Görev’i aldı varını yoğunu verdi
Aydın Uzman, Elektrik Yüksek Mühendisi. Görev Vakfı'nın ilk bağışçılarından. Aydınlık'a konuşan Uzman, varını yoğunu Görev’e teslim etme gerekçesini, “Yalandan nefret ederim. Hep gerçeğin peşindeyim. Gerçeğe en yakın yer Görev Vakfı'ydı. Bu yüzden seçtim.” sözleriyle anlattı.
Aydın Uzman’la Yeşilköy’deki evinde tanıştık. Görev Vakfı’nın ‘ilk bin üye‘ kampanyasına referans olacak yüksek bilinçte bir aydını tanımak, tanıtmak istedik. Ne düşünmüş, ne bulmuş da sayıları 5 bini geçmiş vakıflar arasında bu adresi tercih etmiş ve varını yoğunu Görev’e bağışlamış? Bilelim duyuralım, dedik. Karşımızda 80’li yaşından beklenmedik bir hafıza sahibi, zekâsı etkileyici, muziplik derecesinde şakacı bir bilge bulduk. Ziyaretimiz boyunca bir konuştuysak iki güldük.
‘BEN BENİM TÜRK’TEN BAŞKA BİR ŞEY DEĞİL’
- Sizi tanımak tanıtmak istiyoruz Aydın Bey, doğma büyüme İstanbullu musunuz?
Ordu Boztepe doğumluyum, üniversiteye kadar oradaydım. Boztepe’nin eteğinde, 100-150 metre yükseklikten Ordu’yu seyrediyordum, çok güzeldi memleketim.
- Kafkaslardan mı geliyorsunuz? Türkmenlik var mı?
Valla, her şey akla geliyor, ama ben hiçbirine önem vermiyorum. Ben benim. Gördüğünüz gibi Türk’ten başka da bir şey değilim. Ordu’da 1950’de liseyi bitirdim. İstanbul'da Teknik Üniversite’ye girdim. Maalesef orayı da bitirdim.
- Neden maalesef?
Ben okulda olmayı seviyordum. En çok da liseyi. Yalanın çok daha az olduğu dönemlerdi…
‘MENDERES’İ SAMİMİ BULMAZDIM’
- Tam da 60’lara gelirken ortalığın karışık olduğu yıllar.
Maalesef Menderes döneminin başladığı yıllardı.
- Siyasetle ilginiz o zaman mı başladı? Nasıl algılıyordunuz Menderes’i?
Samimi görmüyordum. Konuşurken riyakar bir adam konuşuyor hissi veriyordu. Hiçbir zaman güven vermedi. İnsanların konuşmasından, konuşma biçimlerinden ne olduklarını görebiliyorsunuz. Eski yönetime olan bağlılık da etkili. 60’lardan itibaren başladı siyasete ilgim. 60’ların başında bir iç ihtilal yaşadım, dışarıda da değişim oluyordu, onlar birleşti. Öyle şekillendim.
- 1960’ı nasıl yaşadınız?
Yedek subaydım, askerliğim bitmek üzereydi. Haziran sonunda bitecekti. Hiç izin kullanmamıştım, bir ay kala izin aldım, Ankara’ya gidiyorum. Bir devlet dairesinde yer bulmak, böylece İstanbul’da kalmak üzere gidiyorum. Trene bindim. Polatlı’ya geldik, tren gitmiyor.
- Yoksa günlerden 27 Mayıs mı?
Öyleymiş. 26 Mayıs akşamı binmişim kuşetli trene, ama Polatlı’da durdu. Meğerse Menderes henüz yakalanmamış. Eskişehir’den Kütahya’ya giderken yakalanmış, o zaman bizim tren yola devam etti. Ankara’ya geldik ki, Kızılay kaynıyor. Bayram havası vardı. ‘Hatırla Menderes o meşum geceyi / Kütahya yolunda yediğin tekmeyi' diye nakarat tutturmuşlardı.
- Bekliyor muydunuz böyle bir hareket?
