Güzel çimenler verimli topraklar diyarında!
'Bir Uygur kadın bana bir içecek ikram etti. İçine bir miktar da buz ekleyerek servis etti. Tadına baktım ve içtiğim şeyin ayrandan başka bir şey olmadığını anladım. Biraz daha ekşi sadece. Diyarbakır’da da ekşi yoğurttan yapılan ayranın en lezzetlisi olacağına inanılır. Bu bağ beni çok mutlu etti.
Burası Sinciang Uygur Özerk Bölgesi, tabii ilk sırayı Uygurca alacak, dediler. Çincenin en güzel konuşulduğu bölgenin de Sinciang olduğunu öğreniyorum. Nedeni ise şu: Çin’in her bölgesinde dilin telaffuzunu etkileyen kuvvetli diyalektler var. Mesela Guangcu ile Hangcu diyelekleri o kadar farklıdır ki Mandarin kullanmadan sadece kendi diyalektlerini konuşsalar birbirlerini anlayamazlar. Diyalektin bu ölçüde kuvvetli olması ve ailede öğrenilmesi Mandarin’i konuşurken telaffuzda bazı değişikliklere neden oluyor. Fakat Sinciang’da Han nüfusu yoğun olmadığı için devrim sırasında yapılan eğitim seferberliği sırasında Mandarin diyalektlerden etkilenmemiş. Kelimeler çok açık ve temiz, kolayca anlaşılıyor.
Urumqi ismi Moğolca kökenli. Anlamı güzel çimenler, verimli topraklar anlamına geliyor. Qin hanedanlığı döneminden başlayarak tarih boyunca Xinjiang’a birçok defa başkentlik etmiş. 1949 yılında ise yeniden Xinjiang eyaletinin başkenti olarak seçilmiş ve ismi de bu yıl değiştirilmiş. Daha önceki ismi Di Hua (迪化) imiş. Tarih boyunca Urumqi birçok etnik grubu bugün olduğu gibi bir arada yaşatmış. Çin’de gördüğüm şehirler arasında en renkli, çok kültürlü ve tarihsel bakımdan zengin şehir Urumqi diyebilirim.
Klima açmadan güzel bir uyku uyuduktan sonra ertesi gün şehrin Kuzeydoğusunu gezmeye başladım. Burası eskiden Urumqi’nin kırsalı olarak kabul ediliyormuş ve çok sakinmiş. Bugün ise şehir bu taraftan gelişiyor ve büyüyor. Son üç yılda yapılan modern meydanlar, binalar ve alışveriş merkezleri hemen göze çarpıyor. Kısa bir zaman diliminde adeta yeni bir şehir yaratılmış burada. Fakat buradaki gözlemim şöyle oldu. Çok fazla etnik azınlık göremedim. Genellikle Han kökenli yurttaşlar buralarda bulunuyor. Bunun nedenini sorduğumda şöyle bir cevap aldım. Genellikle aynı etnik kökenden gelen insanların kültür seviyeleri yakın ve iletişimi yüksek olduğu için aynı bölgelerde yaşamayı tercih ediyorlar.
Tarih boyunca Çin’de birçok güçlü imparatorluklar kurulmuş ve yıkılmış. Tang Hanedanlığı döneminde de Çin dünyanın en güçlü imparatorluklarından bir tanesi. Tarihi ipek yolunda ticaret yapan ve Müslüman olan birçok kavim de Çin’e gelip yerleşmiş. Bilindiği üzere Sinciang tarihi ipek yolu üzerinde önemli bir konuma sahip. Zamanla başka coğrafyalardan gelip Çin’e yerleşen Müslümanlar ile Hanlar arasında evlilikler yapılmış. Bu birlikten doğan kişilere yani Çinli Müslümanlara Hui deniyor. Çin’in 56 etnik unsurlarından biri olarak kabul ediliyor. Dilleri Çince ama İslam’ın etkisi ile birlikte birçok Arapça kelime dilin içine nüfuz etmiş durumda. Çin’in her bölgesine dağılmış durumdalar. Öğle yemeğinde bir Hui restoranında çok lezzetli yemekler yedim.
