Hoşçakal hegemonya!
Uluslararası İlişkiler Tarihi'nde hegemonyacılığın klasik örneği olarak Attika-Delos Birliği verilir. Atina M.Ö. 5. yy.'da Pers Savaşlarında Yunan site devletlerine Sparta'yla birlikte önderlik etmiş ve bu mücadeleden başarıyla çıkmıştı.
Savaş sonrasında Ege'nin iki yakasında birçok site devletiyle birlikte savunma amaçlı kurulan Attika-Delos Birliğinin doğal lideri Atina olmuştu. 'Hegemon' kelimesinin Yunanca sözcük anlamı zaten 'lider'. Fakat kısa zaman içerisinde Atina'nın birlik içerisindeki ağırlığı diğer üye devletlere siyaset dikte etme şekline evrildi. Atina Delos Birliği'ni terk etmeye yeltenen veya Birliğin (yani Atina'nın) siyasetinden bağımsız siyaset yürüten üye devletleri "cezalandırma" görevini ifa etti. Örneğin Atina'nın disiplinine uymayan Samos kuşatıldı, başkenti yıkıldı, halkı köle pazarlarında satıldı ve donanması imha edildi. Örnekler çoğaltılabilinir.
Uluslararası İlişkiler Teorisi derslerinde Atina'nın ABD'ye, Attika-Delos Birliği'nin NATO'ya benzetilmesi manidardır.
2500 yıl öncesinden bugüne hegemonya olgusunun varlığından yola çıkarak tarihdışı bir değişmezlik bağnazlığını elbette savunmuyoruz. Hegemonya olgusunun sürekliliğini devletlerarası sistemlerin yapısallığıyla doğru açıklayabiliriz. Devletlerarası sistemler hukuka değil, güce dayalıdır. Devletlerin hukuki eşitliği devletlerarası düzlemde normatif bir kaidedir, gerçekliğin tarifi değil. Senegal'le ABD'nin eşit olduğu bir dünya hiçbir zaman olmadı. Bu hegemonyanın daima varolacağı (gerici değişmezlik bağnazlığı) anlamına gelmez. (Not: insanlık tarihinde devletlerarası hukuki eşitlik ulus devlet çağı öncesinde olağan bir durum değildi. Örneğin imparatorluklar başka devletleri eşit olarak tanımazlardı. Her imparator cihan hükümdarlığı iddiasının taşırdı). Sistemin yapısallığı değişirse sonuçlar da değişir.
Köleci ve feodal dönemde devletlerin zenginliği artık ürüne el koymanın sonucuydu. Hegemonya da diğer ülkeleri vergiye bağlamak ve onlardan asker almakla eşanlamlıydı. Yani bu esasen hegemonun başka devletleri haraca bağladığı bir ekonomik yapısallıktı. Samir Amin bu sebeple köleci ve feodal dönemin ekonomik olarak tek bir iktisat modu olduğunu, haraçcı mod (tributary mode) olduğunu savunur. Fakat 19. yüzyılda bu durumda niteliksel bir değişim yaşanır. Kapitalist gelişme ve sanayi devriminin getirdiği üstünlükle Batı Britanya öncülüğünde tüm insanlığa eşitsiz bir işbölümü dayatır. Bu "basit" bir eski tip hegemonya olayından ibaret değildir. Kapitalist Batı devletleri diğer tüm halklara eşitsiz üretim ve iktisadi ilişkiler dayatarak ve buna dayalı bir dünya kapitalist sistemi yaratarak küresel ve topyekun bir merkez-çevre ilişkisi yarttılar. Bu niteliksel değişimi gözardı ederek tarımsal artık üretime dayalı çağın hegemonya ilişkileriyle kuracağımız paralellikler ya sınırlı, ya da yanlış olacaktır. Dünya kapitalist sistemi içerisinde hegemon dünya kapitalizminin işleyişinden sorumludur. Dünya finansının merkezidir, parası