İdlib'de yanlış siyasetlerin kaynağı: Statükodan özel statüye
Türkiye’nin devlet aklının bu yanlışa düşeceğine ihtimal vermiyoruz. Ancak uyarmak görevimiz; eğer siz, Suriye’nin siyasi bütünlüğünü Sünni bölge üzerinden delmeye kalkışırsanız, ondan önce PKK/YPG devletçiği kurulur.
İdlib’de son bir ayda aşamalı olarak tırmanan gerginlik; Türkiye’yi, Suriye ve dolayısıyla Rusya ile karşı karşıya getirince hükümetin etrafına çöreklenmiş, Ahmet Davutoğlu kalıntısı ‘düşünce kuruluşlarının’, kerameti kendinden menkul yazarları birden savaş tamtamları çalmaya başladı. Aralarında, Esad’ın ‘katil’ ordusu, ‘Şii yayılmacı’ İran milisleri ve ‘gizli ajandası olan’ Rusya’nın ortaklaşa düzenlediği ‘katliam’lara karşı, Barış Pınarı’nda karşımıza dikilen, ‘ekonominizi mahvederim’ tehditleri savuran ABD’den medet umanlar bile çıktı: “Bi gelse de Rusya’yı dengelese.” Bu kişileri bırakırsanız süngüleri takıp Şam’a kadar gidecekler. Bu sırada Suriye ile savaşa itiraz eden herkesi de Rusyacı, Esadcı, anti milli ilan etmeyi unutmadılar.
Bu kişilerin son üç beş gündür, hükümete yakın gazetelerdeki köşelerinde öne sürdükleri argümanlardan bazıları şöyle:
- Suriye rejimi, muhaliflerin alanını daraltıyor, PKK ve IŞİD’e alan açıyor.
- Esad’ın üst düzeyde muhatap alınması onu meşrulaştırır.
- Türkiye, Suriye’den kaynaklı tehditleri, yeri geldiğinde askeri gücünü kullanarak bertaraf edebilir.
- Rusya’ya güvenmemeli. Türkiye, farklı aktörlerle kısa süreli anlaşmalar yaparak yoluna devam etmeli.
- Türkiye tek başına Rusya’yı dengeleyemez. Göç tehlikesi masada tutularak Washington ve Brüksel devreye sokulmalı.
- Somut olarak Türkiye’nin istediği M5 karayolu hattı boyunca bir güvenli bölge kurmak.
- Türkiye en başından beri İdlib’de özel bir statü kurmanın peşinde oldu.
İDLİB’DEKİ TERÖRİSTLER
Merak ettiğim için çok dikkatli okudum, bu fikirleri öne sürenlerin acaba İdlib’deki terör örgütlerinin nasıl yok edileceği ile ilgili planları ne, diye. Tek bir satır yok. Hatta İdlib’de terörist de yok! El Kaide kalıntısı, yüzde 80’i yabancı uyruklu, farklı kaynaklarda 50 ila 80 bin arasında olduğu tahmin edilen teröristler, sanki buhar olup uçmuş. İdlib’de kala kala ‘ılımlı muhalifler’ kalmış. ‘Ilımlı muhalif’ teriminin gerçekliği ayrı bir tartışma konusu olmakla birlikte, gerçek ne?
Gerçekte; BM ve Türkiye tarafından da terör örgütü olarak kabul edilen HTŞ, 2017’de İdlib’in yüzde 55’ini kontrol ederken ateşkes ilan edilmesini fırsat bilerek, ‘ılımlı muhalifleri’ ‘yuttu’. Diğer terör örgütlerini bünyesine isteyerek ya da zorla katarak İdlib’in yüzde 95’ini ele geçirdi. Suriye bu ortamda İdlib operasyonunu başlattı.
SURİYE PKK’YA ALAN MI AÇIYOR?
Şimdiye kadar geri aldığı hiçbir bölgede hiçbir terör örgütü ya da ‘ılımlı muhalife’ özerklik vermemiş, üstelik bundan bir çıkarı da olmayan Suriye yönetiminin, IŞİD’e ya da PKK’ya alan açtığı argümanı, tartışılmaya bile değmez. Ancak Şam yönetiminin PKK/YPG ile işbirliği yaptığı yalanını piyasaya sürenlerin, Türk kamuoyuna oynadığı gün gibi ortada. Bu yüzden hatırlatmakta yarar var: Suriye, en köşeye sıkıştığı süreçte dahi PKK/YPG’nin özerklik isteğini kabul etmedi. Üstelik Türkiye’de ‘Esad PKK ile anlaştı’ manşetleri atılırken Suriye, PKK’nın yabancı ülkelerin güdümünde bir terör örgütü olduğunu BM’ye deklare etti.
Gelelim ikinci argümana: “Esad’ın üst düzeyde muhatap alınması onu meşrulaştırır.” Türkiye, Suriye’de düzenlediği tüm operasyonları Adana Mutabakatı’na dayandırarak zaten Şam’ın meşru olduğunu kabul etmiş oldu. İşine gelince Adana Mutabakatı, gelmeyince ‘meşru değil’. Böyle bir dünya yok maalesef. Burada diretmenin Türkiye’ye bir faydası da yok.
