18 Kasım 2024 Pazartesi
İstanbul 13°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

‘Hitit sanatı’ aldatmacasına son veriyorum

Bizler DTCF’de öğrenciyken her gün en az iki kez gördüğümüz Sıhhiye meydanını süsleyen dev ‘Hitit güneş kursu’ anıtının, Hint-Avrupalı Hititlere değil, Asya kökenli Hattilere ait olduğunu herkes bilmez

Hitit kültürü nedir? Hitit sanatı nedir? Hitit sanatı var mıdır? Hitit Güneş kursu nedir? Hitit Güneşi nerededir?
A+ A-
PROF. DR. SEMİH GÜNERİ / RUSYA-İRKUTSK

Hitit kültürü”/“Hitit sanatı”, Yakın Doğu arkeolojisi ve kültür tarihi alanında en çok yer işgal eden ve ama buna karşılık günümüze kadar neredeyse hiç irdelenmemiş, hiç kurcalanmamış teknik ifadelerdir. Alman meslektaşlarımızca semantik çerçevesi yıllar öncesinden çizilen, içeriği doldurulan, bizdeyse Prof. Dr. Ekrem Akurgal, Prof. Dr. Sedat Alp dönemlerinden (1941’lerden) itibaren, onların öncülüğünde, hep beraber geliştirilerek öğrencisinden asistanına, doktoracısından öğretim üyesine dayatılan tabulardır. Evet, “Hitit sanatı” kavramı bugün hâlâ dayatılan bir tabudur.

‘Hitit sanatı’ aldatmacasına son veriyorum - Resim : 1
Alaca Höyük Hatti kültürü güneş simgesi.

Son çıkan kitabımı (Hurri kültürünün tunçtan tanrısal heykelcikleri) bu tabuların yıkılmasına adadım. Bu işi, kitapta yer verdiğim Halûk Perk Müzesi’ne ait 190 parça seçkin tunç heykelcik üzerinden yaptım. O heykelciklerin kimi benzerleri bugüne kadar yerli/yabancı meslektaşlarımız tarafından genel bir ifadeyle “Hitit bronz heykelcikleri/Hitit bronz figürinleri” diye tanımlanarak bilimsel makalelerde, kitaplarda konu edildi. Oysa hepimiz biliyorduk ki onlar “Hitit sanatı”nın heykelcikleri değildi.

Yoğun olarak ele geçtikleri, stratigrafik buluntu yerleri Güney Anadolu (Adana-Antakya-Antep), Kuzey Suriye’dir: Hurri topraklarıdır. Hurri kült alanlarıdır. Sanatsal stil bakımından ait oldukları coğrafya ise doğrudan Mezopotamya-Kuzey Suriye’dir. Anadolu değildir. Dolayısıyla “Hitit” hiç değildir. Koşullar buyken anılan tunçtan tanrısal heykelcikleri ısrarla neden “Hitit” çerçevesi içine sığdırmaya çalışıyoruz?

‘Hitit sanatı’ aldatmacasına son veriyorum - Resim : 2
Hasanoğlan Hatti kadın heykelciği.

ASUR BELGELERİNDEN ÇIKIŞ

Hemen vurgulayalım: Hititli halkların, MÖ 2. binin başlarında dalga-dalga Anadolu’ya intikal ettikleri süreçlerde yanlarında getirdikleri tek şey Hint-Avrupalı dilleridir. Hititlerin ilk ortaya çıkmışlığının kaynağı, Asurca çivi yazılı belgelere dökülmüş söylentilerdir. Maddi veri yoktur. Hititler geldi diye yeni ve özgün arkeolojik belgeler ortaya çıkmış değildir. Tunç Çağı Anadolu sanatında Hititlerin gelişine bağlanacak bir değişiklik olmamıştır. Bu dramatik değişmezlik, Hititlerin tarihin karanlık deliklerinde yok olacağı MÖ 1180’lere kadar sürmüş gitmiştir.

‘Hitit sanatı’ aldatmacasına son veriyorum - Resim : 3
Küktepe Kaneş Karum Hatti kültürü fildişi kadın heykelciği.