Tabii canım… Haziran sonunda askerlik bitecek ya, tam o arada bu sürpriz oldu. İstanbul’dan Ankara’ya gidecekken bana ‘Ne yapacaksın Ankara’da' diye soruyorlar. Canım, dedim. İhtilal yapıp geleceğim. Gerçekten yolda ihtilal olmasın mı? Yani bekleniyordu, bir nokta konulacaktı.
‘ŞAKACILIK HAYATIN YÜKÜNÜ AZALTIR’
- O zaman da şakacı biriydiniz demek?
Ben benim.
- Hayata eğlenceli bir pencereden baktığınız kesin…
O şekilde bakarsak hayatın yükünü az hissediyorsunuz.
- Bu yüklerle iş hayatına başladınız. CHP’li miydiniz?
Tabii, CHP'li ve Atatürkçü.
- Aydınlıkçılarla nasıl buluştunuz?
Hiç düşünmedim, tarih bir gün değil. Ben hep gerçeğin peşindeyim, gerçeği ararım. Aydınlık, Ulusal Kanal ve Vatan Partisi, konumlanmak için bana gerçeğe en yakın yer geldi. Halk Partisi bana öyle görünmüyordu, diğer partiler gibi o da statükoyu koruyordu.
- Daha önce de Ulusal Kanal gönüllüsü olmuşsunuz… Sonra Görev Vakfı’nın kuruluşuna geldik. En başından itibaren kuruluşunda bulundunuz mu?
Sanıyorum. Kesin ifadelerle konuşmak yanıltıcı olur, ama ilk üyelerindenim.
‘SADECE VAKIF DİYE DÜŞÜNMEYELİM’
- Kimi insan 'Topluma karşı sorumluluğum var' diye yardım kuruluşlarına katkıda bulunur. Siz de bu düşünceyle mi hareket ettiniz?
Ufak tefek yardımlarım oluyordu tabi. Ama ben saha dışından karışıyordum, Görev Vakfı’na bağışçı olarak saha içine girdik. Bu Vakfın iyi işler yapacağını gördüm. Memlekete iyi bir şeyler olsun istedim. Yalandan nefret ederim. Hep gerçeğin peşindeyim, gerçeği ararım. Gerçeğin peşinden gittiğime göre, gerçeğe en yakın yerler neresiyse oralara gitmem lazım, orada bulunmam lazım. Gerçek benden kaçıyor, ben onu kovalıyorum.
- Gerçeğin kaçacak yeri kalmadı… Diğer vakıflarla karşılaştırma yapabilir misiniz?
Diğer vakıfların hiçbirini tanımıyorum. Vakıf diye değerlendirmeyelim. Ama belli bir görüşün desteklenmesi lazım. Memleketin hayrına, gerçek neresiyse onun peşindeyiz. Desteklemek zorundayız. Vakıf olsa da olmasa da onunla beraberiz. Memleket için çalışan neresi varsa onunla olmalıyız; vakıf veya başkası… Memleketin halini, memleketin nereye gittiğini görüp ona göre konumlanmak lazım.
- Okurlarımıza, Ulusal Kanal izleyicilerine bir mesajınız var mı?
Postayla göndereyim (gülüyor). Gören, düşünen insanların ne yapacağını bilmesi lazım. Benim şunu yap bunu yapma demem bir şey ifade etmez. Ulusal Kanal’dan başka yer izlemiyorum. Gazetem de şaşmaz: Aydınlık. Bu bir tatmin meselesi. Doğru haberleri oradan aldığımı varsayıyorum. Herkes gerçeğin peşini kovalasın, kaçırmasınlar.
HÜRRİYET ŞİİRİYLE KARŞILANDIK
Aydın Uzman, adımı öğrenince ilk olarak soyadım hakkında şaka yaptı, 'Hmm, diğer kardeşi nerede bıraktınız?‘ diye sordu. İsmime gelince hikâyesini merak etti. Babamın, Namık Kemal’in bir şiirinden esinlenerek Füsun adını verdiğini söyledim. Hemen o şiiri ve o mısraları okudu bize: Ne efsunkar imişsin ey didar-ı hürriyet / esiri aşkın olduk, gerçi kurtulduk esaretten!