Halit Payza’dan yazarlar geçidi: Yazmak bir iş midir?
‘Yazmak eylemi bencildir, yalnız kendisi ile ilgilenilsin ister. Yirmi dört saat yazmayı düşünmeli, sonra yazmalısınız’ diyor Halit Payza. Peki yazmak bir iş olmalı mıdır?
Halit Payza’nın iki kitabı birden yayımlandı. Minerva’nın Baykuşu ve Kendinden Uzakta Bir Yer. Minerva’nın Baykuşu’nda, Veysel Çolak, İlhan Kemal, Nevruz Uğur, İlyas Tunç, Yusuf Alper, Halim Yazıcı gibi yazarların yanı sıra Hidayet Karakuş’la söyleşiler yer alıyor.
Kendinden Uzakta Bir Yer ise bir deneme kitabı. Kitap iki bölüme ayırılmış. Berisi ve Ötesi. Berisi’ndeki yazılar bizim şair ve yazarlarımız Nâzım Hikmet, Bekir Yıldız, İrfan Yalçın, Mehmet Fuat, Reşat Nuri Güntekin, Özdemir Asaf, Ahmet Necdet, Orhan Murat Arıburun, Gülten Dayıoğlu, Nail Vahdedi Çarıkhan’dan oluşuyor. Necip Fazıl eleştirisi de bu bölümde yer alıyor.
Ötesi’ndeki yazılar adından da anlaşılacağı yabancı yazarlara ayrılmış. Stefan Zwaig, Gabriel Garcia Marquez, Galilo Galilei, 007 James Bord’un yazarı İan Lancaster Fleming, William Faulkner, Carlos Fuentes. Oldukça zengin bir içerik, önemli isimler yer alıyor kitapta. Halit Payza ile yazarlık, yazmak ve kitapları üzerine konuştuk.
Öncelikle neden yazmak gereksinimi duyuyorsunuz? Nedir yazı, ne işe yarar?
Yazınsal anlamda yazmak ya yoktan yeni bir metin üretmektir, ya da var olan bir başka metin üzerine, yeni bir şeyler söylemek. Yoktan var ederken daha özgürsünüz, var olan bir metni yeniden yorumlar, eleştirir ya da onu değerlendirirken, ondan ayrılmadan, ama ondan bütünüyle de kopmadan yazmaya girişirsiniz. Ortaya çıkan metin kendi bütünlüğü içinde sav, karşıt sav ve bileşimi içermelidir, diyalektiğe de böylesi uygun. Yoktan var ediyorsanız bu savdır. Bir başka metin üzerine yazıyorsanız, ilk metin sav ve siz karşıt savınızı ortaya koyarak/ya da o savı destekleyerek bileşime ulaşırsınız. Metin tamamlandıktan sonra okur sizin savınızı, kendi savı ile yeniden karşılaştırır ve artık kendi karşıt savını söyler ya da o da sizin savınızı onaylar.
YAZMAK BİRİKTİRMEKTEN GEÇER
Yazmak eylemi biriktirmekten geçer. Yazmak için biriktirmek zorundasınız. Nasıl biriktirilir? Bir ömürdür söz konusu olan. Başlar ama bitmez, ucu açıktır. Kitaplar, dergiler, gazeteler, görsel/işitsel medya bunun içindir. Okumadan yazamazsınız. Çin atasözü “Güneş altında söylenmedik söz yoktur” der. Yazan söyleneni yeniden ve kendine göre hem en güzel, hem en doğru ve hem de en söylenmedik biçimde söyler/yazar.
Sizce yazmak bir iş midir?
Hala biriktiriyorum ve öğreniyorum. Yazmak eylemi bencildir, yalnız kendisi ile ilgilenilsin ister. Yirmi dört saat yazmayı düşünmeli, sonra yazmalısınız. Yazmak iş olmalıdır. Hatta abartılı gibi görülse de Oktay Akbal’ın müthiş kitabının adı gibi yazmak yaşamaktır. Galiba kalemimize, vestern filmlerinde kovboyların silahlarının kabzalarına attıkları çizik gibi, çizik atmak, geriye -yok olup gideceğini bilerek- bir şeyler bırakmak için çizik atmaya çalışıyoruz, yaşadım, vardım diyebilmek için.