RUSYA GÜVENİLMEZ Mİ?
Diğer bir argüman Rusya’nın güvenilmez olduğu ve Türkiye’nin, ‘farklı aktörlerle’ anlaşmalar yaparak yoluna devam etmesi gerektiği tezi. Rusya’ya güvenmek zorunda değilsiniz. Ancak eğer gelişmeleri doğru okursanız, Türkiye için Suriye’deki esas tehdit olan PKK/YPG özerkliğinin, bu örgüt tam anlamıyla ABD denetiminde olduğu için, Rusya’ya da tehdit olduğunu görürsünüz. Evet Rusya’nın bu örgütle görüşmeler yaptığı sır değil. Moskova, ABD’nin Suriye’de elinde kalan son ‘silahı’ almak istiyor. Ancak bunu Washington’un yaptığı gibi stratejik bir seçim değil, taktiksel bir davranış olarak okumak doğru olacaktır. Hatırlatalım bu taktiği değiştirmek de Türkiye’nin elinde. Burada Rusya’yı ‘dengelemek’ için Brüksel ve Washington’u devreye sokmaya çalışanlara kötü bir haberimiz var: Siz bir devleti dengelemek için sizin için de daha kötü sonuçları olacak başka bir devleti yeniden denkleme sokmaya çalışırsanız, başkalarının da terör örgütlerini koz olarak kullanmaya çalışmasına şaşırmamalısınız.
Tam da bu yüzden Suriye’de ve İdlib özelinde hedefinizi net koyacaksınız. Türkiye muhtemel bir göç tehlikesi nedeniyle mi İdlib operasyonunu durdurmaya çalışıyor yoksa yukarıda görüşlerini özetlediğimiz kişilerin ileri sürdüğü gibi, başından beri özel bir statü mü peşinde?
GÖÇ TEHLİKESİ NASIL ÖNLENİR?
Eğer esas sorun bir göç dalgası ise ki Türkiye’nin gerçekten yeni bir göç dalgasını karşılaması ekonomik ve sosyal açıdan mümkün değil. Üstelik bu dalga, cihatçı terör örgütlerinin yuvalandığı son yer olan İdlib’den geleceği için, Türkiye açısından önemli bir güvenlik sorunu yaratacak. Bunu bertaraf etmenin yolu, maalesef en başa döneceğiz ama, Suriye ve Rusya ile anlaşmak. Bu göç dalgasını Suriye topraklarında karşılayacak Suriye denetiminde bir bölge kurulması, Türkiye, Rusya ve İran’ın da bunun ‘gözlemcisi’ olması en gerçekçi çözüm.
STATÜKODAN ÖZEL STATÜYE
Gel gelelim en kritik noktaya. Yani Türkiye’nin başından beri İdib’e özel statü istediği tezine. Hükümet çevresindeki akademisyenlerden sık sık duyuyorduk, “statükonun devamı” diye. Ancak geçen hafta biri, bunu bir adım daha ileri taşıdı ve açık açık Türkiye’nin İdlib’e özel statü istediğini yazdı. Yani özerklik.
Bu tez, Türkiye’nin 2017’den beri Rusya ve İran ile yaptığı tüm anlaşmalar ile Adana Mutabakatını geçersiz kılar. Bu anlaşmalar, Suriye’nin birliğini sağlamak zemininde kuruldu. Türk yetkililer de defalarca Suriye’nin toprak bütünlüğüne, Barış Pınarı Harekatı’na gelen itirazlar üzerine de Suriye’nin siyasi bütünlüğüne vurgu yaptı. Hatta Cumhurbaşkanı, terör örgütlerinden temizlendikten sonra bu bölgelerde kalmak diye bir dertleri olmadığını deklare etti: “Esasen PKK/YPG’nin tamamen temizlendiği yerlerin rejim tarafından kontrol edilmesi, bizim için rahatsızlık sebebi değildir, bunun altını çiziyorum. Yeter ki terör örgütlerinden buralar temizlensin ve bizim buralarda da kalmak diye derdimiz yine yok. ( 18 Ekim 2019)”
‘Suriye’de yeni durum’ diye ilan edilen şey, Türkiye’nin ‘Suriye’nin siyasi bütünlüğünden vazgeçmesi’ ise vaziyet kötü. Sadece Suriye için değil, Türkiye’nin güvenliği için de vahim bir tablo. Çünkü bu, bütün yatırımınızı, bugün maaşını ödediğiniz ÖSO ve türevlerine yapıyorsunuz demektir ki, bu ‘arzularınız’ hayata geçse, yani Türkiye sınırında Sünni bir özerk bölge kurulsa dahi, yarın o ‘maaşı’ sizden daha yüksek ödeyecek biri mutlaka çıkar. Biz, Türkiye’nin devlet aklının bu yanlışa düşeceğine ihtimal vermiyoruz. Ancak uyarmak görevimiz; eğer siz, Suriye’nin siyasi bütünlüğünü Sünni bölge üzerinden delmeye kalkışırsanız, ondan önce PKK/YPG devletçiği kurulur. Günün sonunda ne siz kazanırsınız ne Suriye. Bu tablonun tek kazananı, zaten en başta planı da bu olan ABD olur.