11 Ocak 2025 Cumartesi
İstanbul 12°
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Mersin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Hangi Yaşar Kemal?

Yaşar Kemal; kendisini okur nezdinde itibarlı kılan iktisadi çelişkilerden uzaklaşmış kimlik temelli çelişkilerin baş sorun olarak görülmesi sürecine katkı sağlamıştır. Burada vicdanlı ve kafası karışık bir edebiyatçının vicdanının manipüle edilip belli bir alana kaydırılması söz konusudur

Hangi Yaşar Kemal?
A+ A-
KAAN EMİNOĞLU

Aydınlık’ta bir süredir devam etmekte olan Yaşar Kemal tartışmalarını serinkanlı bir şekilde üçüncü bir göz olarak izlemekteydim. Cemil Gözel tarafından kaleme alınan eleştiri de Cüneyt Akalın tarafından kaleme alınan müdafaa da haklılıklar barındırmakla birlikte birçok sakatlığa gebe gibi gözükmekteydi. Nadir Temeloğlu ise Yaşar Kemal’e ilişkin kökten bir reddiye sunmuş tartışmaya zenginlik katmıştı. Uzun yıllar boyunca üzerine düşünmüş olduğum iyi edebiyatın iyi politik görüş doğurmadığı tezi de bu tartışmaya müdahil olma isteği uyandırdı bende.               

Ortaya koyacağım iyi edebiyat tanımına ilişkin bir sınır hattı çizmek adına 'iyi edebiyat ne’liği üzerine şöyle bir değerlendirme yapılabilir: Bir edebiyat eserinin değerini o eserin gerçeklikle kurmuş olduğu ilişki belirler. Gerçeklik algısının kişisel algılar sebebiyle değişiklikler göstermesi, algıları kuvvetli insanların algısını estetize etme becerisinin zayıf olması gibi durumlar o eserin niteliğine ilişkin değer biçme konusunda bize yardımcı unsurlardır. Örneğin hırsızlık yapan bir adamın yaptığı hırsızlık esnasında yaşlı bir adamı öldürmesini anlatan romancı, faille empati kurup faili hırsızlığa iten koşulları irdeleyip okuru hırsızla empati kurmaya itip hırsızlığı ve işlenen cinayeti okur vicdanında aklayabileceği gibi; olayı yaşlı adamın mülkiyet hakkına yapılan bir saldırı ve yaşama hakkının ihlali penceresinden aktarıp okurun zihninde mağdurun durumuna ilişkin bir empati kurulumuna sebep olabilir. Bu iki tavırdan hiçbirini tercih etmeden hırsızı hırsızlığa iten mağdurun da mağduriyetini yaratan sosyal koşulları ve sınıfsal çelişkileri göz önünde bulunduran yazarsa gerçeklikle ilişkisi kuvvetli olan bir bakış açısıyla romanı okura sunmuş ve aydın edebiyatçı tavrına ortak olmuş demektir. Verdiğim örnek klasik bir olayın aktarımındaki bu üç farklı yönelimin gösterilmesi bakımından özellikle seçilmiştir. Yaşar Kemal özelinde değerlendirildiği vakit yazar romanlarında bizi mülkiyete saldıranla empati kurmaya davet eder bir tavırdadır. Bu yönüyle sol’a sempatik gelen tavır aslında doğru bakıştan uzaktır. Çünkü yazarın o mülkiyet ilişkilerindeki çelişkiyi yaratan koşulları okura aktarıp okurda belli bir adalet bilinci yaratması beklenmelidir. Yaşar Kemal romanlarındaysa kazanılan bir bilinç değil, hınçtır.  

