26 Nisan 2024 Cuma
İstanbul 19°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Her şey insanın elinde!

insan elinin değmediği, şekil vermediği, kendine içkin nitelikleri bulunan bir yeryüzünden söz etmek mümkün görünmüyor.

Her şey insanın elinde!
A+ A-
PROF. DR. İBRAHİM KAYA / SOSYOLOG

İnsanın muhteşem hikâyesinde, yani ilerleme tarihinde, öyle bir noktaya ulaşmış durumdayız ki, artık yeryüzünün tümüyle insan etkinliği tarafından biçimlendirildiğini söyleyebiliriz. Anlamak yetisinin insanın yeryüzündeki oluş ve yaşayışa dair her şeyi olmasa da pek çok şeyi kavramasını sağladığı güne gelmiş bulunuyoruz. Yani bir başka ifadeyle söylersek, artık neredeyse her şey insanın elindedir! Elbette yeryüzünü istediği şekilde yönlendirme kuvveti insanın risklerden muaf ya da uzak olmasını garanti etmiyor. Söylediğim daha ziyade şudur: İnsan yeryüzünü neredeyse “insan-yapımı” bir ürüne dönüştürmüştür. Yani, insan elinin değmediği, şekil vermediği, kendine içkin nitelikleri bulunan bir yeryüzünden söz etmek mümkün görünmüyor.

İNSAN-MERKEZLİLİK

İnsanın hikâyesinin muhtemelen en insan-merkezli aşamasına geldiğini, bu yüzden, söyleyebiliriz. İnsan-merkezliliğin uzun yıllardır bazı çevrelerce topa tutulmuş olması, yani bir başka deyişle, insanın özü itibariyle kötü olduğu inancı, suyun akışını yani muhteşem hikayeyi değiştir(e)medi. Kendi dışındaki canlı türlerini değersiz, işe yaramayan türler olarak görmekle, doğayı tahrip etmekle, yani açıkçası şeytanlıklasuçlanan insan, bu suçlamaların da kendi türü içinden gelmesi bakımından aslında hikâyesinde zafere ulaşmış ya da ulaşmak üzere olduğunu kanıtlamaktadır. Eleştirellik niteliğini de değiştirme-dönüştürme eylemi sayesinde kazanmış ve geliştirmiş olan insana yönelik eleştirinin de ancak kendi türünden gelebildiği/gelebileceği gerçeği, şunu söylememizi mümkün kılmakta ve hatta gerektirmektedir: İnsana insanın en çok lazım olduğu dönemdeyiz.

Bütün dünyayı ve böylece insanı tehdit edecek salgınlardan, biyolojik silahlardan, laboratuvar ortamında üretilecek yeni savaşlardan sakınmak zorunda olduğu bu yeni döneminde insanın en eskiden beri bildiği işbirliği çok elzem olacaktır. İşbirliğine gitmenin yollarının aranmasından ziyade çatışmayı körükleyecek adımlar eğer atılırsa, bu gerçekten belki gezegenimizin değil ama insanın sonu olacaktır. Dolayısıyla, insanın muhteşem hikâyesi aynı zamanda en riskli dönemini yaşamaktadır. İnsan, dünyaya şekil vermiştir. Yani onu insan-yapımı bir ürüne dönüştürmüştür. Ama bu aşamada kendisini yok etmesi çok zor olmayacaktır. Korona salgını insana işbirliğinin gücünü bir kez daha ve hatta en şiddetli biçimde göstermektedir. Sadece uluslar arasındaki gerilimlerin, çatışmaların yönetilmesi ve engellenmesi bağlamında değil, bir ulusun içindeki gerilim ve çatışmaların da yönetilmesi ve engellenmesi işbirliğini zorunlu kılmaktadır. Salgın sürecinden çıkaracağımız en önemli derslerden biri, işbirliğinin değerli olduğu dersidir.

Korona salgını dolayısıyla açıklık ve netlik kazanmaktadır ki, dürüst ve adil olduğu kadar riske karşı güven veren toplumlarda yaşamak istiyoruz. Bu gerekliliğin temelinde kuşkusuz insanın insandan başka rakibinin kalmamasının yarattığı risk-merkezlilik yatmaktadır. Doğadan kaynaklanabilecek tehlikeler, insanın sebep olabileceği risklerin yanında neredeyse bir hiçtir. Bu hususta Ulrich Beck’in geliştirdiği risk toplumu teorisi önemli görünmektedir. Özellikle “kötülükten sakınma” temkininin merkezi bir değer olması gerektiği yönündeki anlayış, üzerinde durduğumuz mesele açısından bir tartışma bağlamı sunmaktadır. İnsanın insandan başka rakibinin kalmaması esas itibariyle insanın insana en çok ihtiyaç duyduğu dönemde yaşadığımıza işaret etmektedir. Kötüden sakınma hususu risk-merkezlilikten ötürü gerçekten önemlidir ve bu önem insanın insana ihtiyacını daha çok artırmaktadır. Sakınmayan, temkinli olmayan sadece birkaç insanın bile insan türünün sonunu getirebileceği kadar risk dolu bir aşamaya geldik. Bu sebeple, kötüden sakınmak ve temkinli olmak, işbirliğini zorunlu kılmaktadır.