Kendinden Uzakta Bir Yer’e geçmeden, yazarak yaşadığınızı duyumsatabiliyor musunuz? Kaleminize attığınız çentiğin bir anlamı, önemi var mı?
Doğruyu söylemek gerekirse kendimizi avutmanın ötesine geçmiyor bu beklenti. O çentiğin, çentiği atan için bir önemi/değeri varsa da bunca kitap, bunca yazar arasında kimselerin çentiği gördüğü yok. Nice çentiği görülmemiş yazar, şair geldi geçti, adları bile duyulmadı, duyulanlar da bir süre sonra unutuldu, yazdıkları okunmaz, adları anılmaz oldu.
Doğa yasası bu, doğarsınız bir parantez açılır, yaşarsınız, parantez açık kalır, ölürsünüz ve parantez kapatılır. Sonrası en fazla doğum tarihinizle, ölüm tarihiniz arasındaki bir çiziktir kalan.
YAZI EVRENİ METALAŞTI
Günümüzden bakarsak, siz yazma konusunda neler söylersiniz?
Günümüz yazın evreni metalaşmış, marka olmuş, kitapları satacağından kuşku duymayan medyatik yazarlarla/şairlerle dolu. Kitapları çıktığında televizyon kanaldan kana koşarlar, sermaye dergilerine kapak olurlar, o dergiler sayfalarını ona ayırırlar, söyleşirler, hatta dosya konusu yaparlar.
Marka değeriniz yoksa kitaplarınızın ne dağıtımı ne tanıtımı yapılır. Küller küllere, tozlar tozlara karışır küllerin arasında, toz dumanda yiter gidersiniz ne kitabınız bilinir ne adınız anılır. Aslında bakarsınız ki bu bataklıkta kurtulmak için çırpınırken daha çok batmışsınızdır, bataklık sizi yutmuş, sindirmiştir. Oğuz Atay gibi söylemek gerekirse ‘Ey okur neredesin, ben buradayım’ demek gerekir. Oldukça umutsuz ve karamsar konuştuğumun bilincindeyim. Yine de umutlu bir sonla bu sorunuzu yanıtlayayım: Önemli olan birilerinin sizi görmesi kadar sizin kendinizi onlara göstermenizdir. Ne derler Halik bilmezse Malik bilir. Varsın bilmesinler biz yine de varız, işte bu da bizim kalemimize attığımız bir çizik, evrene merhabamız.
Nâzım Hikmet’le ilgili ‘Somedeva ya da Nam-ı Diğer Hasan Ali Ediz’ yazınızda Nâzım Hikmet’e yapılan bir haksızlık üzerinde ve Hasan Ali Ediz örneği üzerinde duruyorsunuz…
Nâzım bunu Benerci Kendini Niçin Öldürdü’de anlatır. Benerci Nâzım Hikmet’tir, Somedeva da Hasan Ali Ediz. Her ikisi de bir dönemler yoldaştırlar. Materyalist olmak için maddeyi ne kadar anlamak gerekirse, Nâzım’ı anlamak için Benerci’yi anlamak da o kadar gerekir. Dava arkadaşları Benerci’yi muhbir varsayarak partiden uzaklaştırırlar. 1930’lu yıllarda dönemin önemli solcu, adları komüniste çıkmış siyaset ve yazı insanları olan Hikmet Kıvılcımlı, Eczacı Vasıf, Vedat Nedim Tör, Şevket Süreyya Aydemir vs. Nâzım’la parti içi çekişmeler nedeniyle anlaşamazlar. Nâzım’ın TKP’den atılmasında diğer gerekçelerle birlikte Hasan Ali Ediz’in de payı vardır. Nâzım’ın Türkiye’de yeni bir TKP kurması da bundan sonradır.