İYİ ESTETİĞİN KÖTÜ FİKRİ VİTRİNE KOYMASI

Yaşar Kemal’in sol içinde tartışıl(a)maz, tartışılması teklif dahi edilemez konumu sol cenahta bir statikleşme yarattığı ve öz eleştiri kültürünün yitimine hizmet ettiği söylenebilir. Objektif bir bakış açısı ile değerlendirildiği vakit Yaşar Kemal’in bir roman yazarı olarak edebiyatçı ve kitleleri fikirleri ile etkileyen bir insan olarak “aydın” kimliklerini barındırdığı ya da toplum tarafından kendisine bu unvanların verildiği bir gerçektir. Bu ikilik kimi zaman “İyi edebiyatçı iyi bir aydındır.” gibi bir yanılsamayı kamuoyu vicdanına yerleştirmiştir. Oysa durumun bu şekilde olmadığı tarihsel tecrübelerle sabittir. İyi bir edebiyatçının iyi bir aydın olduğu önermesi doğru olsaydı başlarda millî mücadele karşıtı olan Refik Halit Karay’ı Sürgün romanına götürecek öz eleştirel süreç de Adalet Ağaoğlu’nu 12 Eylül Referandumu’nda evet dediği için duyduğu pişmanlığı paylaştığı dönemler de yaşamamış olurdu. Edebiyat tarihinin bize aydın olarak sunduğu Namık Kemal, Mehmet Âkif Ersoy, Ahmet Hamdi Tanpınar vs. birçok önemli edebiyatçı edebiyatımıza kazandırdıkları büyük eserleri sebebiyle fikri defoları tartışıl(a)mayan isimlerdendir. Burada iyi estetiğin kötü fikri dahi vitrine koyabilme, ona taraftar kazandırabilme becerisi olduğu sonucuna varabilmekteyiz.

Sorunumuzun kaynağı felsefesiz bir toplumun tüm vicdanını, düşünsel karakterini belirleme görevini siyasetçilere ve edebiyatçılara bırakmasıdır. Felsefenin bu topraklara ayak basamaması belli zümrelerin karanlığının düşüncenin aydınlığı karşısında teşhir olmasındandır. Bilginin fikri mülkiyetini kendi zihinsel iktidarlarında toplayan ulema sınıfının varlıklarını tehdit eden felsefi düşünceye en ufak bir yaşama alanı bırakmaması bugünkü toplumsal sorunlarımızın çözümünde felsefi bir metot bulamamamıza neden olmaktadır. Aydınlanma bilincimiz cumhuriyetle birlikte genç zihinlere aksettirilmiş olsa da geçmişten getirdiğimiz bir felsefi geleneğin olmaması toplumsal bilinç yükünü edebiyatçıların omuzlarına yıkmıştır. Edebiyatçılarımızsa bu haritasız deryada tesadüf pusulasıyla yönlerini bulmaya çalışmışlardır. Kimileri ütopya kurmuş (Örn: Başyüce Devleti-Necip Fazıl, Simeranya-Peyami Safa)   kimileri hazır ütopyalara (komünizm, kapitalizm, Turan vs.) sarılmışlardır. Burada toplumu bulunduğu dar boğazdan çıkarma hedefi olduğu kadar kişisel varlığını yüceltme amacı da edebiyatçı için cazip gelmiştir. Felsefe altyapısı olmayan toplum da edebiyatçının kurgusal gerçekliğini kurtarıcı olarak görmüş ve onu mutlak realite olarak ele almıştır. İlk başta tüm çelişkileri yaratan ana çelişki (sınıfsal çelişki) edebiyatçının ana gündem maddesiyken daha sonraları kapitalizmin edebiyata müdahalesiyle birlikte ana çelişki parçalara ayrılmış ve yan çelişkilerle etkisiz hâle getirilmiştir. Bu bölünüp yok edilme sürecinde okuyucu olarak zihni işgal edilen kitleler dinsel, millî karakterli ya da cinsiyet temelinde ele alınan tematik çözüm önerilerini kendi mizaçlarına göre alıp bunu merkez çelişki olarak görme eğilimine itilmişlerdir.       