Yemek sırasında bana eşlik eden dostlarıma soruyorum. Camiye giderken ve oruç tutarken zorluklarla karşılaşıyor musunuz? Çin genelinde uygulanmayan ve Sinciang’da katı olarak uygulanan bir hukuk olduğunu öğreniyorum. 18 yaşını doldurmamış insanlar reşit kabul edilmiyor. Bu sebeple 18 yaşını doldurana kadar hangi etnik kökenden ve dini inançtan gelirse gelsin herkesin cami, kilise, tapınak ve diğer kutsal mekanlarda ibadet etmeleri yasaklanmış. Bu yasaya dayanak göstererek 18 yaşındaki kişilerin oruç tutmalarına da müsaade edilmiyor. Fiziksel gelişimlerine engel olacağı sebebiyle düzenli yemek yemelerini teşvik ediyorlar. 18 yaşından sonra ise hangi dine mensup olacağı, nerede, nasıl ibadet yapacağı kişinin inisiyatifine bırakılmış. Yani devlet bireyin fiziksel ve bireysel gelişiminin tamamlanmasına kadar geçen sürede bireyi her dine eşit mesafede tutmaya çalışıyor. Sonrasına ise karışmıyor.
Urumçi’de din bilimleri vermek ve din adamı yetiştirmek için kurulmuş büyük bir İslam Okulu var. Buradaki kişiler oruç tutabiliyor. Bir çeşit lise burası. Daha sonra imam ve müezzin olarak devlet tarafından görevlendiriliyorlar.
Sinciang Müzesini ziyaretle gezime devam ediyorum. Burada birçok etnik grubun tarihi temsil ediliyor. Uygur, Kazak, Han, Kırgız ve Moğol halklarının Sinciang kültürünün zenginleşmesine yaptıkları katkıları müzede görmek mümkün. Yine bu müze, Kuzeydoğu tipi malzemelerinin (Gansu, Çinghai), boyalı çanak çömlek kültürünün, yeşim taşı, bronz süs eşyaları, bakır aynalar ve ipek MÖ 1600’lerde burada da göründüğünü gösteriyor. Yani Batı Çin ile Doğu Çin arasındaki kültürel alışveriş kaba bir hesapla 3600 yıl önce (Tunç Çağı/Erken Demir Çağı) başlamış. Çok renkli, görülmeye değer bir müze.
Müze gezisini bitirdikten sonra Urumçi’nin hem tarihi hem de en yoğun merkezlerinden biri olan ‘Da Bazar / Büyük Çarşı’yı görmeye gittim. Büyük çarşı gerçekten çok kalabalıktı. Güzel bir Uygur kadın bana bir içecek ikram etti. İçine bir miktar da buz ekleyerek servis etti. Çekinerek tadına baktım ve içtiğim şeyin ayrandan başka bir şey olmadığını anladım. Biraz daha ekşi sadece. İsmini sordum ‘on dog’ dedi. Diyarbakır’da da ekşi yoğurttan yapılan ayranın en lezzetlisi olacağına inanılır. Bu bağ beni çok mutlu etti.
Büyük Çarşı çok güzel bir yer. Burada her etnik kökenden gelen insanlar serbestçe ticaret yapıyorlar. Biri hafta içi biri hafta sonu olmak üzere iki defa Büyük Çarşı’ya gittim. İkisinde de adım atacak yer yoktu. Herkes birbirine karşı çok nazik. Başta Uygur olmak üzere Kazak, Kırgız ve diğer halkların yemeklerini ve içeceklerini tadabileceğiniz bir yer. Pazarın tam içinde büyük bir cami var. İsmi Erdaoqiao(二道桥). Gecede gündüz de ayrı güzel görünüyor. Tatarlara ait bir cami imiş. Yaklaşık iki yüz metre ileride bir de Kazak cami bulunuyor.