Bizler DTCF’de öğrenciyken her gün en az iki kez gördüğümüz Sıhhiye meydanını süsleyen dev “Hitit güneş kursu” anıtının Hint-Avrupalı Hititlere değil, Asya kökenli Hattilere ait olduğunu herkes bilmez örneğin. ‘Hititli’ diye bildiğimiz topluluğun kendilerini ‘Neşalı’ diye tanıttığını, konuştukları dile de Neşaca dediğini gene yazılı kaynaklardan biliyoruz. Peki, bu ‘Hitit’ nereden çıktı? Bu adamların MÖ 1650’ler civarında yerleşik hayata geçerek başkent yaptığı Hattuşa, ‘Hattuş kenti’ adıyla zaten en az bin yıldır orada dura-duruyordu ve Hititli (Neşalı) adamlar o kenti yağmaladığı günlerde Orta Anadolu’nun en büyük ticaret merkezlerinden biriydi. Hititler, üzerine bir gece baskınıyla çöktükleri Hattuş’u kendilerine daha sonra başkent yaptılar. İlk Hitit kralı Labarna, resmi adını bu başkentten aldı: ‘Hattuşili’ (yani Hattuşalı). Hatti ülkesinin halkı Anadolu’nun yerli halklarındandı.

‘Hitit sanatı’ aldatmacasına son veriyorum - Resim : 4
Boğazköy Hattuşa kral kapısı.

İşte o güneş kursu da, Anadolu Tunç Çağı sanatının yaratıcısı da yerli Anadolulu Hatti halkı idi. Hititli yabancı kabileler gelene kadar Hatti ülkesi ve Hattuş kenti, Mezopotamya ticaretinin sağladığı rant ile en iyisini yiyen, en güzelini giyen, en konforlu evlerde barış içinde yaşayan halkların oluşturduğu Anadolu Tunç Çağı beylikler sisteminin önemli bir parçasıydı. Ne ki Hititli grupların Anadolu’da belli bir kaba-güç seviyesine ulaştığı günlerde, bu tarih MÖ kabaca 1750’lerdir, bu bolluk-bereket-barış ortamı topyekûn sona erecekti.

‘Hitit sanatı’ aldatmacasına son veriyorum - Resim : 5
Sümer Akbabalar kabartması.

HİTİTLERDE BASKIN VE YAĞMA

O tarihlerde artık iyice güçlenmiş gibi gözüken Hititli çeteciler gece baskınlarıyla uygar Orta Anadolu ticaret merkezlerini bir bir yakıp yıkıyor. Bu şiddet karşısında Hattuş (Çorum) halkı ciddi anlamda direnç gösterirken Kaneş (Kayseri) halkı ilk geceden o çetecilere teslim bayrağını çekiveriyor. Ne ki bu teslimiyet Kaneş kentinin ‘uyanık’ halkının bağışlanmasında etkili olmuş gibi gözükmüyor. Çivi yazılı kaynaklarda Hititli çeteciler, kendi deyimleriyle Kaneş halkını “…anaları-babaları…” yapıyor. Ama kentin tepesindeki saray öyle demiyor. Yangının şiddetinden eriyip adeta çamur gibi akan kerpiç bloklar, şehrin Hititli çeteciler tarafından nasıl acımasızca yakıldığını gösteren maddi kanıtlardır. Bütün Orta Anadolu’da bu döneme ilişkin kültür katmanlarında izlerini gördüğümüz şiddetli yangın, barış içinde yaşayan Tunç Çağı Anadolu şehir beylikleri sistemi üzerinde estirilen felaketin ne boyutlara vardırıldığını yeterince anlatıyor. İşte Hitit’in gerçek gücü budur.

Hititli insan topluluğunun Anadolu’da bulunduğu ilk günlerden beri yaptığı tek şey savaştır. Asıp kesmektir. Gece baskınlarıyla uygar kentlere çökmektir. Onları yakıp talan etmektir. Neredeyse bin yıl boyunca koca koca kentleri bir daha iskân edilemez hale getirmektir. Moğol istilalarını hatırlatan bu olayları gerçekleştiren toplumsal yapının sanat üretmek gibi bir lüksü olabilir mi?

‘Hitit sanatı’ aldatmacasına son veriyorum - Resim : 6
Sümer heykel başı.

HATTİ VE HURRİ ASYALI MI?