rezerv para olmanın ötesinde (dünyada birden çok rezerv para birimi vardır) dünya kapitalizminin ana para birimidir. Hegemon yalnızca kendi jeopolitik ve ekonomik, yani dar "millî" çıkarlarından mesul değildir, hegemonun asıl görevi dünya kapitalist sisteminin ve o sistem içerisindeki merkez kapitalist ülkelerin kolektif hegemonyasını sağlamaktır. Çelişki basit bir jeopolitik çelişki değildir, çelişki merkez kapitalist ülkeler (Kuzey) ve insanlığın geri kalanı (Güney) arasındadır. Dünya kapitalist sisteminin kurucu lideri ve hegemonu 19. yy.'ın ilk yarısından 1920'lere kadar Britanya olmuştur. Kısa bir ara dönemin ardından 1945 sonrası dünya kapitalizminin lideri ABD olmuştur. Tabii bir çelişki mevzubahis ise diyalektiğin karşı tarafı da vardır. Daha 19. yy.'da Batı boyunduruğuna çare arayan, teslim olmayan yurtseverler, devrimciler çıkarmıştır Güney toplumları. Bizde bunlar Namık Kemaller, Mithat Paşalardır.
AVRASYACILIK DİRENME REFLEKSİNİN SONUCUDUR
20. yy.'da Güney'in bağımsızlık ve devrim mücadelesi dalga dalga emperyalist-kapitalist merkeze ağır darbeler indirip önemli kazanımlar elde etmiştir.
Neoliberal dönemde Batı emperyalizmi insiyatifi tekrar ele geçirmiş olsa da, bugün emperyalist-kapitalist dünya sistemi büyük buhranların, çıkmazların içerisinde. Emperyalist cephenin iktisadi üstünlüğü ve siyasi birliği hızlı bir çözülüş sürecinde. Eşzamanlı Asya'nın yükselişine tanıklık ediyoruz. Bu bağlamda Çin'in dünyanın yeni hegemonu olabileceği tezi yanlış varsayımlara dayanmaktadır. Bu tez dar bir jeopolitik bakışın ürünüdür ve eşitsizliğin (devletler, toplumlar, insanlar arası) nedenselliklerini tahlil etmek yerine eşitsizliği değişmez ve "doğal" bir devamlılık olarak koymakta. Tez tümden gericidir. Asya emperyalist merkeze karşı varlık mücadelesi vererek yükseliyor, insanlığa eşitsiz işbölümü dayatarak değil. Bu niteliksel farklılık Batı merkezli siyasi projelerle Avrasya projesi arasındaki temel farkı beraberinde getiriyor.
Asya ülkelerinin yükselişi ve mazlum milletlerin Batı emperyalizmine karşı direnişleri küreselci finans tekellerinin hegemonyasına alternatif bir modeli beraberinde getirmiştir. Avrasyacılık bu ihtiyacın karşılığıdır. Avrasya modeli yekpare ideolojik ve teorik bir programdan oluşmamaktadır, Avrasyacılık emperyalizmin hedef aldığı ulusların hegemonyaya direnme refleksinin sonucudur. Dolayısıyla Avrasyacılığın ne olduğunu ancak karşıtı üzerinden kavrayabiliriz: Avrasyacılık Batı merkezli finanskapitalizmin ulus devletlere saldırısının antitezidir, yani çağımızda emperyalzmin diyalektik olarak karşısındadır. Devlet egemenliğine saygı, ulusların iç işlerine karışmama, millî çıkar doğrultusunda gönüllü işbirliği esaslarından oluşmaktadır Avrasyacılık.
İnsanlığın bu tarihsel ihtiyacına denk düştüğü için Avrasyacılık kazanıyor, emperyalizm kaybediyor. Yapısallık değişirse sonuçlar da değişir demiştik. Dünya sisteminin yapısallığı hızla değişiyor. Bu çıkarımdan yola çıkarak: Goodbye hegemonya!
Keyifli okumalar.