Meydanın hemen yanında durmak bilmeyen bir Uygur müziği ve bu müzikle dans eden yüzlerce kişi dikkatimi çekti. Daha yakından bakmak için kalabalığa doğru yürüdüm. Genç yaşlı, kadın erkek, Uygur Han demeden herkes dans ediyordu. Hiçbir manzaradan bu kadar etkilenmedim. Müzik insanları birleştiriyordu. Yaşlı bir Uygur kadın, Uygur dansı öğrenmek isteyen genç bir Han delikanlısına yardımcı oluyordu. Sonradan öğrendim, bu davranış Sinciang’da çok yaygınmış. Birçok Han, Uygur dansı öğrenmek için Uygurlarla birlikte dans ediyor. Çevredeki herkes ya dans ediyor ya da dans edenleri izliyordu. Birden birinin bana dokunduğunu fark ettim. Henüz 13-14 yaşlarında bir Uygur kızı beni dansa davet etti. Dans etmeyi bilsem de bilmesem de böylesi güzel bir kızın davetini reddedemezdim. Birlikte sahneye fırladık. Herkesin gözü bizim üzerimizdeydi artık. Uzun ve sert sakallarım oralı olmadığımın en büyük kanıtıydı. Herkes dikkatli bir şekilde gözlerini bana dikmiş nasıl oynayacağımı düşünüyorlardı. Müziğin başlaması ile misket oynamaya başladım. Bana eşlik eden küçük güzel ise Uygur dans figürlerinin en güzellerini sergiliyordu. Birbirimizin etrafında dolaşıp, birbirimize gülücükler dağıtarak dansımızı tamamladık. Çevremizdeki herkes bizi alkışladı. Ne sevgi dolu, ne büyük bir zenginlik..!
Çok çeşitli Uygur ve Kazak yemeklerini tadarken aniden bastıran yağmur benim gibi hazırlıksız yüzlerce kişiyi esir aldı. Herkes ne yapacağını bilmez bir halde birbirine tutunarak güneşten korunmak için kurulmuş gölgeliklerin altında kalmaya çalışıyordu. Birden fark ettim. Yağmur yağınca hepimiz aynı şemsiyenin altında, kimliğimize bakmadan, birbirimize yardım ederek ıslanmamaya çalışıyoruz.
Hangzhou’da yaşadığım ve sık sık Şangay ve Şenzen’e gittiğim için Çin’in geneline dair bazı fikirlerim vardı. Mesela teşekkür etmek çok yaygın bir kullanım değil büyük şehirlerde. Ama Urumçi’de neredeyse herkes sorusuna cevap aldığı zaman gülümseyerek birbirine teşekkür ediyor. Misafir yemeden evvel asla yemeğe başlamıyorlar. Bir defa denedim, beş dakika bir şey yemedim. Biraz sonra yiyeceğim siz buyurun, dedim ve çay içtim. Benimle birlikte çay içip beş dakika beklediler. Sinciang misafirperverliği, masadaki her farklı yemeği ilk tadan kişinin misafir olması gerektiğini öğretmiş. Üstelik bu her etnik unsur için geçerli bir kültür.
Yol üzerinde Lanzhou’dan Urumqi’ye kadar yapılması planlanan hızlı tren inşaatını da gördüm. Fakat hızlı tren rayları boyunca ilerleyen ve rayların hemen yanına örülmüş birkaç metre yüksekliğinde beton duvarları gördüm. İlgimi çektiği için bunu da sordum. Sinciang’a özgü bir cevap daha aldım. Özellikle kışın Tanrı Dağları’ndan esen şiddetli rüzgarların hızlı trenleri etkileyebileceği hesaplanmış ve rüzgarın hızını kırmak ve trenin hızını etkilememek için böyle bir önlem alınmış.
Bundan 1300 yıl önce Tang Hanedanlığı döneminde Çin’in başkenti Xi’an idi. Bu dönemde Xi’an’da bir rahip olan Xuanzang’ın Hindistan’daki kutsal Budist dini metinleri Çin’e getirmek amacıyla Xi’an’dan Hindistan’a yaptığı hac yolculuğu anlatılmaktadır. Rahibi yolculuğu sırasındaki tehlikelere karşı korumak için Maymun Kral gönüllü olarak yolculuğa eşlik etmiştir. Yolculuklarının bir durağı da Turfan’dır. Turfan şehir merkezine 32 km mesafede olan bu alana Yanan Dağlar’ın eteğine Rahip ve koruyucularının ziyaretini temsil eden yapılar kurulmuş. 西游记 (Batı’ya yolculuk) adıyla romanlaştırılan ve hatta dizileri ve filmleri yapılan bu yolculuk önemli bir eser haline gelmiş. Aynı noktaya Guinness rekorlar kitabına da girmiş dünyanın en termometresi yapılmış.