Eğer o sanat gerçekten “Hitit sanatı” değilse, neyin sanatıdır? Sanat, Hititler öncesinde Anadolu’nun ‘yerli’ halklarından saydığımız Hatti halkının yarattığı kültürün sanatıdır: Buna ‘Anadolu Tunç Çağı sanatsal geleneği’ diyoruz. Bu sanatsal geleneğin diğer bileşeni Hurri’dir. Hatti kültürü ve Hurri kültürü, hepimizin bildiği gibi Tunç Çağı Anadolu etno-arkeolojik kültürel geleneğinin temelini oluşturuyordu. Hem dillerine dair hem arkeolojik kültürleriyle ilgili elimizde yeteri kadar tanımlanmış veri var. Bu iki kültürün dili ne Hint-Avrupaî’dir, ne Sâmî’dir. Hatti’nin de, Hurri’nin de dili, yaşayan dillerden Türkçe gibi Asya kökenli agglutinative/eklentili dillerdendir. Kimse “…nasıl olur…” demesin. Asyalı Türkler nasıl bugün burada bulunuyorsa, Hatti ve Hurri akraba toplulukları da bir dönem burada bulundular. Formül bu kadar basit.

Hatti ve Hurri büyük ihtimalle aynı etnik kökten gelen akraba topluluklardır. Dolayısıyla etnik köken olarak Hatti ve Hurri muhtemelen Asyalı kültürlerdir. Hatti-Hurri ortak kültürel yapılanmasının MÖ 3. ve MÖ 2. bin boyunca Anadolu’daki etkin mevcudiyeti somut maddi kültür belgeleri ile kanıtlanıyor. Bu en az iki bin yıllık varoluş Hatti’nin ve Hurri’nin Anadolu’da daha erken tarihlerden beri bulunuyor olduğu ihtimalini akla getiriyor.

‘Hitit sanatı’ aldatmacasına son veriyorum - Resim : 7
Hurri tanrısal heykelciği.

Buna rağmen Hint-Avrupacı yazarlara göre Anadolu, Neolitik’ten beri Hint-Avrupaî halkların ana vatanıdır. Bu halkların öncüleri Hititli, Luvili, Palalı halklar ve diğer sayısız adı bilinmeyen Hint-Avrupalı topluluklardır. Hint-Avrupacı yazarlara göre Anadolu Tunç Çağı kültürü ve sanatının yaratıcısı doğrudan “Hint-Avrupalı halklar”dır. Anadolu Hint-Avrupalı halkların da anavatanıdır. Bu topraklarda konuşulan dil ise “Proto Anatolian languages”tir. Yani Hint-Avrupacadır.

Batılı araştırmacılara göre “Proto Anatolian languages” deyimi Hititçeyi, Luviceyi, Palacayı hatta Anadolu’da binlerce yıldır konuşulduğuna inanılan diğer pek çok sözde Hint-Avrupaca dilleri içerir. İddia budur. Ve hemen her Batılı arkeolog bunu bu şekilde kabul eder. Fikir öne sürmeyenler ise asla bu terminolojiye karşı değildir. “Proto Anatolian languages”, Anadolu Tunç Çağı geleneklerini yaratan Hatti ve Hurri kültürünü reddeder. Bakalım neymiş bu “Proto Anatolian languages” hipotezini oluşturduğu iddia edilen etno-kültürel yapılanmalar:

‘Hitit sanatı’ aldatmacasına son veriyorum - Resim : 8
Hurri tanrısal heykelciği.

LİVİ KÜLTÜRÜ VAR MI?

Luvi: Luvi bir etnik grup adı değildir. Luvi, URU Lu-u-i-ya (Luvi şehri)’dan gelir ve Hititçe çivi yazılı kaynaklarda ‘en az’ anılan sayısız coğrafya adlarından biridir. Buna rağmen Luvi’nin ne büyük ve ne muazzam bir kültürel yapılanma olduğuna dair yazılmış kitaplar vardır. Ne ki o kitapların yüzlerce sayfası arasında Luvi’nin tanımını yapan, ne olduğunu bize açıkça anlatan bir tek cümle bulamazsınız. Çünkü o kitaplar Luvi’yi var kabul ederek yazılan kitaplardır. Tıpkı David. W. Anthony’nin “Hint-Avrupa kültürü” üzerine yazdığı sayfalarca yazıları içinde “Hint-Avrupa kültürü”nün ne olduğunu, nasıl olduğunu, ne ile desteklendiğini bize anlatan tek bir cümle olmadığı gibi. Sonuçta Luvi dili, Luvi kültürü diye tanımlanmış bir süreç yoktur. Var sayalım ve soralım: Hangi Luvi? Luvi hangi arkeolojik kültürü niteler?