Kendinden Uzakta Bir Yer kitabınızda denemeler/incelemeler yer alıyor. İrfan Yalçın’ın; “Sermaye medyası gazetelerde, televizyonlarda, yol boyu billboardlarda tanıttığı, alışveriş merkezlerinde kuleler gibi üst üste yağdığı ve satmayan kitaplarını çok satıyormuş gibi listelerde gösterdiği yazarlardan” olmadığını söylüyorsunuz…
OKUMAYAN DÜŞÜNMEYEN GÖLGE ŞÖHRETLER
Kendisine sorarsanız, yalnızca kendisinin değil, kendisi dışında başka yazarların da tanınmadığını söyleyecektir. Kendine bir görev biçiyor, İlkyaz Ölümleri kitabında kömür tozunun yirmili yaşlarda ölümüne neden olduğu Zonguldaklı şairlerden Kemal Uluser’i, Muzaffer Tayip Uslu’yu, Rüştü Onur’u anlatıyor. Bir tür unutkanlığa başkaldırı sayabiliriz. Ardından gelen isyandır. Yalçın’a göre öncelikle kitap okuru olması gereken gençliğin kültürle, sanatla, yazınla ilgilisi yoktur. Ben de öyle düşünüyorum, bunlardan kaçan gençlik, televizyonlara, cep telefonlarına, televizyondaki magazin programlarına, biri bitip biri başlayan ve asla sonu gelmeyecek gibi görünen dizilere, maçlarda ve doksan dakika süren maçların saatler süren tartışmalarına sığınmışlar, orada boğulup, yitmişlerdir.
Okumayanların, düşünmeyenlerin, medyadaki gölge şöhretlerin çokça olduğu bir ülkede, gerçek yazın insanları, bilim insanları nasıl tanınabilirler? Böylelikle sorunuza karşı soruyla yanıt vermiş oluyorum. Kitabın adına gelince; şu dizeler de İrfan Yalçın’ındır, kitabın ismi bu dizelerden gelir; “Belki ben de ölürüm kendinden uzak bir yerde, / Belki sen gelirsin, akşam olur.”
MUSTAFA KEMAL’İN ÇALIKUŞU’SU
Mehmet Fuat’sız Eleştiri ve Deneme Eksik’te yine Nâzım var. Bu kez Mehmet Fuat ekseni üzerinden Piraye ile Nâzım Hikmet ilişkisini anlatıyorsunuz. ‘Reşat Nuri Güntekin İçin Nihavent Bir Karacaahmet Senfonisi’nde neredeyse unutulanlar listesine giren Reşat Nuri’yi yeniden anımsatarak listeden çıkarmaya mı çalışıyorsunuz?
Reşat Nuri için ‘Kadro’ hareketinden önce ‘Kadrocu’ tanımını rahatlıkla yapabilecek durumdayım. Çalıkuşu’nun Feride’si, idealist bir öğretmen olarak Cumhuriyet düşüncesi ile özdeşleşir. Mustafa Kemal’in Türk Kadınını yüceltme politikası ile örtüşür. Mustafa Kemal henüz kurtuluşun sağlanmadığı süreçte bile kadını ikinci sınıf olmaktan çıkarmak gerektiğinin bilinciyle kadının da aydınlanması için yobazlıkla, karanlıkta da savaş vermektedir. Reşat Nuri Güntekin, Feride ile bu savaşa katılır. Mustafa Kemal’in kadının aydınlanmasının öncüllerindendir Feride. İstanbul’da iyi koşullarda öğretmenlik yapmayı elinin tersiyle iter, Anadolu’nun geri kalmış yerlerindeki insanları aydınlatmak için zoru seçer. Reşat Nuri’nin unutulmaması gerekir, umarım bir başlangıç kabul edilebilir.