İşbirliği yapmak, tarihsel ilerleme sürecinin önemli dinamiklerinden oldu hep ama bugün daha da önemli olması, esasında, baş döndürücü ilerlemeler çağında, Korona salgınının hatırlattığı üzere, insanın yeniden toplumsal bütünleşme yönelimine girme zorunluluğudur. Toplumdan söz etmek, kurumsal yapılanmaların olduğu kadar, bireylerin de birbirlerine bağlılığını veya birbirleriyle ilişkili olmasını gerektirmektedir. Muhakkak, ilerleme sürecinin bu hususta önemli bir pahası oldu ve kanımca bu paha, kurumların ve bireylerin dağınık, ayrı ve hatta biraz da parçalı olmasını gerektiren paha oldu. Şimdi Korona salgınının açıkça gösterdiği üzere, insanın ortak hedeflere yönelmesi, bir araya gelmesi ve toplanması gerekiyor. Ancak, bu sorunu bütüncül bir yapıyla çözme girişimi, kuşkusuz, ilerleme sürecinin heba edilmesine yol çacaktır.

Sapmaları düzeltmek, kazanımları bir kenara atarak başarılamaz. Hassas dengenin gözetilmediği bir hata düzeltme süreci, kuşku yok ki bütün kazanımların kaybı sonucunu doğuracaktır. Gelenek-sonrası bir aşamanın yaratıldığı sürecin, yani ilerlemenin, geleneğini yıkmak, insanın biricik canlı türü olduğunu kanıtlayan ilerlemeyi gözden çıkarmak ve dünyayı insanlar arası kısa süreli bir savaşa maruz bırakmak, sonuçta da insan türünün yok olmasına neden olmak anlamına gelecektir. Bu sebeple, ilerlemenin verdiği meyveleri yani demokrasiyi, özgürlüğü, bilimsel-seküler bilgiyi, teknolojiyi, uzun ömürlülüğü, ulaşım-iletişimdeki muhteşemliği, yapay zekayı çöpe atmak yerine bu meyvelerin daha olgun hala gelmesini sağlamak için işbirliği dışında başka bir sığınağa sahip değiliz.

NE PİYASA NE KOLEKTİVİZM

Yakın zamandaki en önemli sapmanın demokrasi-kapitalizm ilişkisinin kapitalizm lehine asimetrikleşmesi olduğu apaçık ortadadır. Bu büyük sapmanın getirdiği sorunsallıklarla baş etmenin en iyi yolu, elbette, bu iki sahayı bütüncülleştirme yolu değildir. Siyasal ve ekonomik etkinlik sahalarını devlet gücüyle veya kolektivizmle bir çatı altında bütüncül hale getirmek, yani bütün tutarsızlıkları ortadan kaldırma girişiminde bulunmak, hem demokrasiyi hem de özgürlüğü kaybetmemiz anlamına gelecektir. Ancak, problem çözmekten bu sebeple de vazgeçemeyiz. Bu noktada toplumun savunusu devreye girerek aradaki ilişkinin simetrikleştirilmesi, piyasanın sınırlarının olduğunun kabul edilmesi sağlanmak zorundadır. Bu işlem de kuşku yok ki işbirliğini zorunlu kılmaktadır.

Özetleyecek olursak, bugün geldiğimiz noktada toplumsalın sorunlarına ne piyasa, ne kolektivizm çözüm olabilecektir. Bir dengeye ihtiyaç duyulduğu muhakkaktır. Zaten bu sebeple, kamuculuk dünyanın birçok yerinde yeniden ciddiyetle düşünülmektedir ki, bu düşünme kapitalizmin sınıfta kalmış alternatiflerini devreye sokmak anlamına gelmediği gibi, kapitalizmin sınırsız piyasa modelinin de onanması demek değildir. Dolayısıyla, dağınıklık ile bütüncüllük arasında bir yerde insanın muhteşem hikâyesinin yeni çözüm bulması dışında bir seçenek yok gibi görünmektedir ve bu seçenek de işbirliğini zorunlu kılmaktadır.

Son Dakika Haberleri