetişmiş insan gücü hareketi olarak değerlendirilen beyin göçünün geçmişi çok eski devirlere dayanır. Çeşitli dini, siyasi, bilimsel nedenlere dayanan beyin göçü ilk ve orta çağlarda bulunuyordu. II. Dünya Savaşı’ndan önce çok sayıda bilim insanı Hitler'den kaçıp ABD'ye yerleştiler. Bu Amerika'nın gelişmesinde büyük ölçüde rol oynadı. Albert Einstein da Almanya'dan ABD'ye göç eden bilim insanlarından biridir.

HİTİTLERDEN GÜNÜMÜZE

Hititler kendi doktorlarına ek olarak yabancı ülkelerden doktorlar getirmiş onları çalıştırmışlardır. Hatta III Hattuşili örneğinde olduğu gibi Antik Mısır’dan bilgi alıp, tedavide kullanılıp kullanılmayacağı sorulmuştur.

Beyin göçü tarihinin, bilimin tarihi ile başladığına dair ortak bir görüş bulunmaktadır. MÖ 600-300 yılları arasında beyin göçünün yönü Atina'ya doğruydu. MÖ 300'den sonra bilimin merkezi, beyin göçünün yönü İskenderiye'ye doğrudur. İskenderiye Kütüphanesi’nin insan gücü ihtiyacı beyin göçü ile sağlanmıştır. Bilimsel çalışma ortamı ve ücretler dünyanın değişik yerlerinden bilim insanlarını buraya toplamıştı.

M.S. 500 yılından sonra dünyanın bilim merkezi İran'ın doğusu olmuştur. Cündişapur Üniversitesi dünyanın her yanından özellikle de Hristiyan bilim insanları toplanmıştır. 8. ve 9. yüzyıllar boyunca Emevi ve Abbasiler devrinde Bağdat ve Şam da bilimin merkezi olmuştur. Kurulan merkezlere önceleri bireysel, teşvikler sonrasında Suriyeli, Yahudi, Hindu ve İranlı araştırmacılar ilgi göstermiştir.

Avrupa'da orta çağda Avrupa ülkeleri arasında beyin göçü gerçekleşmiştir. Bu zamanda devletler tarafından beyin göçünü teşvik eden ve yasaklayan kararlar alınmıştır. Avrupa'da 1250'de 20 olan üniversite sayısı, 15.yüzyıl sonlarında 80'e ulaşmıştır. Haçlıların 1204'de, Osmanlıların 1453'de İstanbul'u alması ile bilim insanları Avrupa'ya gitmiştir. Bu kişiler, Padura, Oxford, Heidelberg ve Prag'da bilim merkezlerinin kurulmasına öncülük ettiler. Ulusal devletlerin kurulması ile 14. ve 15. yüzyıllardan sonra beyin göçü durdurulmaya çalışılmıştır.

Sömürgeciliğin şekil değiştirmesi ile beyin göçü olgusu günümüzde de sürmektedir. En çok beyin göçü alan ülkeler; ABD, Kanada, Avustralya, Güney Afrika Cumhuriyeti, Almanya, Fransa, İsviçre, İsveç, Norveç’tir. En çok beyin göçü veren ülkeler ise Hindistan, Pakistan, Bağımsız Devletler Topluluğu, Çin, Filipinler, Cezayir, Fas, Tunus, İran, Mısır, Nijerya, Türki Cumhuriyetler ve Türkiye'dir.

NEDENLERİ

Beyin göçünün nedenleri; ücret eşitsizlikleri, sanayileşmiş ya da gelişmiş ülkelerin çok yüksek ücretler vermesi, gelişmiş ülkelerdeki çalışma kolaylıklarının fazla olması, teknolojinin gelişime açık olması, fırsat bolluğu, kişinin kendi mesleğinde en üst düzeyinde tatmin edilmesi, göç gönderen ülkelerin sanayi ve ticaretinin çok gelişmemiş olması, iş imkanlarının olmaması ya da uygun iş bulunmamasıdır.

GÖÇ İLKOKUL SIRALARINDA BAŞLIYOR

Beyin göçü denen olgu daha çocuklukta başlamaktadır. Genel olarak batı hayranlığı ile yetiştirilen kişiler yaşamlarının ileri döneminde batı değerlerini sorgulamadan kabul etmekte içselleştirmektedir. Daha ilkokul çağında yerinde beyin göçü yapılmakta yabancı dil eğitimi altında yetiştirilen çocuklarımız, sıraladığımız nedenlerin hiçbiri yokken bile yaşadığı ülkeye yabancıdır, ne yazık ki bu yabancılık ancak eğitimle mümkündür.

