Yandex
16 Ocak 2025 Perşembe
İstanbul
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Mersin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Göçün 60. yılında dönmek daha zor

KADİM ÜLKER / VİYANA

Göçün 60. yılında dönmek daha zor
A+ A-

Türk işçilerinin Avusturya’ya göçünün 60. yılındayız. İlk kuşak işçilerin çoğu malesef hayatta değiller. Bu ilk kuşak işçileri babamdan ve işimden dolayı tanıma şansım oldu. Çok düzgün, kibar ve saygılı insanlardı. Onları tanımadan evvel, çocukluk aklı bu ya, daha sonra yakından tanıdığım babam gibi o insanların kalifiyesiz işlerde değil de, Avusturya’da müdür, genel müdür olarak çalıştıklarını sanırdım. Zira köyümüze izne geldiklerinde onları bakımlı, takım elbiseli ve kravatlı görürdüm. Köyde yaşayan öğretmenler onlara gıptayla baktıklarından, köyün tek önemli memurundan daha daha önemli işte çalışıyor olmalıydılar. Bir de eli yüzü düzgün, geliri iyi olduğu ve rahat işlerde çalışanları “senin işin Alamancılardan daha iyi” sözleriyle övülürdü. O halde “Benim babam bir işletmede müdür olsa gerek” diye düşünürdüm. Babamla 1980 yılında ilk defa Viyana’ya gelip de, kalacağımız yeri gösterince bunun böyle olmadığını kavradım. Ama yine de bir umut ışığı vardı hayallerimde. O hayallerim de babamın çalıştığı inşaatta ziyaretle yerle yeksan oldu.

Babam gibi ilk kuşak gurbetçi işçilerden, köyümün de büyüklerinden Cemal Özsoy emeklilik yıllarını Avusturya’da geçiriyor. Ziyaretine gittim. Ellerini öpüp hayır duasını almak istedim. Gözleri dolu dolu helallık istedi benden. Dertleştik, köyümüzü ve Avusturya’yı konuştuk. Cemal amca da kuşağının diğer bireyleri gibi doğum tarihi tam olarak bilinmiyor. Bunu biraz yadırgadım. Zira Cemal amcanın babası ve dedesi köyün ilk okur yazarlarından olduğunu bilirim. Cemal amca ve babamın kuşağından insanlar zor zahmet de olsa okuyup yazabiliyorsa Cemal amcanın dedesine borçlular. Dedesi köyde çocuklara kısa sürede okuma yazma öğreten eğitmenlerden. Kendi evlerinin bir odasında herhangi bir karşılık beklemeden Sivrialan köyünün 1930 doğumlu ve sonrası kuşağına bir kaç ay içerisinde okuma yazma öğrettiğini babam anlatırdı.

Annesi İsmihan oğlunu ekin biçimi sırasında, doğru olmamakla beraber, 1938’te dünyaya getirmiştir. Cemal, her köylüsü gibi ekin tarlalarında orak sallar, kuzu ve koyunların peşinde koşar. Bu koşma onu daha sonra çobanlığa hazırlar ve uzun yıllar çobanlık yapar. “Hatırladığım kadarıyla hiçbir zaman karın doyuracak ekinimiz olmadı köyümüzde” diyor. Cemal Amca köye gelen bir yabancının anısını bana aktarıyor. Köye ilk defa gelen bir yabancı, her biri 2000 metre yüksekliğin üstünde olan köyün doğusundaki Karataş’a ve batısındaki Çataltepe’ye bakar “Bu dağlar sizin köyü aç bırakır” der. Kendisine “Neden” diye sorarlar. O da “Oralarda sadece taş vardır, ot bile yoktur” biçiminde cevap verir. Öyledir de, tarlalardan kaldırılan tahıl ile saman ile zar zor mart ayına kadar gelinirdi. Cemsenin suya, toprağa düştüğü muştulanır, sonra da daşlarda tarlalarda tekesakalı yemlik ve çeşitli otların büyümesini dört gözle beklenirdi. Çiğdemin güzelliğinden başka, toprak altında kalan soğancığından bile medet umulurdu. Onları topraktan söküp öğün yapmak bile düşünülürdü.