Hangi Yaşar Kemal? - Resim : 1
Yaşar Kemal, Grand Officier dans L'ordre national de la
Legion d'Honneur Nişanı ile.

ÇELİŞKİYİ SINIFSALLIKTAN IRKSAL ALANA KAYDIRDI

Yaşar Kemal’in aydın / toplumcu romancı mitosunun yaratılma süreci de kapitalizmin edebiyata müdahil olma süreciyle paralellik göstermiştir. Başlangıçta  zengin ve yoksul arasındaki çelişkiyi ana gündem maddesi yapan bunu yaparken de yoksulun penceresinden bakan, yoksulun kültürel altyapısının zenginin çelişki yaratma gücüne hizmet eden noktalarına değinen Yaşar Kemal, bir bakıma bir kültür yansıtıcısı işlevi görmüştür. Yoksulun inanç karakterli biat kültürü onun bunu gözlemleme becerisi okurla kurduğu ilişkiyi kuvvetlendirmiştir. Ortadirek romanından aldığımız şu pasaj bu durumu yansıtan karakteristik bir örnektir:

“«Şimdi sana bir akıl öğreteyim. Senin gönlün zengin, gönül gözün ışıklı amma kafan boş, bilgin az.»

«Kitabımızda der ki, Allaha karşı gelmeyecek, ona şirk koşmayacaksın. Allah kim? Tövbe tövbe! Emirlerinden dışarı çıkılmaz bir büyüğümüz. Onun yeryüzündeki vekili kim? Hükümetimiz, Demirgıratımız. Hükümetin, Demirgıratın kasabadaki vekilleri kim? Kaymakamla Gödece Tevfik Efendimiz. Kaymakamla Tevfik Efendinin köydeki vekili kim? Muhtarımız. Muhtarımız kim? Ben. Öyleyse bana karşı koymak ne demektir? Söyle ne demektir? Ben söylemiyeceğim. İşte bunun burasını evire çevire sen düşüneceksin.” (Yaşar Kemal, Ortadirek, Ant Yay., s.389)   

Ancak en başta yoksul köylü bağdaşımı ile romanlarını kurgulayan, ana gündem maddesi bu çelişkideki ezilen tarafın savunusu olan Yaşar Kemal ilerleyen süreçte kendisini sınıfsal çelişkilerden soyutlamış ve çelişkinin ırksal alana kaydığını gösteren tavra sürüklenmiştir. Zihinsel kurulum olarak çatışmada ezildiğini düşündüğü tarafın yanında olmayı tercih ettiği için de kurgusunda ezilmiş olarak gördüğü ırkın yanında olmayı kendisine misyon edinmiş; işçinin, köylünün, yoksulun sesini daha az işitir hâle gelmiştir. Buradaki tavırda beğenilme ve ön plana çıkarılma arzusunun da önemli bir rolü vardır. Batı ve büyük sermaye çevreleri sınıfsal çelişkiyi irdeleyen, mülkiyet ilişkilerini sorgulayan, emperyalizme karşı olan tavrı beğenmediği için ödüllendirme mekanizmalarını etnik kimlik, cinsel yönelim, cinsiyet gibi “çelişkilere” değinen edebiyatçıları – “aydın”ları motive etmek için seferber etmeye başlamıştır. Bu konuda Gündüz Vassaf’ın şu yorumu meselenin özünü aydınlatması bakımından değerlidir:

“Neden işçi haklarıyla, işçinin mağduriyeti ile uğraşanlara miyadını doldurmuş mücadelelerin müritleri diye bakılırken, Batı'nın gündemindeki konulara  dikkat çektiğimizde, gazete manşetleri bize yer veriyor, araştırma yapabilmemiz için fonlar seferber ediliyor, sesimizin uluslararası toplantılarda duyulmasına olanak sağlanıyor?” (Gündüz Vassaf, Türkiye Sen Kimsin?, İletişim Yay., s.166)        