Kural şudur: Mevcut arkeolojik kültürü yapan baskın etnik kültürün dilinin kendisidir. Luvi baskın bir kültürel yapılanma mıdır? Son yıllarda Luvi’ye ‘Anadolu’nun baskın kültürü’ muamelesi yapılıyor. Sözde ‘Luvi ülkesi’, bütün Batı Anadolu coğrafyasına yayılmış bölgesel büyük bir krallıktır. O ki baskın kültür, nerede Luvi’nin arkeolojik kültürüne dair bir tanımlama? Örneğin Luvi tarzı çanak-çömlek? Luvi mimarisi? Luvi tasvir sanatı? Nerede Luvi’ce tarihsel metinler? Ki Luvi coğrafyasını bize tanımlasın? Luvi tarihinin ana hatlarını bize anlatsın? Bu soruların yanıtlarını yukarıda bahsettiğim Luvi kitaplarında, işte buldum, budur, diyen beni bulsun. Ondan hemen özür dileyeyim. Ben yanıldım, diyeyim.

NEREDE PALA'NIN ÇANAĞI ÇÖLEĞİ?

Pala: Hitit metinlerinde geçen en önemsiz yüzlerce coğrafya adlarından biridir. Pala dili diye bir şey yoktur. Eğer varsa, soralım: Hangi Pala? Hititçe çivi yazılı metinlerde KUR URU Pa-la-a (Pala şehri) biçiminde geçen Orta Anadolu’nun Kuzeybatısındaki Pala ülkesinin kâğıt üzerindeki silik mevcudiyeti dışında nesi var? O ki “Proto Anatolian languages” iddialı hipotezinin üç bileşeninden birini konuşan halkların kenti?

Nerede Pala’nın arkeolojik kültürü? Nerede Pala’nın çanağı çömleği? Madeni eserleri? Mimarisi? Son iki etnik yapı hakkında neredeyse hiçbir şey bilmiyoruz ama “Proto Anatolian languages” gibi iddialı bir hipotezin en az % 60’ına kâğıt üzerinde temel sağlıyor. Dolayısıyla MÖ 2. binin son yıllarında görünür olan Luvi’yi ve Pala’yı Anadolu Tunç Çağı geleneğini belirleyen birer özgün etno-arkeolojik kültürel grup olarak tanım-la-ya-mı-yo-ruz.

Diğer yandan, anılan son iki etnik deyimin Anadolu’da en erken ortaya çıkışı MÖ 2. binin sonlarıdır. Daha önce değildir. Somut belgeler bize bu sonucu veriyor. Ama “Proto Anatolian languages” ifadesi tarih olarak MÖ 8. binleri içerir. Etno-kültürel olarak ise Hitit ve Hatti dâhil Anadolu’da bu tarihlerden beri sayısız dillerin konuşulduğunu, hepsinin Hint-Avrupaca olduğunu savunur.

Sonuçta, “Proto Anatolian languages” ifadesi bir abartıdır. Derinlikten yoksundur. İçi boş bir ifadedir. Bu ifade, Çorum-Amasya-Tokat üçgeni içinde 500 yıllık bir sürede ve sadece Hititli kabileler arasında konuşulan tek bir dili, Hititçe’yi kapsar. Hititçe halka inmemiştir. Yerli Anadolu Tunç Çağı halkları Hititçeyi değil kendi dillerini konuşmuştur. O dil Hattice’dir. O dil Hurrice’dir. Kural şudur: Tanımlanmış arkeolojik kültürü belirleyen, tanımlanmış baskın etnik kültürün dilidir. Anadolu’da baskın etnik kültürün dili Hatti ve Hurri dilidir. Luvi gibi, Pala gibi tanımlanamamış ifadeler değildir. Hatti’nin de Hurri’nin de yazılı kaynaklarda ve özgün maddi kültür dünyasında karşılıkları vardır. Bu nedenledir arkeolojik kültürün Hatti’ye ve Hurri’ye ait olması durumu. Anadolulu yerli halkların Hititçe konuşmadığının da bilimsel gerekçesidir.