Eli kazma kürek tutan köylüler ekinini otunu içeri attıktan sonra, sonbaharın son günlerinden itibaren Çukurova’ya gider, bahara kadar oralarda inşaat ve portakal bahçelerinde çalışırlardı. Cemal Amca, “Ben hiç Çukurova’ya gitmedim” diyor. Nedenini de babasının Alevi Dedeliği ile açıklıyor. Babası Ali Dede’nin Adana, Çorum, Ankara, Yozgat ve Suriye’de talipleri vardır. Taliplerine karşı dedelik geleneğini sürdürmesi gerekmektedir. Köyden çıkar, aylarca evine gelmediği olur. Geldiğinde de beraberinde üç beş kuruş taliplerinin verdiği hakullahı getirir. Biraz ekin, biraz hayvan ve biraz da hakullah, hepsi geçime yetmez. Dedelik geleneğini sürdürmek o kadar da kolay olmaz. Köydeki eşe dosta ufak tefek hediyeler getirir zaman zaman. Bir defasında Cemal Amcanın babası Ali Dede Suriye’den getirdiği eşarplardan dolayı kaçakçılık yaptı diye hapse atılır. Talipler bunu haber alırlar, dedelerinin ailesini mağdur bırakmamak için aralarında 800 Lira toplarlar ve Cemal Amcalara gönderirler. Cemal Amca “800 Lira çok paraydı o zaman” sözleriyle gözleri dolu dolu anlatıyor.

“Oğul, köyümüzü sen de bilirsin, işte bu şartlarda yaşamak zordu. Yurtdışına gitmek için yazıldım, kısmetim Avusturya’imiş” diyerek gurbet macerasının başlangıcını anlatıyor. 1971 yılında İş ve İşçi Bulma Kurumu üzerinden Avusturya’ya geliyor. Viyana’da büyük bir inşaat firmasında çalışmaya başlıyor. Sezon işçiliği olan inşaat işi ağır iştir, fakat parası fena değildir. Sezon işi işçiyi hem oturma hem de çalışma izninden dolayı çalıştığı işletmeye bağımlı kılardı. Yetmişli yıllarda Avusturya’da işçisini Almanya’ya kaptırmıştır. Almanya’da işçi ücreti Avusturya’dan kat kat fazladır. İşletmelerinde çalışan Türk işçileri de Almanya’ya kaptırmamak için, çalıştırdıkları işçilerin pasaportlarını kasalarında saklarlar. Zira Avusturya o zamanlar Almanya’ya geçiş için köprü oluşturur. Gözü açık, Almanya’da tanıdığı eşi dostu olanlar Almanya’ya geçer, orada çalışırlar. Babamdan bildiğim gibi Cemal amca da Almanya’ya gidememiş. İnşaatta çalışmaya devam eder. İnşaat firmalarında baharla çalışmaya işe başlanır, sonbaharda havaların soğumasıyla işten çıkarılır. İşsiz kalan inşaat işçisi kışı ya Türkiye’de ya da Avusturya’da geçirir.

İşletmeler işsiz bıraktıkları işçilerini İş Dairesi’ne değil de “eşinizin, çocuğunuzun yanına izne gidin” derlerdi. “Eş ve çocuklarının yanına gidilmesinin” istenmesinin esas nedeni, inşaat işçisinin ailesini düşünmek değildir. İşsiz Avusturya’da kalırsa, İş Dairesi’ne işsizlik parası için müracat edebilir. İşletme sahipleri işçilerin ücretlerinden kesilen paralarla da finanse edilen işsizlik parasından faydalanıp, “devlete yük olurlar” diye düşünürlerdi. İki meslektaşım seksenli yıllarda işsizlik sigortası kullanımızna ait bir araştırma yapmışlardı. Bu araştırma göçmen işçilerin işsizlik sigortasına ödemiş oldukları parayla, kullanmış oldukları farkı ortaya çıkarmıştı. Aradaki fark, iki haneli milyon Avusturya Şilin’i ile açıklanmıştı da, çalışma basına yansımadan apar topar ortadan kayıp edilmişti.