Turfan Urumçi’ye 180 km uzaklıkta bir şehir. 630 bin kişilik bir nüfusu var. Burada Uygur dokusu çok daha belirgin. Şehre girer girmez Latin alfabesi ile yazılmış bir konfeksiyon dükkanı gördüm. Adı Miras. Gerçekten çok ilginç bir anı oldu benim için. Böyle bir isimle ticaret yapmak bile mümkün Sinciang’da. Sahi, yasak olan ne o zaman? Bir Uygur lokantasında yöresel bir yemek yedim. Haşlama et, kaynatıldığı su ile birlikte servis ediliyor. Görece kuru bir ekmek ile servis ediliyor. Nasıl yiyeceğimi sorduğumda ekmeği et suyuna doğramamı söylediler. Bir an çocukluğuma döndüm. Annem de bize et suyuna ekmek doğrar sonra içindeki kemikli eti yedirirdi. Binlerce kilometre uzakta aynı kültür, daha bozulmamış olarak sürdürülüyor. Çok mutlu oldum.
Turfan çok sıcak bir şehir. Ortalama 40-44 derece sıcaklığa sahip ve hayli kuru bir havası var. 130 km daha giderseniz çöl başlıyor, öylesi sıcak. Bununla birlikte çok lezzetli meyveleri var. Daha önce de söyledim, Sinciang’ın meyveleri Çin’de yediğim en güzel meyveler. Turfan’da özellikle üzüm bağlarını her yerde görebilirsiniz. Bu üzümler taze olarak, kurutularak ve şarabı yapılarak hem Çin’e hem de diğer ülkelere satılıyor. Bir oturuşta bir kilo üzüm yedim.
Sinciang’da gittiğim her noktada çok sıkı güvenlik kontrolleri vardı. Özellikle yabancı birini gördüklerinde hemen aracı durduruyorlar ve Sinciang’a ne zaman geldiğini, şu an nereye gideceğini, gittiğin yerden ne zaman döneceğini, Sinciang’dan ne zaman ayrılacağını soruyorlar. Pasaport kontrolü de çok sıkı. Fakat bu Türklere karşı değil her yabancıya karşı istisna gösterilmeden sıkıca uygulanan bir kontrol. Güvenlik görevlilerinin arasında birçok Uygur olduğu için daha fazla gülümsüyorlar bana. Diğer görevlilere Türk’müş bu Türk diyorlar. 32 aydır Sinciang’da herhangi bir terör saldırısı olmamış.
Sinciang’dan ayrılmadan önceki son günüm. Urumçi’ye 40 km uzaklıkta olan Changji şehrine geldim. Changji şehri Hui’lerin Sinciang’daki özerk bölgesinin başkenti. Changji tarihi ipek yolu üzerinde önemli bir durak, merkez olmuş. Bugün 530 bin nüfusa sahip olan Changji şehrinin 4 ilçesi ile birlikte nüfusu 1,4 milyona ulaşıyor. Changji’de Çin’in en büyük opera binalarından biri inşa edilmiş. Park ve bahçe alanlarını da eklersek Çin’in en büyük opera binası. İsmi Sinciang Operası. Yapımına 18 milyar Yuan harcanmış. Aynı anda 2100 kişi gösteriyi izleyebiliyor. Daha önce Hangzhou’da bir operaya katılmıştım. Aslında çok beğenmemiştim. Muhtemelen Çin kültürünün yabancısı olduğum ve dil bilmediğim içindi. Bu sebeple biraz çekinerek girdim salona. Dekorasyon, duvarların işlemeleri, her sanatsal fotoğrafın İpek Yolu ile birleştirilme çabası olağanüstü güzeldi. Oyun için söylenecek tek kelime var: muhteşem! Göze batmayan bir ayırımla Uygur, Kazak, Hui, Han, Kırgız ve Moğol kültürleri Sinciang çatısı altında öylesine güzel harmanlanmıştı ki.. Bir an bile gözümü alamadım gösteriden. Seyirciyi oyunun parçası haline getirmeye çalışan modern tarzı, at ve develeri seyircilerin ortasında maharetle kullanmaları ile sahnenin bütün salona yayılması ile tek kelimeyle olağanüstü bir gösteri.