KESKİN BİR HOŞGÖRÜ İLE GEÇİŞTİRİLEMEZ

Yaşar Kemal de bu rüzgâra kapılmış Nobel Edebiyat Ödülü, Grand Officier dans L'ordre national de la Legion d'Honneur Nişanı, Barış Ödülleri, kitapları üzerine paneller, edebiyatçılığı üzerine sempozyumlar vs. gibi motivasyon ögeleriyle kendisini okur nezdinde itibarlı kılan iktisadi çelişkilerden uzaklaşmış kimlik temelli çelişkilerin baş sorun olarak görülmesi sürecine katkı sağlamıştır. Burada vicdanlı ve kafası karışık bir edebiyatçının vicdanının manipüle edilip belli bir alana kaydırılması söz konusudur. Ancak bu durum Cüneyt Akalın’ın yazısında belirttiği gibi keskin bir hoşgörü ile geçiştirilemeyecek kadar önemli bir tahribatın yaratıcısı olmuştur. Sayın Akalın yazısında meseleye duygusal bağlamda yaklaşıp bilinçaltında bastırdığı gerçeğin bilinç düzeyine çıkmasına engel olmaya çalışması da Yaşar Kemal’in tartışılamaz olduğu algısının zihnine yerleştirilmesinden kaynaklanmaktadır. Köroğlu’nun, Dadaloğlu’nun dizelerinden örnekler vererek bu şairlerin de Orta Çağ övgüsü yapıp yapmadığını sormaktadır. Oysa Köroğlu da Dadaloğlu da mevcut şartları değiştirmeye yönelik değil mevcut olan haksızlıkları yaratan insanlardan intikam almaya ilişkin tavrı nesnelleştiren kişilerdir. Var olan düzenle bir işleri yoktur. Şiirleri de reaksiyoner tavırdır. Savundukları düzen de Akalın’ın savunduğunun aksine Orta Çağ değerleriyle örülmüştür. Baskı ve zulme karşı çıkmak, vicdanlı bir karaktere sahip olmak övgüye değer olsa da bu karşı çıkışın ardından gelen toplumsal bir tasarım olmaması, reaksiyoner tavrın mevcut düzenin korunmasına ilişkin olması o tavrı “büyük” yapmaz, bizi vicdani olarak o tavrın yanına çekmekle yetinir.               

Meselenin bir başka boyutu da dil ustalığı kısmıdır. Akalın’ın yazısından, dil ustası olmak kültürü iyi bilmek aydın olmanın referansıdır gibi bir anlam çıkmaktadır. Oysa kültürü en iyi bilen, yerel dile en hâkim olan insanlar; haritalarının sınırları köylerini aşmayan insanlardır. Bu sebeple halk edebiyatı araştırmalarında kaynak kişiler okuma yazma bilmeyen, daha önce köyünün dışına hiç çıkmamış insanlardan seçilmeye çalışır. Bu insanlar kültürün en iyi yansıtıcısıdırlar. Ancak bu yansıtıcılığa folklorik olarak bir değer atfedilebilir. Bilinç yönünden bu kişilere aydın vasfı atfedilemez. Bu tutum romanda takınıldığında da meşrulaşmaz.            

 Yaşar Kemal’in iyi bir kültür yansıtıcısı, vicdanlı bir insan, kuvvetli bir gözlemci olduğu gerçeğini yadsımamakla birlikte herkes gibi zaafları olan bir birey, yaptığı işle saygı uyandırmak isteyen bir edebiyatçı, popüler olma kaygısına sahip olan bir kişi olduğunun da söylenebilmesi elzemdir. “Yaşar Kemal, Türkiye’dir.” denirken kurulan duygusal bağdaşımın ters yüz edilip Yaşar Kemal’in gerçekçi bir bakış açısıyla incelenip onun etrafında yaratılan eleştirilmezlik putlarının da yıkılması gerekir.

Son Dakika Haberleri yaşar kemal