Göçün 60. yılında dönmek daha zor - Resim: 1

İnşaat işçiliğinin hem ağırlığından hem de düzensiz oluşundan, fırsatını bulan her inşaat işçisi hep bir fabrikada çalışmak istedi. İnşaatın düzensizliği vize sorunu ve çalışma izni sorununu da beraberinde getiriyordu hep. Cemal amca çalıştığı büyük bir inşaat firmasının işçi yurdunda kalır. Bir odada dört kişidirler. Yatak başı da 500 Şilin para öderler. Yataklar altlı üstlü ranzalardadır. Almanca bilmezler. “Tercüman olarak Sedat bey gelirdi” diye anlatıyor. Kendisinden çok şey öğrendiğim, kendime hep örnek aldığım ve onun iş ahlakı anlayışıyla çalıştığım Sedat Uyar Viyana’ya gelen ilk kuşak işçiler için kurtarıcı olmuştur. Uyar’ın ilk kuşak işçilerinden yardımının dokunmadığı, karlılıksız yardımına koşmadığı kimse yok gibidir. Türkiye Cumhuriyeti devleti başkonsolosu veya büyükelçisi Türk işçileri tarafından bilinmez tanınmazdı ama o “Sedat” olarak Viyana’da her Türk işçisi tarafından bilinir tanınırdı. Sedat Uyar’ın bana da ağabeylik ettiğini bilmiyordu Cemal Amca. Altmış kadar Türk işçisinin beraber kaldığı firma evinde kalmaktadır Cemal amca. Sedat ağabey kaldıkları yerde Almanca öğretme teklifinde bulunmuş. Bu teklif kabul görmemiş. Cemal Amca öğrenemediği için hayıflanıyor.

Cemal Amca inşaatın bütün bu sorunlarına son vermek için Viyana’dan Aşağı Avusturya eyaletinin bir kasabası olan St Veit’e gider. Orada yakın köylülerinin yardımıyla bir bilye fabrikasında işbaşı yapar. Altı yıl orada çalışır. Daha sonra Ternitz kasabasına taşınır. Fabrikada çalışmaya başlayınca vize, çalışma izni ve kışları işsiz kalma sorunları ortadan da kalkınca, önce büyük oğlunu, daha sonra da eşini getirir. Oğlunu kursa gönderir, sonra oğlu da çalışmaya başlar. Bilye fabrikasından bir metal işletmesine geçer, orada da sekiz yıl çalıştıktan sonra Avusturya’nın en önemli lastik işletmelerinden Semperit’e geçer. Orada da üç yıl çalıştıktan sonra emekliye ayrılır.

Emekliliğe ayrılır ayrılmaz soluğu Türkiye’de köyde alır. Emeklilikten önce yılda en fazla iki hafta gördüğü ve özlemini çektiği köyüne gider. Baharla gider, sonbaharın sonlarına kadar köyünde kalır. Son iki yıl öncesine kadar bunu eşiyle beraber her sene yeniler. Son iki yıldır eşinin sağlık durumu ciddi şekilde bozulur. Cemal Amca eşi Elmas teyzeye bakmak durumunda kalır. İndirme, kaldırma, tuvalete götür getir, yemek yedirmek, içirmek, temizlemek gibi bütün işlerin hepsi Cemal Amcayı beklemektedir. Oğlu, kızı ve gelini yardım ederler. Evde bakmak gittikçe zorlaşır, Cemal amca çok zorlanır, 80 yaşındaki adam artık eşini evirip çeviremez. Sonunda bir karara varırlar. Karar, Cemal amcaya çok ağır gelse de eşini bir ihtiyarlar bakımevine yerleştirmektir, yerleştirirler de.

Cemal Amcaya elli altmış yıldır yaşadığı ülkeye ait anılarını öğrenmek istedim. Çalıştığı işletmeleri anlattı. Başka bir anı anlatamadı. Dönüp dolaşıp altmış yıl önce yaşadığı köy anılarını anlatan Cemal amca, ilk defa ihtiyarlar bakımevinde Avusturyalılarla ilişkiye geçtiğini dile getiriyordu. Cemal amca ile konuşmada dikkat çeken özlem üç yıldır gitmediği ve görmediği köyüneydi. Bir daha ne zaman köyüne gider bilmiyor. Biliyor ancak söylemeye dili varmıyor.

Son Dakika Haberleri