Turfan ve çevresindeki dağlar çoraktı ve çok sıcaktı Hatta öyle ki bazı dağlara Yanan Dağlar adı verilmiş. Ne bir ağaç ne de bir su birikintisi görebiliyorsunuz göz boyunca. Urumçi’nin çevresi görece daha iyi ama orası da çorak sayılır. Son günümde Tanrı Dağlarının eteklerine görünce gözlerime inanamadım. Urumçi’ye 50, çöle 300 km uzaklıkta ormanlarla örtülmüş bir dağ silsilesi… Her köşede şelaleler, tertemiz nehirler, ağaçlarda dolaşan sincaplar ve gelinciklerle masmavi gökyüzünün altında olağanüstü güzel görünüyordu. Hava sıcaklığının 15 dereceye kadar düştüğüne tanık oldum. Halbuki bir gün önce Turfan’da hava sıcaklığı 45 derece idi. 2015 yılında düzenlenen Çin’deki kış sporları bu dağlarda yapılmış. Sinciang’ın su sorunu yaşamamasının en önemli sebebi de Tanrı Dağları’ndan gelen kar suları.
İnsan düşünmeden edemiyor. Bu kadar büyük ve zorlu bir coğrafyada çöl, ormanlar, dağlar masmavi gökyüzünün altında, sıcağın ve soğuğun her tonunda bir arada yaşayabiliyor. Doğada çölün sarısı, dağların kahverengisi, ormanların yeşili, göğün mavisi ve bulutun beyazı bu kadar imkansızlıklara rağmen uyumla birlikte yaşayabilirken neden Uygur’u, Han’ı, Kazak’ı, Hui’si, Kırgız’ı, Moğol’u ve diğerleri birlikte yaşayamasın? Coğrafya bu renkleri hiçbir şey yapmadan içinde barındırıp zenginleşirken insanlar bu zenginliği neden kendine bir tehdit olarak görsün? Coğrafya ne kadar mecbursa birlikte yaşamaya insanlar da o kadar mecbur birlikte yaşamaya. Yazın ortasında 40 derecelik sıcağın altında çektiğiniz fotoğrafın arkasında Tanrı Dağlarının hala erimemiş karlarını görürken, coğrafya buna müsaade ederken birçok ortak kültüre sahip farklı etnik kökenlerden gelen insanlar neden birbirine aynı hoşgörüyü gösteremesin? Aynı göğün altında nefes alan, aynı yağmurun altında ıslanmaktan korunmak için birbirine yer açan insanlar, komşusunu, kardeşini neden uzaklaştırsın?
Bir Uygur bana şunu söyledi. Beş yıl önce Han’lar bizim düğünlerimize katılamazdı. Çünkü şeriat polisleri yasak koymuştu. Belki aleni olarak bir şey yapmazlardı ama kuytuda köşede yapamayacakları şey yoktu. Cenazelerimizde ağlayamazdık. Çünkü ölüm Allah’ın emriydi ve ağlamak, ağıt yakmak Allah’a şirk koşmakla eşti. Düğünlerimizde kadınlarımız çıkıp Uygur danslarını yapamazlardı çünkü haramdı. Görüyorsunuz değil mi aşırı fikirlerin insanlara neler yaptırdığını.. Düğününde oynayamayan, düğününe komşusunu davet edemeyen, kayıplarına ağlayamayan, kişiyi kendisine, eşine, ailesine ve toplumuna yabancılaştıran bir aşırıcılık.. Bütün bunların geçmişte kaldığı bir dönemde gittiğim için bir Uygur’un bir Han’a dans figürleri öğrettiğini görebildim. Bir küçük Uygur güzelle doyasıya dans ettim.
* Zhejiang Üniversitesi Uluslararası Meseleler ve Küresel Yönetişim Yüksek Lisans Öğrencisi