Yukarıda özetlenen nedenlerden en fazla hekimlik etkilenmektedir. Yurt dışı göçü, aslında hekimlik mesleğinin uygulanmasında karşılan güçlüklerden yalnızca biridir. Beyin göçü olgusu yalnızca bireysel gidiş değil, kamu kurum ve kuruluşlarının yolladığı kişilerde önemli bir yüzde oluşturmaktadır. Bu konuda elimizde sağlıklı sayısal değerlerin olmaması sağlıklı yorum yapmamızda önemli bir engeldir.

Kamu kurum ve kuruluşlarından yurt dışına yollananların hangi oranda yaşadıkları ülke vatandaşlığını seçtikleri bilinmesi gereken bir gerçektir.

HEKİMLERİN SORUNLARI

Ülkemizin zor koşullarında yetişen hekimlerin eğitimden uzmanlığa ve uzmanlık sonrasında yaşanan büyük sorunları vardır. Bu sorunların en önemlisi son yıllarda daha çok tanık olduğumuz hekimlik mesleğinin onursuzlaştırılması ve hekimlik uygulaması sırasında hekimlerin can güvenliği kaygılarını taşımalarıdır. Giderek azalan ekonomisi ile hekimlerin normal yaşam standartlarını sürdürmekte güçlük çekmeleridir. Burada muzdarip olanlar yalnız hekimler değil tüm sağlık çalışanlarıdır bunu akılda tutmak gerekir. Hekimler aynı zamanda yaşadıkları adaletsizlik ortamından şikayet etmektedirler. Üniversitelerdeki atamalarda yükselen adaletsizlik gene bir başka itiraz nedenidir. Hekim örgütlerinin (TTB) hekim sorunlarını çözmekte ulusal birliğin dışına çıkan uygulamaları, örnekleri fazlasıyla arttırılacak yukarıda sıralanan olaylar hekimlerin gelecek düşüncelerini umutsuzluğa sürükler niteliktedir. Bütün bu yönetimsel sorunlara karşılık ulus ötesi örgütler ülkemizi küçük düşürmek, terk edilen ülke göstermek için çaba harcamaktadır.

TIP EĞİTİMİNDE TEMEL EKSİKLİK: MÜFREDAT

Tıp eğitiminde gözlenen temel eksiklik müfredattır. Teknolojik ağırlıklı eğitim, felsefenin giderek gerilere atılması yeni bir insan tipi teknolojik hekim tipi yaratmıştır. Bilimi üretmeden bilimsel üretmeden yana olmayan hekim tipi batı ülkelerinde üretilen her tür bilgiyi sorgulamadan öğrenmekte hızla günlük pratiğe sokmakta bilinir tanınırlığı ile zamanın ruhunu en güzel şekilde yansıtmaktadır. Tekno insan vicdan yoksunu yalnızca para kazanmayı ve toplumun önüne kendini koyan insandır. Aygıt kullanımı bilgisi olan üzerindeki düğmelerin egemenliğinde olan bu yeni insan tipi her şeyi küçümsemekte ülkesinin uzağında gelecekler aramak üzere yollara düşmektedir. Bilimsel araştırmalar hep cihaza, ilaca uygun şekilde yapılmaktadır. Televizyonlarda izlediğimiz tele tabipleri bu sınıf içinde değerlendirmek mümkündür. Para sarmalında gelire dönük sağlık işletmeleri, üniversiteler kısaca özetlenen çarkın parçası olmuşlardır. Düşünsel olarak 12 Eylül’de başlayan emeği ve düşünce gücünü dışlayan yaklaşım bilgiyi felsefeyi küçümsemiş teknolojik tek boyutlu hekim tipi yaratmıştır.

Hekimlerin içine düştüğü durum yukarıda özetlediğimiz tabloyu emeğin, üretimin, bilimin, felsefenin, bağımsız düşüncenin egemenliğini kurmadan değişmez. Tıbbiyenin geçmişi yetiştirdiği birbiri ardına eklenerek geliştirdiği kuşaklar geleceğe güvenle bakmamızı sağlıyor.

Türkiye’ye geleceğimize ideallerini her şeyden üstün tutan tıbbiyelinin görevi ülkesini yüceltmek yükseltmektir. Biz hekimlere düşen görev budur.

Tıp Hitit beyin göçü