Neolitik Çağlardan Tunç Çağlarına kadar geçen süre içinde Anadolu’da hangi dilin konuşulduğunu elbette bilecek durumda değiliz. Buna karşılık Neolitik’ten başlayan Anadolu kültürel geleneklerinin, ölü gömme âdetlerinin Tunç Çağının sonuna kadar ciddi dönüşümlerden uzak süre gittiğini söyleyebiliriz. Etno-kültürel sürekliliğin asıl ve bilimsel ölçütü de budur.

Yazımın başında verdiğim soru şuydu: Koşullar buyken anılan tunçtan tanrısal heykelcikleri neden ısrarla “Hitit sanatı” çerçevesi içine sığdırmaya çalışıyoruz? Birer Pan-Helenist olarak ‘yüksek Alman kültürü’nü, bağlantılı olarak Hint-Avrupa kültürünü övmeyi kendilerine misyon edinmiş, karşılığında enstitü üyeliği, devlet nişanı ve madalyası gibi bence göz boyayan ve içi boş şeylerle taltif edilmiş Prof. Dr. Ekrem Akurgal ve Prof. Dr. Sedat Alp, işte bu nedenlerle “Hitit sanatı” yalanının önde giden Türk savunucuları oldular. Ve kendilerinden sonra gelenlere de ilham kaynağı. Ve işte sorunun da yanıtı.

Sonuç şudur: Yıllardır derslerimde, konferanslarımda anlatmaktan dilimde tüy bitti: Hititlerin kendilerine ait özgün arkeolojik kültürü yok-tur. Yoktur. Bu kadar net ve bu kadar basit. Ha, bu iyi mi? Kötü mü? Ya da ne? İşin o kısmı bizi ilgilendirmiyor. Arkeolojik kültür seramik sanatı demektir. Tasvir sanatı demektir:

İnsanı, hayvanı, duygu ve düşünceyi, hikâyeyi ve efsaneyi bir şeylerin üzerinde, örneğin seramik vazonun, mekân duvarlarının, taşın-kayanın yüzeylerinde, madeni araç-gereç üzerinde canlandırmaktır. Heykelcilik sanatıdır. Arkeolojik kültür, kültürel yapılanmaların uluslararası kimlik kartıdır. Arkeolojik kültürün temel kaynağı inanç sistemleridir. Kültür gruplarının etno-arkeolojik altyapısını oluşturan ideolojileri ve öteki dünya tasavvurları, ağırlıklı olarak ölü gömme âdetlerinin maddi, fiziki uygulamalarında saklıdır.

Unutmayalım Hititlerin, insanlarına ölünce ne yaptığını bile bilmiyoruz. Tek bir Hitit mezarı yoktur. Yok-tur.

Bütün bir Hititli insan iskeleti de dolayısıyla yoktur. Hitit, arkeolojik kültürden o kadar uzaktır. Diğer taraftan, Hitit tanrılar topluluğu topyekûn Hurri’den alınmıştır. Hitit edebiyatı, Hitit müziği, dansı, mitolojisi, efsanesi, masalı ne var ne yok hepsi Hurri kökenlidir. Ya doğrudan Hurri’den ya da Hurri üzerinden baskın Mezopotamya kültürlerinden alınmadır. Hurri krallarının resmi ikinci adları Hurrice adlardır. Hitit dini ritüellerindeki uygulamaların istisnasız hepsi Hatti ve Hurri’den alınmıştır. Hitit başkenti Hattuşa’daki Yazılıkaya’da yer alan tanrı kabartmalarını yaptırtmak için ta Babil’den sanatçı getirtilmiştir. Bu türde birkaç uyduruk kaya kabartmasının bile gene Mezopotamya’dan getirtilen sanatçılara yaptırtılmış olması muhtemeldir.

Hitit’ten Hurri’yi çıkartırsanız ortada çok az şey kalır. Hatti’yi de çıkartırsanız neredeyse hiçbir şey kalmaz. Evet, başta dediğim gibi, “Hitit sanatı” aldatmacasına son veriyorum. Sırf Hint-Avrupa efsanesine hayatiyet kazandırmak için yapılan bu kandırmacaya burada son veriyorum. İtirazı olan buyursun gelsin kanıtlarını göstereyim. Tartışalım demiyorum. Çünkü “Hitit sanatı” bir aldatmacadır. Aldatmacanın tartışması olmaz.

Hitit Sanat Suriye Anadolu